GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti ile İsrail Devleti Arasında Tazminata İlişkin Usul Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:128
Tarih:19.08.2016

HDP GRUBU ADINA AYHAN BİLGEN (Kars) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; böyle kritik ve zor konularda aslında toplumun aklının, toplumun hafızasının nasıl şekillendiği en az siyasetçiler kadar, en az devletler arasındaki ilişki tarzı kadar önemlidir.

Ben tabii, Sayın Bekaroğlu'nun kuşağından olmadığım için, onun dönemindeki muhayyile nasıl oluştu bilmiyorum ama benim dönemimde İsrail'le ilgili, Yahudilerle ilgili en çok satan kitap kime aittir diye size sormak isterim. Hocam, Harun Yahya'ya ait yani Adnan Hoca'ya ait.

Şimdi, bir toplumun hafızası, bir toplumun bu konuya bakış açısı, bir toplumsal kesimin zihin dünyası o düzeyde, o seviyede şekilleniyorsa, aslında, sadece siyaseti tartışmak, sadece devletler arası ilişkiyi tartışmak değil, belki dünyaya, hayata, farklı inançlara, farklı kimliklere nasıl, nereden bakmak lazım diye tartışmayı daha ciddi, daha esastan yapmamız gerekiyor.

Değerli arkadaşlar, İsrail'e bakış, İsrail'le ilişki konusu Orta Doğu için aslında bir turnusol niteliği taşır ve İsrail'le ilişki sadece İsrail'le ilişki değildir; bunu hepimiz biliyoruz, İsrail'in kuruluşundan, İsrail'in orada varlık gücünün arka planından bunu biliyoruz ama en az bunun kadar önemli olan boyut Orta Doğu'daki birçok rejimin İsrail karşıtlığı üzerinden kendi içindeki tartışmaları bastırıyor olmasıdır. Özellikle Arap rejimlerinin, Arap ülkelerinin büyük kısmı toplumu sürekli İsrail karşıtlığıyla motive ederek içerideki talepleri, içerideki eleştirileri, demokratikleşme taleplerini, yolsuzluklarla ilgili itirazları, eleştirileri bastırır. Çünkü, öyle bir düşman vardır ki Orta Doğu'da, ona yönelik husumet her şeyi örtmeye yeter, ona yönelik nefret, ona yönelik hamaset her şeyi örtmeye yeter. Dolayısıyla da aslında İsrail'le ilişkiler birçok rejim açısından, bölgedeki birçok ülke açısından aynı zamanda demokratikleşme sorunudur. Çünkü, gerçekten bu ülkelerdeki halkların talepleri mi siyasette egemen, yoksa başka güçler mi bu ülkelerin yönetimlerinin politikasını belirliyor, belirleyici bir anlam ifade eder. Yine, Orta Doğu'da gerçek, kalıcı bir barışın olup olmayacağı, devletler arası ilişkiler, bu açıdan da yani barış açısından da İsrail'le ilişkiler son derece önemlidir. İsrail'le ilişkileri sadece bir "dış güçler" tartışması ekseninde yapmamak, aslında, daha çok da yönetimler ile kendi halkları arasındaki uyum, örtüşme üzerinden konuya yaklaşmak lazım. Konuşmanın sonunda söyleyeceğimi en başta söyleyeyim, bu anlaşmanın aslında hakkı, halka sormaktır değerli arkadaşlar. Yani toplum İsrail'le böyle bir anlaşma yapılmasını nasıl karşılıyor, nasıl bakıyor; olumlu mu yaklaşıyor, olumsuz mu? Eğer onun iradesine saygımız varsa, onun kaygıları, onun eleştirileri, onun değer dünyası bizim için bir şey ifade ediyorsa bu konuda da onu ölçü almayı en azından içimize sindirmeliyiz.

Değerli arkadaşlar, biraz önce de ifade edildi, İslam dünyasında İsrail'i ilk tanıyan ülke Türkiye'dir ama aslında, o süreçteki gecikmenin sebebi biraz ilginçtir. Yani demin sadece "1949'da iktidarda hangi parti vardı?" üzerinden bu polemik yapıldı ama tartışmanın esası daha ilginçtir ve bir devlet politikasıdır o. İsrail'in Orta Doğu'da bir Sovyet üssü olacağı kaygısıyla aslında Türkiye mesafeli davranmıştır. Yani Sovyetler Orta Doğu'ya yerleşecek İsrail sayesinde, biz de Antisovyet bir yerde duruyoruz, antikomünist bir yerde duruyoruz, dolayısıyla da İsrail'e karşı tavır koyarsak aslında Sovyetler'e karşı tavır koymuş olduğumuzu sanıyorduk. Oysa tersi olduğunu çok kısa süre sonra gördük. O bölgede İsrail'in, değil Sovyetler'in üssü, kimin, hangi ülkelerin üssü olduğunu, kiminle daha yoğun, sıcak ilişkiler içerisinde olduğunu bütün dünya gördü.

Çok uzun bir tarihî sürece dair değerlendirme yapmaya vakit yok ama iki tarif var, kategorik olarak çok önemli çünkü büyük söz söylediğinizde siyasette sonra dönüp başınızı büyük ağrıtıyor. 2002 yılında Ramallah'ın işgali sırasında -tespite katılıyorum ama sadece gereğini yapıp arkasında duramadığımız için eleştiriyorum- dönemin iktidar partisi temsilcileri "devlet destekli terörizm" tanımını yapıyorlar, devlet destekli terörizm. Sonra, 2004'te Gazze operasyonunda bir çıta yukarı çıkılıyor ve doğrudan doğruya "devlet terörü" ifadesi kullanılıyor. Ahmed Yasin katledildiğinde de artık "terörist devlet" tarifi yapılıyor. Bu 3 kategori aslında kendi içinde bir tutarlılık ifade ediyorsa, arka arkaya gelen gelişmelerse arkasından da bir anlam ifade etmesi gerekiyor ve Mavi Marmara'yla ilgili Sayın Davutoğlu'nun cümlesi var: "Bu olay bizim 11 Eylülümüzdür." diyor.

Şimdi, çok basit bir karşılaştırma yapmanızı istiyorum arkadaşlar. O dönemde Mavi Marmara sonrasında İsrail'le ilişkilerin gerilmemesi gerektiğini, İsrail'le barışık olunması gerektiğini, bunun için ilişkileri bozmaya değmeyeceğini kim söylüyordu, kim savunuyordu? Hatırlayın, Fethullah Gülen'e yakın yayın organları, basın organları savunuyordu ve Hükûmete yakın yayın organları da o zaman onları siyonistlikle suçluyordu. Şimdi, geldiğimiz nokta o zaman neyi ifade ediyor? Yani onlar cezaevinde ama fikirleri iktidarda.

Değerli arkadaşlar, elbette, "İsrail'le savaşın." demiyor burada hiç kimse, benden önce konuşanlar da Orta Doğu gerçeğini, devletlerin gücünü, Türkiye'nin gücünün sınırlarını gayet iyi biliyor. Dolayısıyla da sadece, söylediklerimiz ile sonra yapmak zorunda kaldıklarımız arasındaki çelişkiye dikkat çekmeye çalışıyoruz. Burada, bir taraftan pozisyon değiştirip ama her pozisyonda haklıymış gibi, ahlaki üstünlüğe sahipmiş gibi bir hegemonik dil kullanılması aslında tartışmayı bu kadar uzatıyor. Yani şunu söylesek açık açık, desek ki: "Biz dış politikadaki değerli yalnızlıkta çaresiz kaldık. Dolayısıyla, İsrail'le barışmak zorundayız yoksa her şeyi kaybedeceğiz." Bunu desek, itiraf etsek, gerçeği kabul etsek belki bu kadar tartışma olmayacak ama hamaset yaparken de haklıyız, barışırken de haklıyız. Her şart altında haklı olunca ister istemez insan bir tutarlılık arıyor.

Değerli arkadaşlar, Türkiye'nin aslında son dönemde -15 Temmuzdan sonra bu daha açık, daha net ortaya çıktı ama- NATO'yla ilgili, Avrupa'yla ilgili dış politikadaki söylemi baba Papandreu'nun dış politika söylemine çok benziyor. Yani komşu ülkeleriz galiba siyasetçilerimizin tarzları da benziyor. Andreas Papandreu da Avrupa Topluluğuna karşı çıkmış, NATO üslerini kapatacağını söylemiş, NATO'dan çıkma vaadinde bulunmuştu ama reel politik tam tersi biçiminde tezahür etti. Mavi Marmara ve anlaşmayla ilgili çok şey söylemeyeceğim ama size sadece gazi ve şehitlerin yakınlarının yazdıkları mektubu okumayı tavsiye etmekle yetineceğim.

Değerli arkadaşlar, ambargo ve abluka arasındaki farkı tartışmaya vakit yok ama şu kadarını söyleyeyim: Mavi Marmara'dan önce de Gazze'ye yardım gidiyordu. Mavi Marmara'nın amacı İsrail'den izin almaksızın, İsrail'e rağmen yardım göndermekti ve İsrail buna izin vermedi. Mavi Marmara'dan sonra da yardım gitti, zaten Filistin nasıl ayakta duruyor? Yardımlarla ayakta duruyor ve hâlâ devam ediyor bu yardımlar ve şimdi bu anlaşmayla artık yardımların ancak İsrail'in izniyle olacağı tescillenmiş olacak. Bir uluslararası anlaşmayla aslında daha üst bir yasal statüye kavuşmuş olacak, fiilî durum aslında bir hukuki metin hâline dönmüş olacak.

Değerli arkadaşlar, Türkiye siyasetinin galiba en bahtsız tarafı budur, iktidarda hangi parti varsa genellikle onun iddialarının tersi işler, o iktidar eliyle yaptırılır. Refah Partisinden önceki iki yılda 1993-1996 arasında Türkiye İsrail'le 13 anlaşma imzalamış, 1996-1997 arasında 20 anlaşma imzalamıştı ve -tabii ki ölenleri rahmetle anmak, kimsenin arkasından konuşmak için söylemiyorum ama- o günkü İsrail'le imzalanan anlaşmalar sadece toplumdaki tepkiyi kırmak için Refah Partisi döneminde imzalatılmıştı, devlet politikasıydı. Şimdi yapılanları da biliyoruz ki sizin tercihleriniz değil ama bugün yapılması gerekiyor çünkü yarın başka operasyonların meşruiyeti, zemini böylece hazırlanıyor.

Herkesi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)