GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti ile İsrail Devleti Arasında Tazminata İlişkin Usul Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:128
Tarih:19.08.2016

HDP GRUBU ADINA HİŞYAR ÖZSOY (Bingöl) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri... (Gürültüler)

AHMET YILDIRIM (Muş) - Sayın Başkan...

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) - Konuşulacak bir ortam değil Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, kürsüde konuşmacı var.

Teşekkür ederim.

Buyurun Sayın Özsoy, sürenizi yeniden başlatıyorum.

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

...Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

414 sıra sayılı Türkiye Cumhuriyeti ile İsrail Devleti Arasında Tazminata İlişkin Usul Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı üzerine konuşmak için HDP adına söz almış bulunuyorum.

Tabii, sabahtan yapılan konuşmalarda, değişik konuşmalarda bu İsrail'le yapılan anlaşmaya değinildi, birçok arkadaşımız bu anlaşmayı eleştirdi. Anlaşmanın eleştirilebilecek teknik boyutları var, bir de anlaşmayı siyasi anlamda bir yorumlamamız gerekiyor. (Gürültüler)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, görüşmelerinizi biraz daha sessiz yaparsanız... Lütfen...

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Şimdi, işin doğrusu bu anlaşmayı eleştirmek çok kolay, şu açıdan çok kolay: Bu anlaşmanın öncesinde İsrail'le ilişkilerin normalleşebilmesi için Hükûmetin 3 şartı vardı: İsrail'in özür dilemesi Mavi Marmara olayı yüzünden, mağdurlarına tazminat ödemesi ve Gazze üzerindeki ablukanın kaldırılması gibi 3 maddeyi ısrarla ifade etmişlerdi. Yani, mevcut durumda hem özür hem tazminat hem de Gazze üzerindeki abluka konusunda Hükûmet istediğini alamamış durumda; biz bunu görüyoruz. Buradan çokça eleştiriyi yükseltebiliriz ama bunun çok faydalı, çok yararlı bir yöntem olmadığını düşünüyoruz.

Çok kısaca teknik anlamda bir iki eleştiri belirttikten sonra, bu anlaşmanın Orta Doğu'da Türkiye'nin İsrail'le, Türkiye'nin Rusya'yla, Türkiye'nin Suriye ve hatta Mısır'la ilişkilerini nasıl dönüştüreceğine dair bazı düşüncelerimizi paylaşmak istiyorum. Anlaşmanın başlığında "Tazminat" diyor -öncelikle kamuoyunun bunu çok iyi bilmesi gerekiyor- bu anlaşma bir tazminat anlaşması değildir. Çünkü, İngilizceden tazminat olarak çevrilen kavram "compensation" kavramıdır, telafi etmek anlamındadır, hukuki herhangi bir bağlayıcılığı yoktur. Zaten, başka arkadaşlarımız da ifade etti, İsrail Hükûmeti bu 20 milyon doları "ex gratia" olarak veriyor yani bir "grace" sonucu yani nezaketinden, kibarlığından veriyor, bunu söylüyor. O açıdan arkadaşlar "Bunu lütfetti." diyorlar. Yani, "20 milyon doları ben size vereceğim, siz bu meselenin üstünü kapatın." Hem siyasi olarak kapatacaksınız hem diplomatik olarak kapatacaksınız hem de hukuki anlamda Türkiye Cumhuriyeti devletinin İsrail'den herhangi bir cezai veyahut da hukuki talebi olmayacak. Artı, olur da Mavi Marmara'nın mağdurları dava açarlarsa -ki 32 tane açılmış dava var, 2 tanesi de karara bağlanmış, 300 milyar civarında bir tazminata hükmetmişler- bunları da yani oluşabilecek tazminatları da İsrail devleti adına bundan sonra Türkiye Cumhuriyeti devleti ödeyecek. Yani, biz kendi cebimizden çıkan vergilerle Mavi Marmara mağdurlarına tazminat verebilecek duruma düşebiliriz. İsrail'in yaptığı... (Gürültüler)

Ya, arkadaşlar, gecenin bu saati; dokuz saattir bekliyoruz yirmi dakika konuşmak için, rica ediyoruz...

Peki, çok önemli değil zaten canım yani çok önemli değil.

Değerli arkadaşlar, burada çok önemli olan bir şey, bu anlaşmanın hazırlanma, yazım ve imzalanma süreçlerinde bizim anlayabildiğimiz kadarıyla, basından takip edebildiğimiz kadarıyla Mavi Marmara mağdurlarının fikirlerine çok fazla başvurulmamış çünkü feryat figan ediyorlar şu an. Temel olarak söyledikleri, aynen şöyle bir alıntı yapıyorum, Sayın Cumhurbaşkanı "Kanı akanlar sizsiniz, o yüzden de İsrail'le olabilecek bir anlaşmada söz hakkı da sizlere ait." demiş kendilerine, aileler bunu ifade ediyorlar ama kendilerine danışılmadığını, fikirlerinin sorulmadığını da söylüyorlar. Dolayısıyla, bu mağdur ailelerin basına yansıyan ifadelerini de göz önünde bulundurduğumuz zaman ortada gerçekten hem ahlaki hem demokratik anlamda bir sıkıntı var. Yani Allah bile kul hakkını affetme hakkını kendinde görmezken devlet nasıl olur da kulların haklarını affeder bir pozisyonda kendisini görüyor? Bu ilginç bir durum.

Öyle görünüyor ki çok uzun bir zaman Mavi Marmara olayını ve onun mağdurlarını, birçok dış politika konusunda olduğu gibi iç siyaset malzemesi yapan, bunu sömüren -bu kadar ağır bir tabirle söylüyorum- seçim meydanlarında hem Mavi Marmara olayını hem de Türkiye halklarının Filistin'e duyduğu sempatiyi genel anlamda oya tahvil eden AKP Hükûmeti, bu olayın mağdurları ve yakınlarına gereken hassasiyetle kesinlikle yaklaşmamış, onları ve onların taleplerini reel politiğin soğuk acımasızlığına kurban etmiştir.

Burada AKP adına söz alan bazı hatipler bu son dönemlerde şu kavramı -ben çok sevdim- sıkça kullanıyorlar: "Siyaset dediğiniz, özellikle, diplomasi dediğiniz dinamik bir süreçtir." diyorlar. Nedir bundan kasıt? Sürekli olarak siyaset değişir, dengeler değişir, biz de bu dengelere kendimizi uydurmak durumundayız. Bu konuda söyleyebileceğimiz bir şey yok. Evet, siyasal süreçler tabii ki dinamiktir, çok aktörlüdür, çok faktörlüdür ve herkes sürekli pozisyon değiştirerek ayak uydurmaya çalışır fakat burada sıkıntılı olan durum şu: Bakın, bugün AK PARTİ'nin üzerine bu kadar çok gidilmezdi, kimse gitmezdi; şayet AK PARTİ bu Mavi Marmara meselesini, "..."(x) meselesini, İsrail-Filistin meselesini iç politika malzemesi olarak seçim meydanlarında bu kadar kullanmasaydı bugün insanlar da ahlaki bir yerden bu meseleyi eleştirmezlerdi, biz de yapmazdık. Olabilir, dış politikada hatalar da yapılmış olabilir, "Zararın neresinden dönerseniz kârdır." mantığıyla Türkiye'nin Orta Doğu'daki komşularıyla belli bir dengede yeniden ilişkilerini düzeltmesini kimse eleştirmez fakat o kadar yüksek sesle... Ben hatırlıyorum yani o seçim meydanlarında öyle "..."(x), "..."(x), "..."(x) bir oradan başladı, bir Mavi Marmara... Şimdi, yakında göreceğiz, Mısır'da "Rabia", o işaret de gidebilir yani o işaret de kalkabilir. Şimdi, siz gelip dış politika gibi son derece enstrümantal, reel bir mantığın hâkim olduğu bir yerde bu kadar güçlü ahlaki argümanlarla giderseniz sonra geldiğiniz noktada işte gerçekten "9 kişinin canı 20 milyon dolar, al kapat." noktasına geliriz. Bunu şunun için söylüyoruz: Maalesef, bayağı bir dönemdir...

ERKAN KANDEMİR (İstanbul) - İndirgemeci sizin söylediğiniz.

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Evet, 20 milyon dolar çok kötü bir para değil fakat o doğal gaz paralarıyla bunun çok fazla bir kısmını çıkaracaklar zaten. İsrail'in bu mevzuya nasıl daldığı, o doğal gaz kaynaklarını Türkiye'ye nasıl satmak istediği, şu an bütün dünya medyası bunu konuşuyor, kimse 20 milyon doları konuşmuyor çünkü yapılan daha büyük anlaşmalar var ortada.

Bizim şurada gördüğümüz o 6 madde var ya arkadaşlar, buz dağının görünen ucu sadece, arkasında askerî, istihbari, ticari dünya kadar anlaşma yapılmış ama Hükûmet -Dışişleri Komisyonuna güvenmiyor olsa gerek- o tür bilgileri kesinlikle bizimle paylaşmıyor. Bize 6 maddeden bir kâğıt vermişler, bakıyoruz biz sadece o 6 maddede onları görüyoruz. Zaten hepsi tazminat nasıl ödenir, bununla ilgili. "Parayı vereceğim, hukuki dava yok, cezai talep yok, git o mağdurlarla ne yapıyorsan yap." durum bundan ibaret. Yani bu kadar bir anlaşma bize verilmiş ama arkasında CHP'den konuşan hatip arkadaşımızın söylediği gibi büyük bir çerçeve anlaşma var, başka şeyler var ama biz şu an bugün burada bunu onaylayacağız, siz de bilmiyorsunuz, biz de bilmiyoruz, neyi onayladığımızı da çok bilmiyoruz. Arkasında ne tür ilişkiler var, gerçekten onları da umarım artık Batı'da ya da İsrail gazetelerinde o basından takip etmek durumunda kalacağız.

Şimdi, arkadaşlar, İsrail'le ilişkilerin yeniden düzenlenmesi, normalleşmesi sadece İsrail'le ilgili bir durum değil. Malumunuz, hem Batı'da özellikle Avrupa ve Amerika'yla gerilen ilişkiler söz konusu bir taraftan, diğer taraftan Orta Doğu'da Türkiye'nin "merhaba" diyebileceği neredeyse ülke kalmamıştı. Suriye politikasını bu kavramlarla ifade etmiştim: Suriye Türkiye'nin bütün dış politika enerjisini tüketmişti. Suriye üzerinden Mısır'la gerilim oldu, bakın, o da Suriye'yle ilintili. Suriye yüzünden İran'la gerilim oldu, Irak'la oldu, Rusya'yla oldu, Avrupa'yla oldu, Amerika'yla oldu, herkesle oldu, ilişkiler gerildi Fransa dâhil. Şimdi, Türkiye bu darboğazdan çıkmak için, hem Orta Doğu'da hem dünyada bu izolasyonu kırmak için çok radikal bir şekilde birtakım U dönüşleri yapıyor. Mesela Rusya'ya bir mektup vesilesiyle bir özür ve ondan sonra ilişkileri normalleştirmeye çalışıyor. Şimdi, işin bir tarafında tabii ekonomik kaygılar var çünkü biliyorsunuz, turizm çok ciddi darbe aldı, tarım ciddi darbe aldı. Olabilir yani hata yapıldığı gerçekten düşünülüyorsa özür de dilenir, bu bir erdemdir de yani bundan kimse öyle ulusal gurur, onur meselesi filan çıkarmasın; hata yaptığınızı düşünüyorsanız içeride, dışarıda çıkıp özür dilemek de bir erdemliliktir. Ancak mesele bu kadar basit, bu kadar ahlaki bir yerden maalesef işlemiyor. Rusya'yla ilişkiler düzeltildi diye biz gerçi gazetelerde okuyoruz ama Birleşmiş Milletlerin kulislerinde durumun hiç de öyle olmadığını biz başka kaynaklardan da görüyoruz, duyuyoruz, sadece burada işte Hükûmete yakın kaynaklardan biz bilgi almıyoruz. İlişkiler, evet, böyle bir kaynaşma yavaş yavaş başlıyor ama Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkiler Türkiye'nin Orta Doğu politikası radikal anlamda dönüşmeden toparlanmayacak. Belki ekonomik, ticari anlamda bazı geliş gidişler olacak, bazı şeyleri toparlayacaklar ama sorun olduğu yerde duruyor. Önümüzdeki hafta sanırım -düştü basına da- Cumhurbaşkanının bir İran ziyareti olacak, orayla ilişkileri toparlamaya çalışıyorlar, İsrail'le bir taraftan toparlamaya çalışıyorlar. Bunlar hep sıkıntılı olan ilişkilerdi. Yine, Beşar Esad'la Cezayir'de gizli bir görüşme yapıldığı basına yansıdı, yalanlanmadı. Geçen gün Başbakan da "Yakında, altı ay içerisinde Suriye'ye dair de güzel şeyler olacak." gibi, tırnak içinde söylüyorum, müjdeli bir haber verdi. Onun dışında, biliyoruz, geçen nisan ayında resmî olarak Türkiye Mısır'a teşekkür etti ve başında da Sisi var. Şimdi Mısır'la da ilişkilerimizi nasıl düzenleyebiliriz gibi... Güzel, güzel, bunlarda bir sıkıntı yok; var da yok, retorik olarak söylüyorum.

Şimdi, bütün bu devletlerle yaşanan sıkıntılar Türkiye'de bütün seçim meydanlarında konuşuldu değil mi? Hatta, mesela Türkiye'nin Mısır politikasını...

CHP'li arkadaşlar, dinliyor musunuz? CHP'li arkadaşlar...

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Dinliyoruz, dinliyoruz.

BAŞKAN - Siz konuşmanıza devam edin lütfen.

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Mısır siyaseti yüzünden CHP'liler eleştirdiği zaman -ben hatırlıyorum- vatan haini ilan edilmişlerdi, Suriye yüzünden yapıldığı zaman vatan haini ilan edilmişlerdi, hatırlıyoruz. Biz de eleştiriyi yükselttiğimiz zaman... Tabii, iç politika malzemesine dönüşünce her şey, her şey maalesef seçim meydanlarındaki hamasete dökülünce dış politikanın rotası şaşıyor. Öyle görünüyor ki şu an öyle bir siyasetten ziyade daha böyle reel, daha enstrümantal bir yerden işte "Bu ülkenin dünyayla ilişkilerini yeniden nasıl düzenleyebiliriz?" gibi pratik, enstrümantal bir akılla bir değişikliğe gidilmiş. Fakat bunu yaparken, bakın, yine siz anlaşmanın gerekçelerine bakın, efendim, diyorlar ki: "Biz bunu yapıyoruz ama aslında biz bunu Filistin'e daha iyi yardım yapabilmek için yapıyoruz." Yani, o ahlaki üstünlüğü de bir türlü bırakmıyorlar. Hata yapıldığını da kimse kabul etmiyor burada yani "öz eleştiri" dediğimiz bir kültür olmadığı için CHP, HDP, MHP kim çıkarsa çıksın sürekli eleştiriyor. Ya, bir defa da deyin ki arkadaşlar: "Gerçekten, biz Türkiye'nin kapasitesini, mevcut kapasitesini -ki çok düşük bir kapasitesi yok ülkenin- biraz belki abarttık, bölgeyi dizayn etmeye çalıştık; bunu yaparken de bir sürü komplikasyonla karşılaştık ve şu an gerçekten, nasıl işin içinden çıkabileceğimizi bilmiyoruz." Bakın, siz bunu böyle alkışlıyorsunuz falan ama İsrail'le, İran'la, Rusya'yla, Mısır'la yapılan bu flörtler, bu ittifaklar Türkiye'nin şu ana kadar içinde olduğu ittifaklarda ciddi krizler çıkarıyor. Geçen gün -artık ne biliyor da biz bilmiyoruz onu bilmiyorum ama- bir Suudi politikacı "Türkiye Suriye'de politikasını değiştiremez." dedi, basına da yansıdı. Artık, "Niye bunu söylüyor, Türkiye'nin oradaki ilişkileri ne, hangi gruplarla ne tür ilişkileri var, kime silah vermiş, yarın bu gruplar Türkiye'ye dönebilir mi?" gerçekten bilmiyoruz. Çünkü siz öyle, istediğiniz gibi böyle bir arı çiçekten çiçeğe konar gibi dış politika yapamıyorsunuz; birisine konduğunuz zaman diğeri size kızıyor. Rusya'ya şu an yaklaşıyorsunuz, "Batı'ya ben biraz şantaj yapayım, -ona da gireceğim- belki oradan bir şeyler çıkarırız." diye ama Batı da öfkeleniyor gittikçe, NATO öfkeleniyor, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi -göreceksiniz buradan söyleyeyim- yakında Türkiye'yi izleme sürecine ciddi anlamda almayı tartışacak yani bambaşka yerlere gidiyor. Dolayısıyla yani böyle çok esnek bir pragmatizmin de olumsuz anlamda etkileri de olacak. Öyle her şey çok iyi gidiyor değil. Kamplaşmış dünyada hele hele birçok kampın olduğu bir dünyada bir tarafa gittiğiniz zaman diğeriyle ilişkileriniz sarkar; bunu da bilmek gerekiyor.

Şimdi -zamanım az kaldı- biz şunu söylüyoruz arkadaşlar: "Türkiye niye şimdi bu U dönüşlerine başladı, bu rota değişikliğine girdi?" Girdi iyi mi yaptı, kötü mü yaptı bu ayrı bir tartışma konusu.

Şimdi bakın, biz HDP olarak bütün bu siyasetin merkezinde ekonomik kaygılardan çok politik ve ulusal güvenlik kaygılarının önde olduğunu düşünüyoruz. Ortada Türkiye'nin bütün dış politikasını dönüştüren, zedeleyen bir Suriye politikası vardı ve Türkiye Suriye politikasını hâlâ ciddi anlamda dönüştürmüş değil. İki başlı bir politikaydı Suriye politikası. Birincisi: Esad gidecekti. İkincisi: Kürtler, Suriye'nin kuzeyinde, bizim "Rojava" dediğimiz yerde herhangi bir siyasal statü, bir özerklik, bir federasyona sahip olmayacaklardı, iki başlıydı. Türkiye birinci maddeden vazgeçti, üç ay önce burada söyledim, vazgeçti, artık "Esad'ın geleceğine Suriye'deki halklar ileride karar verecekler." diyor. Geriye ne kaldı? Geriye "Kürtler orada bir Kürt bandı oluşturmayacaklar, iki tane kantonlarını birleştirmişlerdi, üçüncü kantonu biz birleştirmeyeceğiz." diye İsrail'e avuç açıyorsunuz, Rusya'ya avuç açıyorsunuz. Yarın İran'a gideceksiniz, belki Mısır'a gideceksiniz, hatta Esad'a da gideceksiniz; öyle görünüyor. Sebep? Sebep şu: Kürtler, o iki kantonu birleştirmeyecek. Siz "Yok." deyin, bütün dünya böyle okuyor. Açın bakın uluslararası ilişkiler dergilerine, Türkiye'nin yaptığı bu manevranın temelinde bir ulusal güvenlik kaygısı, yeni Orta Doğu'da Kürtler Suriye'de ikinci bir Kuzey Irak yaratmasınlar; hikâye bu.

Peki, biz diyoruz, İsrail'e gideceğinize -gidin, yine gidin ama- Rusya'ya gideceğinize, Putin'e, Esad'a gideceğinize ileride ya da gizli gizli görüşeceğinize, Sisi'ye gideceğinize yahu niye Kürtlere gitmiyorsunuz? "Müslüman" diyorsunuz, "kardeşim" diyorsunuz, "Bin yıldır birlikte yaşıyoruz." diyorsunuz, niye Kürtlerle yeni bir ilişki zemini aramak kimsenin aklına gelmiyor? Biraz sıkıntılı değil mi? Hem de sınırın diğer tarafı. Bakın, o sınırların karşı tarafında dünya kadar akrabamız var bizim. Geçen gün bir Mardin vekilimizin 7-8 tane akrabası Kamışlı'daki patlamada öldü. Bu kadar yakın. Bunlarla görüşmenin zeminini aramayıp gidip "İsrail'den belki istihbarat ve askerî destek alırım, Kürtleri Suriye'de boğarım, belki Rusya üzerinden Esad'ı ikna ederim..." Zaten Esad saldırmaya başladı Kürtlere, bazılarının gözü aydın olsun, uçaklarla şimdi Haseke'yi vuruyor, Kamışlı'yı vuruyor. Hani Kürtler ile Esad kardeşti ya! Amerika da uçaklarını göndermiş, şu an Kamışlı'nın üzerinde, orada burada dönüyor yani.

Bu işleri daha kolay çözebilmenin bir yolu var. Biz hâlâ olduğumuz noktadayız. Beş, altı ay önce ne diyorsak onu diyoruz. Bu kadar gidip bütün dünyanın etrafını dönmeye gerek yok. Oturun Kürtlerle tertemiz, adil bir barış yapın hem Türkiye'de hem de Suriye'deki Kürtlerle ilişkileri düzenleyin, siz de, biz de, hepimiz de doğru düzgün Orta Doğu'da yeni bir pozisyon alalım. Aksi hâlde eskiden dost olan sonra düşman olan, yeniden dost yapmaya çalıştığınız gruplarla, ülkelerle eski politikayı devam ettirmeye çalışırsanız gerçekten beyhudedir. Bunun siyasi faturası belki Hükûmete kesilir ama genel faturası Türkiye'de yaşayan herkese kesilir.

Son olarak... Zamanım kalmadı. İstanbul Amerikan Robert Lisesinden mezun, Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Bölümünü bitirmiş, CERN gibi bir yerde masterını yapmış, Rio de Janeiro'da fizik doktorasını yaparken bırakmış, yazı yazmaya başlamış. Dünyanın ilk elli kalemi arasında gösteriliyor birçok edebiyat otoritesi tarafından. Kitapları 9-10 dile çevrilmiş. Birçok kitabı İngilizce, Fransızca, Norveççe, dünya kadar dile çevrilmiş kıymetli bir kadın yazar. Sait Faik Abasıyanık Hikâye Armağanı'nı kazanmış, Deutsche Welle'nin düzenlediği öykü yarışmasında birincilik kazanmış. Öyle bir CV'si var ki. Kim bu biliyorsunuz değil mi? Bazılarınız biliyor, Aslı Erdoğan, Özgür Gündem'in yayın danışma kurulundaydı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Hemen bitiriyorum Başkan.

ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) - Başkan, bir dakika ek süre verin çünkü iki dakika süresi alındı konuşmasına başladığında.

BAŞKAN - Bir dakika ek süre veriyorum size çünkü geçen gün Cumhuriyet Halk Partisine bir dakika vermiştim. Gerekli olduğu zaman diğer partilere de vermek üzere size de ek bir dakika süre veriyorum.

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Çok teşekkür ettim Başkan.

Aslı Erdoğan dünya kadar burs kazanmış, kitap yazmış, gerçekten edebi, entelektüel anlamda o kadar yüksek kaliteli bir durumda ki dünya otoriteleri bunu gösteriyor. Özgür Gündem gazetesinde köşe yazdığı için ve yayın kurulunda olduğu için... Ama hangi suçlamayla alınmış biliyor musunuz? Ya, her şey olabilir de, Allah aşkına, terör örgütü üyesi ya. Ya, eğer varsa dünyada böyle bir terör örgütü üyesi, vallahi entelektüel çapı çok yüksektir, ben seve seve kendim gidip üye olmak isterim. ((HDP sıralarından alkışlar) Yani en azından biriniz açın bir kitabını okuyun, bir sanatını, bir edebiyatını görün. Gerçekten, bakın, bunu yaparsanız, yarın, öbür gün "Biz FETÖ'cülerle mücadele ediyoruz"u dünyada hiçbir yerde anlatamazsınız. Dolayısıyla, bu olağanüstü hâli de tadında bırakıp gerçekten darbecilere karşı kullanmak ama böyle bir cadı avı üzerinden edebiyatçılara, akademisyenlere, barışseverlere bulaşmamak gerektiğini düşünüyoruz.

Teşekkür ediyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)