GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Varlık Fonu Yönetimi Anonim Şirketinin Kurulması İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:128
Tarih:19.08.2016

MHP GRUBU ADINA ERHAN USTA (Samsun) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlarım.

Şimdi, bu kanun teklifine geçmeden önce, bu sabah takriben dört buçuk, beş sularında teşvikle ilgili konularda şöyle bir görüş ifade etmiştim: Türkiye olarak teşvik sistemimiz çalışmıyor. Türkiye'nin yatırım ihtiyacı var, fakat teşvik sistemi çalışmıyor, çünkü yatırımları artıramıyoruz, işin daha da kötüsü, artıramadığımız, o yatay giden yatırımlarımızın, dolayısıyla ihracatımızın ve üretimimizin teknoloji seviyesi düşüyor. Bu üzerinde hassasiyetle durulması gereken bir konu, önemine binaen bunu tekrar söylüyorum. Bu, herhangi bir şu dönem bu dönem mukayesesi filan da değil. Yani 2002'ye göre aldığımızda zaten yüksek teknolojili ürünlerin toplamdaki payı düşüyor, ama 2007, 2014 mukayesesini yaptığımızda da çok belirgin bir şekilde üretimin ve ihracatın teknoloji seviyesinde bir düşüş var. Yani iki tane ciddi riskle karşı karşıyayız; yatırım yapamıyoruz, üretim hacmimizi artıramıyoruz, mevcut üretimlerimizin de teknoloji seviyesi düşüyor. Bunu artık önemine binaen ısrarla söyledim, sabahın o erken saatlerinde veya yorgunlukla belki yeteri kadar dikkat çekmemiştir diye.

Şimdi, bugün üzerinde durduğumuz husus, Türkiye Varlık Fonu'nun kurulması. İlk konuşma olması hasebiyle, belki, bir miktar -çünkü teklifi inceleme imkânı olmayan arkadaşlarımız da olabilir- bu mesele nedir, ona çok kısa bir değinip ondan sonra değerlendirmelerime geçmek daha uygun olur.

Bu "Varlık Fonu" dediğimiz husus, dünyada belli ülkelerde olan, daha çok da ülkelerin varlıkları, yani cari fazla veren veya ticaret fazlası veren ülkelerde bunu sıklıkla görüyoruz; esas ciddi varlık fonlarını oluşturan ülkeler onlar. Yani bizim gibi açığı olan ülkeler değil de ciddi fazlaları var, bunu gelecek nesillere aktarmak istiyorlar, dolayısıyla böyle devlet fonları kurarak bu tür yatırımlarını, fazla paralarını, fazla kaynaklarını değerlendiriyorlar. Temelde bu tür fonları kuran ülkeler bunlar.

İkinci grup ülkelerde belki ticaret fazlası çok fazla olmayabilir, ancak ciddi petrol geliri veya belli maden gelirleri olan ülkeler var. Bu ülkeler de bu maden gelirlerini, petrol gelirlerini, fiyatlarda olası istikrarsızlıklar veya gelecek nesillere aktarmak amaçlı olarak yine bu tür fonları kuruyorlar ve bu fonlar üzerinden hem paralarını değerlendiriyorlar hem de ekonomilerine bir istikrar ve güvence kazandırmaya çalışıyorlar ve bu fonların temel özelliği, arkasında devletin olması. Bunlar zaten "devlet fonları" diye geçiyor. Şimdi, genel olarak konumuz bu.

İçeriğine ilişkin değerlendirmelere geçmeden önce, yine usul yönünden bir değerlendirme yapmak istiyorum. Bu kadar önemli bir konu çünkü bunu Hükûmet önemsediğini ifade ediyor. Bize de torba yasa içerisinde geldi yani Komisyona torba yasa içerisinde geldi. Hâlbuki zaten torba yasaya da külliyen karşıyız ama hele hele böyle önemli konuların torba yasa içerisine konulması hiçbir şekilde tabii kabul edilemezdi. Muhalefetin talepleri ve baskısı neticesinde torba yasanın içerisinden çıkardılar, müstakil bir yasa hâline getirildi; bu birinci husus.

İkinci husus: Bu, tabii, yeni bir konu. Yeni bir konu olduğu için, aslında bir tane kurumun veya iki tane kurumun çalışmasıyla olabilecek bir şey değil. Yani, bu, kurumlar arasında ciddi bir diyalogla ve uzun tartışmalarla hazırlanması gereken bir dokümandı, bir kanun teklifiydi. Bunun da böyle olmadığını görüyoruz. Hem kurumlardan aldığımız bilgiler bize bunu gösteriyor -yani diğer kurumlardan çok fazla görüş alınmadığını- hem de zaten böyle bir bilgi olmasa bile çalışmanın içeriğine baktığımızda, çalışma hakikaten çiğ bir çalışmaydı, dolayısıyla bir özensizlik vardı. Belki, hani, bilerek özensiz davranma anlamında değil ama yeteri kadar istişare edilmemekten kaynaklanan problemler vardı. Önergelerle düzeltilmeye çalışıldı, onlarca önerge verildi, tekririmüzakereler yapıldı, birden fazla önerge yani önerge de tekrar önergelerle değiştirildi. Bu tür bir çalışma sonucunda belli bir kıvama getirildi. Ancak, bu hâliyle dahi yine önümüzdeki dönemde mutlaka büyük sıkıntılar çıkarabilecek ve eksiklikleri olan yanları mutlaka var.

Şimdi, bir hastalık tabii, Hükûmetin bir hastalığı: Bu tür çalışmaları rakamsal bir analiz yapmadan getiriyor. Bu da yine böyle bir sıkıntısı olan bir kanun teklifidir. Aslında kanun tasarısı bu yani tasarının içerisindeydi, sonra teklif hâline getirildi. Dolayısıyla, Hükûmetin tamamen arkasında olduğu... Yoksa, milletvekillerinin kendi başına verdiği bir şey değil. O yüzden, burada bu fonun büyüklüğüne ilişkin, ekonomi üzerindeki etkilerine ilişkin, Türkiye'nin meselelerine nasıl bir katkı getirecek, bunlara ilişkin hiçbir rakamsal çalışma yok. Bir tane bakanımız, sayın bakan geldi -şimdi o bakanımız da yok- 150-200 milyar dolarlardan bahsetti bu fonun büyüklüğüyle ilgili. Bir başka bakan geldi, rakam vermedi ama kafasındaki rakam inanın 1-2 milyar doları filan geçmiyor. Yani, bu kadar, bakanlar arasında fonun büyüklüğüne ilişkin çok çelişkili böyle ifadeler oldu veya çok çelişkili bilgiler oldu. Tabii, bu çelişki sadece bakanlarda değil bürokratlarda da vardı. Her bir bürokrattan fonun bir kısmını dinledik. Yani onlar da kanun teklifine bakıp bir şeyler söylediler, dünya uygulamalarına ilişkin bir şeyler söylediler. Onlara da baktığımız zaman aslında hakikaten yine yeteri kadar çalışılmadan gelmiş bir şey olduğunu, özümsenmemiş bir durumda olduğunu zaten anlamak mümkündü.

Bir tane içeriğe ilişkin bir konuda ama usul noktasında değerlendirmek istiyorum. Çok önemli, skandal niteliğinde bir husus da gerçekleşti burada. Şimdi, gerekçede -gerekçe zaten gelişigüzel yazılmış bir defa, bu kanun teklifinin gerekçesi- bir tane ifade var, deniliyor ki: Bu fon işte şöyle uçacak, böyle kaçacak, ondan sonra da on yıllık bir periyot içerisinde, on yıl içerisinde Türkiye'yi her yıl yıllık ortalama 1,5 puan fazladan büyütecek. Yani büyümeye her yıl 1,5 puan üst üste katkı sağlayacak. Tabii, bu çok ciddi bir argüman. Ben teknik toplantılarda sordum arkadaşlara "Ya, bunu neye dayanarak yazdınız? Bunun çalışmasını bir görelim." dedim. Yani ne kadar bir yatırım yapacaksınız da böyle bir büyüme üzerinde... Öyle ya, olsa olsa yatırım üzerinden olur büyümeye katkısı bunun. Ondan sonra, arkadaşlar bize bir cevap veremedi. Bakın, 4, 5 tane kurum karşımızda dizildi, buna cevap veren bir kişi çıkmadı. Ama bunu gerekçeye yazma sorumsuzluğunu üstleniyorlar. Bürokrat yazıyor, siyasetçi de getiriyor, önümüze koyuyor ve bunun arkasında duran bir tane siyasetçi de çıkmadı. Yani böyle bir durum olabilir mi? Bu, demokrasisi gelişmiş bir ülkede en azından bu işte sorumluluğu olan birkaç bakanın, birkaç bürokratın istifasını gerektirecek bir husustur. Yani, bir şey yazıyorsunuz, arkasında hiçbir çalışma yok, ondan sonra soruyorsunuz, cevap veremiyorlar. Çözümü gerekçeden onu çıkartmakta buluyorlar ve o 1,5 puan da şu anda sizin önünüze gelen gerekçenin içerisinde yok. Yani, böyle şeyler olmaz, böyle, çalışmadan, hamasetle... Ya, ekonomi bile hamasetle götürülüyor. Dış politikayı hamasetle, iç siyaseti hamasetle götürmenize alıştık da ekonomiyi bile hamasetle götürmeye çalışan bir anlayışla Türkiye karşı karşıya. Çok özür dilerim böyle bir eleştiri yapmak zorunda kaldığım için.

Şimdi, burada fon, az önce ifade ettiğim, fazla veren ülkelerin, fazlası olan, kaynağı olan veya belli maden gelirleri olan ülkelerin kullandığı bir enstrüman. E, bize bakıyoruz, bizde böyle bir şey yok. Niye bu fonu getirdiniz denildiğinde "Efendim, G20 ülkelerinin hepsinde var, bizde de olsun..." Böyle bir gerekçeyle bu fon olmaz arkadaşlar. Bu, tamamen, başlı başına yanlış bir gerekçedir. Dolayısıyla, böyle "Başkasında var, elde var, bizde de olsun." anlayışıyla bir fon olmaz. Şimdi, diğer taraftan "G20 ülkelerinde var." da biraz aslında şey. Tabii, bu fonların tam bir standardı olmadığı için... Mesela Almanya'da böyle bir fon yok bizim araştırmalarımıza göre. Arkadaşlar 60 milyar dolarlık bir fon olduğunu söylediler ancak o tamamen niteliği farklı bir fon. Amerika'da eyaletlerde küçük küçük fonlar var ama Amerika Birleşik Devletleri'nin böyle bir fonu yok. Yani, o "G20 ülkelerinde var, bizde de olsun." argümanı da aslında sakat bir argüman, onu da ifade etmek istiyorum.

Şimdi, biz bu fonu niye kuruyoruz biliyor musunuz, bizim bir varlığımız var ve onu değerlendiriyor falan değiliz, biz borçlanmak için bu fonu kuracağız. Yani, Malezya fonu geliyor, Türkiye'den birtakım hisse senetleri alıyor. Aslında, biz onun yaptığını yapamayacağız, biz maalesef şunu yapacağız: Malezya fonunun bizim buradan... İşte, ondan daha iyi fon sağlayabilmek için, kaynak sağlayabilmek için böyle bir fonu kuruyoruz.

Adalet ve Kalkınma Partisi cari açığı düşürmek yerine, cari açığı düşürecek yapısal tedbirleri almak yerine, Türkiye'yi bir yatırım hamlesi içerisine sokmak yerine cari açığı finanse edecek bir arayış içerisine girmiştir. Yani, bunun başka bir şeyi yok. Bunun, kesinlikle, anlamı yurda daha fazla kaynak sokmaya çalışmak ve cari açığımızı bu şekilde finanse etmek. Yani, tabii, cari açığın finanse edilmesi, rasyonel şekilde finanse edilmesi, ucuz yollu finanse edilmesi önemlidir. Buna da bir şey demiyoruz ancak arkadaşlar, bizim sorunumuz cari açığın azaltılmasıdır. Cari açığı azaltmadan finansmanını kolaylaştıracak bir enstrüman kurmanın, bir enstrüman yapmanın hiçbir anlamı yok. Kaldı ki bizim elimizde enstrüman sıkıntısı da yok.

Şimdi, inanın, bu görüşmeler çok çelişkili ifadelerle geçti. Yani, hem Hükûmeti temsilen gelen bakanların kendi içerisinde bir sürü çelişkili ifadeleri oldu hem de bürokratlar arasında çelişkili dünya kadar ifade oldu. Bu, yine başta söylediğimi söylüyorum, işin anlaşılmadığını, özümsenmediğini gösteren en büyük delil.

Şimdi, hep söylüyoruz, Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri döneminde, on üç yıllık dönemde Türkiye 467,9 yani 468 milyar dolar cari açık vermiştir. Hani, hep eskiyle mukayese ediyoruz ya, kendisinden önceki on üç yılda verilen cari açık sadece 20 milyar dolardır. Bu kadar cari açığı vermesine rağmen çok mu yatırım yapmıştır? Hayır, çok yatırım yapmamıştır. Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde yapılan yıllık ortalama yatırım -on üç yılın ortalamasını söylüyorum- kendisinden önceki dönemin millî gelire oran olarak 1,3 puan altındadır. Yani, hem önceki dönemden daha az yatırım yapacaksın hem daha fazla cari açık yaratacaksın. Bunun anlamı şudur: Türkiye'de borca dayalı ve tüketime dayalı bir iktisat politikası izlenmiştir. Bu iktisat politikası da gelmiştir, Türkiye'yi tıkamıştır. Yani, tasarruf etmeyen, yatırım da yapmayan, dışarıdan borç yani uluslararası piyasalardan Türkiye'ye borç, Türkiye'den de bankalar üzerinden hane halklarının borçlandırıldığı ve bunun karşılığında da tüketimde gaza basıldığı bir iktisat politikası belli ölçüde bir büyüme yapmıştır, insanların refahında belli bir artış yapmıştır ancak gelmiştir, tıkanmıştır. Tabii, insanların refahındaki artışın bir kısmı da, 2002'de hiç borcu olmayan toplumun bugün 600 milyar TL civarında tüketici kredisi borcu var. Yani, borçların tüketici gelirlerine oranı yüzde 4'lerden yüzde 50'lerin üzerine çıkmıştır, bunu da görmemiz lazım.

Şimdi, bu büyüme politikası iflas etti fakat hâlâ, aslında, Hükûmet bu büyüme politikasının iflas ettiğinin, işin kötüsü, farkında da değil, bunu da ifade etmem lazım. Dolayısıyla, Hükûmet cari açığı düşürmek yerine cari açığı finanse edecek bir arayış içerisine girerek böyle bir kanun teklifiyle karşımıza gelmiştir.

Tabii, bu kaynak bulma çabasının son günlerde konuştuğumuz, görüştüğümüz veya kabul ettiğimiz birkaç unsurla birlikte düşünülmesi lazım. Bunlardan birincisi, bazı alacakların yapılandırılması kanunudur. Burada hem yurt içinden para toplamaya yönelik hem de daha da önemlisi yani kara para dahi olsa Türkiye'ye getirmeye çalıştığımız... O yoldan bir finansman ihtiyacını gidermeye çalışıyoruz. O yasayla net olarak şu söylendi, bu çıkan kanunda çok net bir şekilde var: Türkiye'ye bugün kara para dâhi getirse birisi, bununla ilgili Ceza Kanunu'nun 282'nci maddesine göre kara para soruşturması yapılmayacaktır. Bu, işin birinci ayağıdır yani yapılmak istenen şeydir.

İkincisi, dün torba kanunda muhalefetin ısrarıyla çıkartılan 35'inci maddedir. Zaten birçok şeyi özelleştirdik, birçok şeyi özelleştirme kapsamına alma imkânımız var. Ama, özelleştirme kapsamına alınma imkânı olmayan bazı kuruluşlar vardı, onlar da dün 35'inci maddeyle özelleştirme kapsamına alınmaya çalışıyordu. Fakat muhalefetin ısrarıyla, bu, özelleştirme kapsamından çıkartıldı; daha doğrusu, o madde çıkartıldı, bu yapılamadı. Ama, bu, kurgunun içerisinde ikinci ayağı oluşturuyordu. Yani, şu anda her şeyi özelleştirmenin içerisine almak; bu ikinci ayak.

Üçüncü ayak da bu fon. Yani, kara para, özelleştirme, bu fonun kurulmasını düşündüğümüzde, Türkiye'de -ben bir iktisatçıyım, Türkiye ekonomisini de bildiğimi düşünüyorum ama- Hükûmetin kafasında, herhâlde bizim bilmediğimiz, devletin hesaplarında, devletin işlerinde bizim bildiğimizin ötesinde bir sıkıntı var demektir. Ciddi bir kaynak arayışı yani ne olursa olsun "karadır, aktır" demeden bir kaynak arayışı içerisine girme, bir panik havasını görüyoruz. Dolayısıyla, bu konuda Meclisin bence bilgilendirilmesi gerekir.

Şimdi, ulusal varlık fonlarını devletler bugünün kaynaklarını gelecek nesillere aktarmak için kuruyorlar. Fakat, biz, maalesef bunu üzülerek ifade etmek durumundayım, gelecek nesillerin gelirlerini bugün harcamak için kullanıyoruz, bu açık çünkü verilen örnekler bunu gösteriyor. Mesela, denildi ki: "Büyük projeler var, bunların gelirlerini bugün menkulleştireceğiz ve satacağız." Yani, yirmi yıl içerisinde, yirmi beş yıl içerisinde ülkenin elde edeceği gelirleri, peyderpey elde edeceği gelirleri bugün... Yani, sıkışmış bir esnafı düşünün, senet kırdırır ya, senedi kırdırması gibi kırdırıp, bugün onu gelir hâline getirip harcamak için yani yatırım yapmak filan da kimsenin kafasında yok; onu söyleyeyim. Bu, çok tehlikeli bir şey. Yani, en son söyleyeceğim cümleyi ortalarda söyleyeyim. Esas itibarıyla biz karşı olduğumuzdan değil ancak bu önemli bir silahtır. Bu silah iyi kullanılmadığı zaman hem Türkiye'yi ciddi ekonomik risk içerisine sokar hem de hakikaten gelecek nesillerin gelirlerini de bugünden harcayarak gelecekte ciddi bir şekilde kamu açıklarının doğmasına neden olabilir.

Şimdi, hem gerekçede hem sayın bakanların ifadelerinde şöyle bir şeyle de karşılaştık: Maliye politikasında -ve kurguda da var bu- ciddi bir gevşemeye işaret ediyor burası. Bu, çok önemlidir yani Türkiye açısından sıkı maliye politikası Türkiye ekonomisine çok şey kazandırmıştır, burada hiçbir gevşemenin olmaması lazım. Uzun uzadıya tartıştığımız konulardan bir tanesi, bu fon kamu hesaplarının içerisinde olacak mı, olmayacak mı; bunun geliri, gideri, borçları kamu hesaplarında görülecek mi? Özellikle Ekonomi Bakanı bunun görülmeyeceğini iddia etti ve bir gün boyunca biz bunu tartıştık. Daha sonra, Allah'tan Maliye Bakanı geldi de "Bunlar elbette kamu hesapları içerisinde görülecek." dedi, önceki sayın bakanı yalanladı ve daha sonrasında mesele halloldu. Dolayısıyla, bunun kamu hesapları içerisinde net bir şekilde görülmesi lazım. Bakın, kamu hesaplarının şeffaf olmasının önüne engel koyan veya gizli kapaklı iş yapan ülkelerin dünya arenasında ciddi şekilde başları belaya girdi. Hani ülke ismi vermek istemiyorum buradan ama bizim hiçbir şekilde kamu hesaplarımızın şeffaflığını azaltıcı bir şey yapmamamız lazım, o riskleri görüyorum ben. Yani Maliye Bakanı bugün olmayacağını söyledi -diğer bakanların- ama gerekçede o riskler var, birazdan bunlara örnek vereceğim. Mesela hemen örneğini vereyim, deniliyor ki: Büyük altyapı projelerine kamu kesimi borcu artırılmadan finansman sağlanacak. Kardeşim, gelirin olmadığı zaman bunu yapma imkânın yok, böyle bir mucize yok yani sen hem büyük altyapı projelerini finanse edeceğim diyorsun fakat kamu borcunu artırmayacağım diyorsun, böyle bir şey yok. Yani bu, kamu hesaplarında görülecek bir fondur ve bunun borçlanılmasında kamu borcunu artırması beklenir ama bu ifade gerekçede hâlen var. Bunu yabancılar gördüğü zaman -eğer dikkatlerini çekerse- nasıl bir tavır takınırlar onu bilmiyorum.

Türkiye'nin son dönemde yaptığı bütün reformlara aykırı ifadeler var burada, onu uzatmayacağım, vaktim azaldı. Mesela fonları kaldırdık, tasfiye ettik, Türkiye için önemli bir reformdu, kara delikti fonlar, şimdi fon kuruyoruz. 5018 sayılı Kanun'da bütçe birliği dedik, bütçenin şeffaflaştırılması dedik, kamu hesapları dedik, bunların hepsine aykırı şekilde bir işlem yapılmaya çalışılıyor.

4749 sayılı Kanun'la yani Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun'la şeffaflaştırma, izleme, değerlendirme dedik, yine bunları da, buradaki hükümleri de hiçe sayacak -buralara istisnalar da getiriliyor zaten- bir kanun yapılmaya çalışılıyor. Dolayısıyla, konunun birbiriyle tutarsız, bütünlüğü olmayan bir yanı var.

Şimdi, son konu olarak da denetim konusuna bir gelmek istiyorum. Bu fon ilk geldiği hâliyle işte "Bağımsız denetçiler tarafından denetlenir ve Sayıştay denetimine tabi değildir." şeklinde gelmişti. Tabii, biz buna ciddi şekilde muhalefet ettik yani bu olacak şey değil, net bir şekilde Anayasa'nın 160 ve 165'inci maddelerine aykırıydı. Sonrasında, uzun tartışmaları anlatmayacağım ama en son geldiğimiz noktada kısmen Anayasa'ya aykırılığın karşılandığını söyleyebiliriz ama yine hâlâ Anayasa'ya aykırılık iddia edilebilir ve tabii, Anayasa Mahkemesinin bu konuda ne karar vereceğini bilemeyiz. Ama, şu anda özel bir denetim getirildi, raporlama sistemi orada, Komisyondaki çalışmalarla konuldu ve onun faydalı olacağını ve mutlaka olması gereken, asgari olması gereken şeyin bu olduğunu söylüyoruz. Tabii, bizim gönlümüz Sayıştay denetiminin olmasından yanadır. Sayıştay bu ülkenin kurumudur. Eğer Sayıştayın problemleri varsa, Sayıştayın kalitesinde, kapasitesinde bir yetersizlik varsa on dört yıllık bir Hükûmetin bunu geliştirmiş olması lazımdı. Yani, çözüm, bu işleri iyi yapamıyor diye Sayıştay denetiminin dışına kaçırmak da değildir. Bu hiçbir şekilde kabul edilemez bir durumdur. Dolayısıyla, denetim konusunda Hükûmetin tabii başlangıçta takındığı tavır hiçbir şekilde kabul edilemez bir tavırdı yani hiçbir denetimi olmayan, böyle, işte Ekonomi Bakanının ifadesiyle 150-200 milyar dolarlık bir fon yürüteceksiniz, yöneteceksiniz fakat bunu kamu adına hiç kimse denetlemeyecek. Bu kabul edilebilir bir şey değildi. Bunun kısmen çözüldüğünü düşünüyorum. Fakat, bizim çözümümüz tabii ki... Mesela, biz orada dedik ki: Belli merkezî denetim elemanlarından Başbakanın seçeceği en az 3 kişi. Yani, burada Başbakan kötü niyetli davranıp -bugünkü Başbakan için söylemiyorum, nihayetinde sistem kuruyoruz- böyle, bu işe çok da ehil olmayan denetim elemanlarını seçip, buraya getirip koyarsa tabii bu denetimden hiçbir şey çıkmaz. Tabii, biz onun yapılacağını beklemiyoruz elbette. Ancak, burada çok özenli bir şekilde, hakikaten denetimi bilen ve uluslararası standartlarda denetim yapan kişilerin buralarda çalıştırılması lazım.

Dolayısıyla, özetle şunu ifade ediyorum: Bu fon önemlidir ancak iyi kullanılması lazım. Mesela, şöyle: Sayın bakanın birisi "Biz bu fonla gerekirse para piyasalarına müdahale edeceğiz." dedi. Bu çok tehlikeli bir laf arkadaşlar yani Merkez Bankası olan bir ülkede "Para piyasalarına ben bu fonla müdahale edeceğim." demek çok tehlikelidir. Özellikle söyledik bunları, bu laflardan kaçınmak lazım. Yani, eğer böyle bir şey yaparsak, para piyasasına, maliye politikasına ciddi müdahaleleri bu fonla yaparsak bu önemli silahı kendimize karşı acımasızca kullanmış oluruz ve Türkiye'nin felaketi olur. Ben son olarak da bu ikazımı yapmak istiyorum.

Genel Kurulu saygıyla selamlarım. (MHP sıralarından alkışlar)