| Konu: | HDP Grubu önerisi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 126 |
| Tarih: | 17.08.2016 |
KAMİL AYDIN (Erzurum) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Efendim, tecrübenin bir tanımı da yaşanan sıkıntılardan, trajedilerden, felaketlerden ders çıkarmaktır. Evet, Türkiye Cumhuriyeti devleti bugüne kadar çok acı tecrübeler edinmiştir. Bunlardan bir tanesi de tarihe geçmiştir -benden önceki konuşmacılar da, grup başkan vekilleri de dile getirdiler- 17 Ağustos 1999 yılında yaşadığımız Marmara Bölgesi'ndeki felakettir, deprem felaketimizdir. Birçok insanımızı kaybettik, şehirlerimiz yerle bir oldu ama Allah'a şükür, birlik ve beraberlik içerisinde yaralarımızı sarmaya hep birlikte çalıştık.
Yine, benzeri bir felaketi de çok yakın geçmişte yaşadık, bu da bizim için acı bir tecrübe hanesine geçti; 15 Temmuz akşamı hain, melun bir tuzakla, bir fitne fesat hareketiyle bir darbe girişimi oldu. Bunda da yine hedef alınan şey neydi? Türk demokrasisiydi, Türk parlamenter sistemiydi, Türkiye Cumhuriyeti devletinin bekasıydı hedef alınan ama Allah'a şükür, bunda da yine Türk milleti aynı feraseti göstermiştir. Geçmişte olduğu gibi, yine birlik beraberlik ruhuyla devletine, milletine, bekasına, parlamenter yapısına sahip çıkarak, bunun simgeleşmiş kurumsal yapılarına sahip çıkarak meydanlara çıkmış "Artık yeter! Biz bugüne kadar büyük bedeller ödeyerek kazandığımız haklarımızı, demokratik gelişmişlik düzeyimizi bir gecede artık heba edemeyiz, yok edemeyiz." demiştir.
Tabii buradan hepimiz bir ders çıkarmalıyız. Sanıyorum 15 Temmuzdan bugüne kadar çeşitli konuşmalarda gerçekten hepimizin mutabık olduğu birtakım şeyler dile getirildi. Neydi bunlar? "Bir musibet bin nasihatten evladır." Evet, çok sıklıkla kullanırız, tecrübe ederek söylediğimiz bir atasözü. Ya da "Her şerde bir hayır vardır." deyip, acaba bu şerden nasıl bir hayır çıkarırız kararlılığını gösterdik. Bunu Parlamentoda da yaptık, kamuoyunda da halkımız bunu çok net bir şekilde tavır olarak ortaya koydu ve bunun gereği olarak da malumunuz, Yenikapı'da bir miting organize edildi ve millet sadece bayraklarını alarak, siyasi mülahazalarını, etnik mülahazalarını, mezhepsel mülahazalarını, dünyevi mülahazalarını bir kenara bıraktı. Çünkü niye? "Söz konusu vatan, söz konusu millet, söz konusu devletin bekası." dedi ve gerisini teferruat sayarak orada bir irade ortaya koydu. Buna siyasi partilerimiz de katıldılar. Özellikle Genel Başkanımız bu iradeyi ilk önce ortaya koyanlardandı. Biz de "Yenikapı'ya gidip bu iradenin, halkın koyduğu bu iradenin ete kemiğe bürünmüş şekliyle biz de orada olacağız." dedik ve orada bulunduk.
Şimdi, böyle bir iradenin ortaya konulması çok da hesaplanmış bir şey değildi çünkü tarihsel geçmişimize baktığımız zaman, bu tür hareketler özellikle bünyenin zayıf olduğu dönemlerde, sıkıntıların birazcık ayyuka çıktığı dönemlerde tezahür ederdi, aynen insan vücudu gibi; zaman zaman söylüyoruz.
Terör örgütleri, özellikle bu bağlamda zamanlamayı çok dikkatlice yaparlar, aynen yüz yıl önce yaptıkları gibi; Birinci Dünya Harbi'nde de yaptılar, İstiklal Harbi'mizde de yaptılar, Millî Mücadele yıllarımızda çok net bir şekilde gördük ya da genç cumhuriyetin ilk dönemlerinde de aynı şeyi yaptılar. Yani, devletin başına bir musibet geldiği zaman, milletin başına bir felaket geldiği zaman, onlar pusularından çıkar, hücrelerinden çıkar "Acaba biz bu sıkıntılı ortamdan nasıl bir pay çıkarırız, nasıl bir melun, nasıl bir sinsi hareketle ne yapabiliriz?" düşüncesiyle ortaya çıkarlar. Bunun bir örneği: İşte, 15 Temmuz akabinde -bakın, aradan üç gün geçmemişti- Trabzon'un Maçka ilçesinde bir hain terör saldırısı oldu ve 3 polisimizi şehit verdik. Bu durmadı, devam etti. 15 Temmuzdan sonraki süreçte, bütün Türkiye'nin bekası üzerinde hesabı olan birtakım güçlerin maşalığını yapan terör örgütleri dur durak bilmeden, kararlılık içerisinde, efendim, terör eylemlerine, cani eylemlerine devam etmişlerdir.
Peki, biz ne yapmalıyız, hem bu musibetten bir ders çıkarma adına o zaman biz ne yapmalıyız? Değerli milletvekilleri, bakın, biz ne yapmalıyız? Demokrasiyi güçlendirmeliyiz; biz, birlik ve beraberliğimizi güçlendirmeliyiz; kardeşlik hukukumuzu daha sağlam temellerde, daha güzel şekilde ortaya koymalıyız. Ne yapmalıyız? Artık, bakın "Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır." düşüncesiyle Yenikapı'ya hücum eden, gelen ve bir demokrasi şölenine dönüştüren halkımızın isteklerine, vatandaşlarımızın dileklerine, lütfen, artık kulak kabartmalıyız.
Hizmet ederken de Hükûmeti burada göreve çağırıyoruz, daha dikkatli olması noktasında uyarıyoruz. Bundan sonra, ne olur, senden-benden hesabı yapmadan... Çünkü o, Yenikapı'da ete kemiğe bürünmüş ruh hâli bir birlik beraberlik hâliydi. Dolayısıyla bundan sonra, atamalar başta olmak üzere, yeniden yapılanma düşünülen kurumlardaki atamalar başta olmak üzere, artık, senden-benden hesabı yapılmamalı.
Ama, maalesef, bir iki hayal kırıklığımızı ifade etmek istiyoruz. Bakın, geçen bir aylık süre zarfında üniversitelerimizde rektör atamaları yapıldı. Maalesef... Bakın, burada bize gelen şikâyetler, bize gelen dilek temenniler; bu, gece demokrasi nöbetinde olan insanlar, Yenikapı'da iradesini ortaya koyan insanlar, tankın üzerine çıkan insanlar, helikopterin altında açık hedef olan insanların talebidir. Biz sadece aracılık ediyoruz. Bunun entelektüel uzantıları da var, akademisyen uzantıları da var. Diyorlar ki: "Artık demokratikleşme hamlelerini daha çok yapmalıyız. Biz irademizi ortaya koyup üniversitelerde seçim yapıyoruz ama seçtiğimiz irade maalesef, yüzde 90'lık bir irade olmasına rağmen yüzde 10'luk iradenin emrine veriliyor. Şimdi, Allah aşkına, böyle, bir kucaklamada, böyle bir demokratikleşme sürecinde, böyle milleti tek vücut hâline getirmede bunlar yapılacak işler mi? Bunlar gerçekten nakisadır; bunlar, insanların yaptıkları, ortaya koydukları iradelerine karşı yapılan bir saygısızlık olarak addediliyor.
Efendim, aynı mantıkla, yüce Mecliste, bizim aldığımız bireysel oyumuz yüksek olmasına rağmen temsil olarak şurada 40 vekille Allah'a şükür kendimizi temsil ediyoruz; Sayın Cumhurbaşkanı Hükûmeti kurma yetkisini niye bize vermedi o zaman? Aynı mantıkla hareket ediyorum. Yani bir üniversiteye 4'üncü olmuş biri rektör atanıyor ise, 3'üncü olmuş, 2'nci olmuş, 5'inci olmuş birine rektörlük görevi tevdi ediliyorsa bunun benzerini burada niye yapmadınız? Niye bir yerde demokratik kurallar ve teamüller işliyor, öbür tarafta işlemiyor? Bu çifte standarttan bir an önce uzaklaşmalıyız. Bu arkadaşlarımız kırılıyor, üzülüyor. Bir millî mutabakat, birlik beraberlik bu ülkede böyle sağlanmaz. Bunu dışarıya da anlatamayız, iç kamuoyuna da anlatamayız. Bu, FETÖ gibi yapıların da işine gelir maalesef. Bu, fay hatlarını genişletir, kırılganlığı artırır, Allah korusun, ileride tekrar denenmesi düşünülen şeyleri besleyici faktörler olur. Onun için, bir an önce, bundan sonraki icraatlarımızda, Hükûmetin bütün icraatlarında biz istiyoruz ki bu birlik ruhunun, millî mutabakat ruhunun daha demokratik yansımasını görelim. Bu bizden talep ediliyor, şikâyetler oluyor; işten atılanlar, efendim, açığa alınanlar, hapse girenler... Bu, bütün mağdurları kapsayan bir taleptir; bakın, bu, Milliyetçi Hareket Partisinin bireysel talebi değildir. Milliyetçi Hareket Partisi bunu halkın ve hakkın tavrı olarak ortaya koymaktadır. Biz halkın isteğini ve hakkın öngördüğünü ifade etmek zorundayız değerli arkadaşlar. Onun için, gelin, kısa yoldan bir an önce bu yanlışlardan vazgeçip... Gerçekten milleti kucaklayan, milletin, bütün cumhurun reisine olan bir özlem varsa bunu gerçekleştirmenin yolu hiçbir siyasi mülahazaya başvurmadan herkesi birlikte kabul etmek ve herkesin tercihine saygı duymaktır diyorum.
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)