GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: HDP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:124
Tarih:10.08.2016

KAMİL AYDIN (Erzurum) - Sayın Başkan, çok kıymetli milletvekilleri; ben de HDP grup önerisi hakkında konuşmak üzere söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Efendim, sözlerimize başlamadan önce, malum, daha 15 Temmuz acısını üzerimizden atmadan, daha o travmadan kurtulmadan maalesef güneydoğudan, Doğu Anadolu'nun birçok yerinden şehit haberlerimiz gelmeye devam etmekte ve yüreğimiz bir kez daha kanamakta, ben tekrar bu şehadet şerbeti içen kardeşlerime Allah'tan rahmet diliyorum, kederli ailelerine ve Türk milletine başsağlığı diliyorum.

Efendim, sizi biraz tarih öncesine yani biraz geriye götüreceğim. Sanıyorum Meclisteki değerli milletvekillerimizin hemen hemen hepsi o tarihleri hatırlayacak bir olgunluk ve yaştalar. Tarih 5 Haziran 1989. Şöyle bir resim vardı. Böyle basitçe, hatırlarsanız. Yer Çin'in Tiananmen Meydanı ve 5 Haziran 1989. Genç bir Çinli tankların önünde duruyor. Bir adım geri gidiyor, tank bir adım ilerliyor, o bir adım geri gidiyor, tank üzerine gidiyor. Benim de yurt dışına bilimsel çalışmalarımı yapmak üzere çıktığım tarihlerdeydi. Bu olaydan itibaren Batı medyasında yoğunluklu bir şekilde bu olay bir kahramanlık öyküsü hâline getirildi. Hatta o tankın önünde duran Çinliye isimler takıldı, "Meçhul asi, tank adam" gibi böyle kahramanlık öyküleri yapıldı. İsmini kimse merak etmedi. Daha sonra, çok sonradan, birkaç yıl sonra ismini en sonunda basına açıkladılar ki, 19 yaşında bir üniversite öğrencisi, efendim, ismi de Wang Weilin diye bir çocuk. Şimdi bu resmi bir yerde tutalım.

Yine, 11 Eylül 2001, Amerika'da bir terör saldırısı oluyor ve bütün dünya bunu naklen seyrediyor. Hepimiz bu Amerika'daki terör dehşetine bire bir tanıklık ediyoruz ve akabinde yine Batı medyasının bundan bir mağduriyet öyküsü çıkararak Amerika'yı mağdur bir ülke hâline getirip ve Amerika'nın artık bunun intikamını alma noktasında bütün hakları haiz olduğunu, sahip olduğunu neredeyse çıkarım hâline getiriyoruz ve maalesef, akabinde, dönemin Devlet Başkanı ve Dışişleri Bakanı o tarihe not düşecek sözleri söylüyor; daha sonra telif etmeye çalıştılar ama "Bu bir Haçlı seferidir." dediler. Bölgede, Orta Doğu'ya ve İslam dünyasına yapılacak deklare edilen bir savaşın adını bir Haçlı seferi olarak ilan ettiler ve dönemin Dışişleri Bakanı da dedi ki: "Bölgede haritalar yeniden çizilecek." Ve buna hiç kimse itiraz etmedi ve eylem planı başladı. Orta Doğu kan gölüne döndü yavaş yavaş. Maalesef komşularımızda yangınlar çıktı, birbirine düşen insanları gördük. Ve biz, bu söylemden aslında bir ders çıkarmamız gerekirken, tedbirli olmamız gerekirken, kendimizi bir anda bir eş başkan... Elma şekeri uzatılınca bunu hemen kabul edip o rolü üstlendik ve bölgenin eş başkanı gibi, "Biz de bu oyunda, biz de bu bölgedeki yeniden haritaların çizilmesi noktasında üzerimize düşeni yapmalıyız." gibi bir rol edindik hiç de vazife olmaması gerekirken ve sonuç itibarıyla geldiğimiz nokta bugün maalesef Rusya, İran, Irak, Suriye, Mısır gibi komşu ülkelerimizle "sıfır sorun" gibi çok idealize edilmiş bir kavram kullanırken... Aslında anlamsal olarak çok çelişkili bir ifade, sıfır sorun demek sorunsuzluk demek; artık sıfır bir ölçü değildir. Bunu dedik, kulağa hoş geldi ama maalesef, sorunsuz olduğumuz ülke kalmadı. Bu da yetmedi, bu sefer yalnızlaşınca saygınlığımız arttı zannettik değil mi? Sanki böyle itibarlı bir yalnızlığı çok idealize edercesine başladık, dış siyasetimizi olması gereken noktasından yaptığımızı tescilleme noktasına getirdik. "Hatalıydık, yanlışlar yaptık." Bunu niye söylüyorum? İşte, geçen hafta boyunca Amerika'daki izlenimlerimize benden önceki konuşmacı kısmen değindi, detaylandırmayacağız ama Tiananmen Meydanı'ndaki tankla 11 Eylül Amerika'daki terör saldırılarını bir kenara koyup bir taraftan da bizim İstanbul Boğaz Köprüsü'nde 2 tank birden üstünden geçen o kardeşimizi hatırladık. Dünyada kahraman ilan edilmedi, uluslararası medyada hiç boy gösterilmedi, hiç kale bile alınmadı. Bunu maalesef anbean yaşadık. 11 Eylül saldırıları o kadar çok gündeme getirildi ki neredeyse bir Amerikan soykırımı noktasına getirildi ama 15 Temmuzda yaşadıklarımızı, Türkiye Cumhuriyeti devletinin idari çatısı olan yüce Meclisin bombalanmasını dünya kamuoyu hiç dikkate bile almadı. Sadece Batılıların "lip service" dedikleri dudaklarıyla böyle bir iki ülkeden sadece bir kınama şeklinde kendini gösterdi ama iç medyalarında, "think tank" gruplarında, STK'larında ve yetkili organlarında hiç gündeme getirilmedi. Biz bunun bire bir tanıklığını yaptık heyet olarak ve içimiz burkuldu ve onun için ısrarla biz dedik ki: "Biz 11 Eylülde hangi insani duygularla hareket ettiysek Türkiye'deki bu çirkin, ahlaksız, darbe girişiminin de karşısında sizden aynı tavrı bekliyoruz." İnsanlığın ortak değeri değil midir yaşama hakkı? Türk'ün yaşama hakkı tehdit altında olduğu zaman niye kılınızı kıpırdatmıyorsunuz? Ama açık konuşayım, iyi ki bunu bir heyet hâlinde yapmışız değerli milletvekilleri. Daha önceleri dış politikada yaptığımız gibi sadece Hükûmeti temsilen birilerini göndermek inanın ateşe benzin dökmekten başka bir şey değil uluslararası ilişkilerde ama karşılarında kararlı Parlamentonun hepsini, yüzde 90'ını temsil eden bir çoğunluk iradesini görünce ciddiye almak zorunda kalıyorlar ve dinlemek zorunda kalıyorlar. "Hiç" noktasından "belki" noktasına getirebiliyorsunuz ve bunun devam ettirilmesi gerekir çünkü gerçekten okyanusun öte tarafında Türkiye Cumhuriyeti devletinin ali menfaatlerini savunmakta ısrarcı olmak zorundayız. Bunun da yolu, siyasi iradenin oraya gidip Türkiye'deki yaşanan her şeyin bütün çıplaklığıyla resmedilmesinden geçtiğini bire bir gördük. Peki, biz ne yapmalıyız, çıkarmamız gereken ders ne? Biz çocukken mahalle arasında böyle tesislerimiz yoktu -bir anekdotla, teşbihle ifade edeyim- top oynardık sokak arasında, çok dikkatli komşular, böyle hassas komşular derdi ki: "Biraz ötede oynayın oğlum, gidin uzakta oynayın. Top bizim camı kırar, bizim eve bir halel gelmesin." Gerçekten o tedbirini alan evin camı kırılmazdı ama sesini çıkarmayan komşunun ilk şutta camları aşağıya inerdi, kıyamet kopardı. Bu -malum, filmlerde de rastladığımız- Metin Akpınar-Zeki Alaysa filmlerinde vardır.

Şimdi, bu basit örnekten hareketle, dış politikada Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak gerçekten -biz bunu İkinci Dünya Savaşı'nda başardık kısmen- "Yurtta sulh, cihanda sulh" demişiz, daha bunun üzerine niye motto arayışı içerisine giriyorsun? Nedir yani sıfır sorun? Ya, vardı zaten. Peki, bu hâle geldik, niye geldik? Çünkü, gaza geldik, havaya girdik, kendimizi bölgenin lideri zannettik. E, olur mu öyle şey? İşte, bugün karşımıza koyuyorlar. Dün bize gaz verenler, "Sen eş başkansın, yürü, kim tutar seni!" diyenler bugün ne diyorlar? "Sizin ne işiniz vardı? Başka bir ülkenin içişlerine, meselelerine karışma." Bugün karşımıza konulan bu. Evet, komşuda yangın var, önce evi muhafaza edelim. Evimizi muhafaza ettiğimizde komşunun yangınını, eğer bizden bir talepte bulunursa, eyvallah, itfaiye araçlarını gönderir söndürürüz. Bakın, "Yangını kim çıkardı, nasıl çıkardı, kim suçlu, kim değil?" şeklinde değil, yardım maksadıyla bunu yaparız. Eğer dış politikada gerçekten önce ülkem ve milletim deyip daha sonra başka ülkelerin iç işleriyle ilgili kötü yorumlara neden olacak şeylerden uzak durursak biz bunu başarırız. Şu anda bizim içinde bulunduğumuz durum bu. Kendimizi güçlü bir şekilde anlatmak zorundayız. Niye bunu söylüyoruz? İran'da etnik yapı çeşitli değil mi? Zenginlik yok mu orada? Var. Peki, niye bir sorun çıkmıyor? Suriye'de, Irak'ta çıkan şeyin benzeri, artık anlamıyor muyuz ki üçüncü istasyon Türkiye. Mezhep noktasında da etnisite noktasında da Türkiye'de de aynı zenginlik var, aynı çeşni var ama biz bunu zenginlik ve çeşni olarak muhafaza etmek zorundayız. Eğer ayrılık nedeni olarak Allah korusun gıdıklar, kaşır ve bunu irite edersek çok kötü günler de bizi bekler. Onun için Türkiye Cumhuriyeti devletinin...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayınız lütfen.

KAMİL AYDIN (Devamla) - Efendim, pozitif bir ayrımcılık...

BAŞKAN - Tabii ki.

Buyurun.

KAMİL AYDIN (Devamla) - Türkiye Cumhuriyeti devleti, inanın, dünya ülkeleri arasında devlet geleneği olan güçlü yapılardan bir tanesi. Allah'a şükür, 15 Temmuzu atlattık ama rehavete kapılmayacağız. Biz güçlü devlet geleneğinin olması gereken koşullarından taviz vermeden bunu devam ettirmek zorundayız. Aksi takdirde bir gün, sesimizi çıkarmazsak, komşunun çocukları gelir bizim bahçede de top oynamaya çalışır ve cam çerçeve bırakmazlar diyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)