GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: HDP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:124
Tarih:10.08.2016

ALTAN TAN (Diyarbakır) - Teşekkür ederim efendim.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; on dört yıllık AK PARTİ iktidarının baştan sona karaya vurmuş dış politikasını anlatmak üzere geldim ama Allah'a çok şükür zaten AK PARTİ'li arkadaşlar yok burada; toplam 10 kişi ya var ya yok. Tamamı da olsaydı zaten bir şey fark etmezdi. Benim çok eski ve yakın bir iki arkadaşım var, onlar hemen el kaldırıyorlar, ne hikmetse de en fazla onlar itiraz ediyorlar fakat itiraz ederken de doğru düzgün bir şey söylemiyorlar.

Değerli arkadaşlar, bu işin cemaziyelevvelinden başlamak niyetinde değilim kalan dokuz dakikada ama 2002'den başlayalım. 2002 senesinde ne oldu? AK PARTİ iktidara geldi ve iktidara gelirken denildi ki: "Necmettin Erbakan'ın dış politikası yanlıştı; ABD'ye, İngiltere'ye, İsrail'e, küresel sermayeye karşı çıkan duruşu millî görüş gömleğiydi, biz bu millî görüş gömleğini çıkardık, üç talakla boşandık ve yeni bir dünyaya yelken açtık." Bu yeni dünya da bütün gücüyle yeni iktidarı destekledi. Sayın Recep Tayyip Erdoğan henüz Başbakan olmamışken, olamamışken -o dönemdeki ayak oyunlarıyla ve Seçim Kanunu'ndaki engellerden dolayı- Amerikan Cumhurbaşkanı tarafından kabul edilmişti, o masaya da o tarih itibarıyla yanında götürdüğü, milletvekili olmayan arkadaşları da kabul edilmişti ve bu fotoğraflar bütün Türkiye'ye çok büyük bir başarı olarak takdim edilmişti.

Aynı şekilde, Dünya Yahudi Kongresi, en büyük ödülünü ilk Müslüman lider olarak bugünkü Sayın Cumhurbaşkanına vermişti ve ondan sonra Türkiye, Avrupa Birliği yolunda bütün önemli adımları atmaya başlayacağını deklare ederek iktidarına başlamıştı, az veya çok bu adımları da bu kanun değişikliklerini de yapmaya başlamıştı.

Peki, ne oldu? Hani "Bütün Aşklar Tatlı Başlar" diye bizim gençliğimizde bir şarkı vardı, bir pop müzik parçası vardı, fantezi. Bu aşk mahkemede bitti, karakolda bitti. Neler oldu, neler bitti uzun uzadıya tekrar bu konulara girmek durumunda değilim ama Arap Baharı'ndan sonra bütün bu işler tepetaklak oldu. Arap dünyasında yıllardır biriken muhalefet patladı, önce Tunus'ta, arkasından Libya'da, Mısır'da, Suriye'de, Yemen'de, Gazze'de, her tarafta bu siyasi eylemler hız kazandı ve çok kısa bir müddet zarfında, beş altı ay zarfında, Libya'da, Tunus'ta ve Mısır'da iktidarlar değişti. İşte ne olduysa o dönemde oldu, siyasi iktidarın şaftı kaydı. Şöyle bir fikir hâkim oldu: "Biz zaten İslam dünyası olarak yüz yıldır bir esaret altındayız, küresel güçlerin egemenliği altındayız. Biz hep birlikte bu İslam coğrafyası, Afrika, Asya coğrafyası, yeni bir dünya kurabiliriz ve yeni bir siyaset inşa edebiliriz." Keşke inşa edebilseydik. Dün de söyledim, hani "İstemeyenin bilmem neyi ölsün." diye bir halk tabiri var, üç dört şekilde söyleniyor bu, ben onlara girmek istemiyorum. Ama, keşke hazırlıklı, programlı, projeli ve kadrolu bir hazırlığımız olsaydı. Biz Afrika'da da, Asya'da da, topyekûn İslam ülkelerinde de emperyalizmin bu deli gömleğini yırtabilseydik ve doğru düzgün bir yol haritasıyla bir güç olarak ayağa kalkabilseydik.

Peki, ne oldu bu süreçte değerli arkadaşlar? İşte, Mavi Marmara olayı oldu, "..."(x) hadisesi oldu. Halid Meşal Gazze'deki Hamas'ın lideri Şam'da Baas Partisinin kontrolündeyken Şam'dan çıkarıldı, Katar'a götürüldü, operasyon başladı ama bir müddet sonra Halid Meşal gidecek yer bulamadı, Mavi Marmara'ya binen arkadaşlara "Biz mi size binin dedik?" diye azarlamalar geldi ve arkasından bütün bu coğrafyadaki kazanımlar bir iskambil kâğıdı gibi devrilmeye başladı ve biz bu kürsüden -her çıktığımda söylüyorum, dün de yine söyledim, bugün de söyledim, tekrar söyleyeceğim eğer bu şekilde devam ederse, sağ kalırsak inşallah- bu gidişatın yanlış olduğunu, ayağa kalkmanın, söz sahibi olmanın lafla olmayacağını, bunun bir proje, bir kadro, bir perspektif, bir vizyon, bir zaman ve güç meselesi olduğunu defalarca dile getirdik.

Yakın döneme gelelim. Yakın dönemde artık Orta Doğu'daki özellikle Suriye politikası üzerinde küresel güçlerle yapılan kavgalar ve yol ayrımından sonra Suriye berbat bir hâle geldi. 7 milyon insan, hatta son rakamlarla 8 milyona yakın insan göç etmek zorunda kaldı -bu rakam ülkenin yüzde 40'ı- ve 400 binin üzerinde, 500 bine yakın insan da hayatını kaybetti.

Kürt meselesi çözülemedi; içeride de çözülemedi, Suriye'de de çözülemedi. Bir Rojava meselesi geldi, Türkiye'nin bütün iç siyasetini, dış siyasetini, Orta Doğu siyasetini kilitledi. Ben Sayın Ahmet Davutoğlu'na, Mesut Barzani Diyarbakır'a geldiği gün, akşamleyin onuruna verilen yemekte -masada yan yana oturdum- bütün bunları, o gün, o cicim aylarının, balayı günlerinin çözüm sürecinde devam ettiği dönemde anlattım. O da hayatta, ben de hayattayım, yanımda Egemen Bağış vardı, benim bu tarafımda da Sayın Barzani'nin kardeşi vardı. Bir saat masada bunları tartıştık, millet yemek yerken biz tartıştık.

NURETTİN YAŞAR (Malatya) - Figen Yüksekdağ da vardı başka bir toplantıda Barzani'yle.

ALTAN TAN (Devamla) - Benim dediğimi halledelim sonra tansiyonu da yeriz, onu da yeriz.

NURETTİN YAŞAR (Malatya) - Bu sorunu Ertuğrul Kürkcü çözecek!

ALTAN TAN (Devamla) - Gülüyorsun ama perişanlığa gülüyorsun Nurettin. Perişanlığa gülüyorsun, perişanlığa.

Bak, burada bir perişanlığı anlatıyorum. Sen de bir Kürt olarak keşke benim dediklerimi o zaman söyleseydin. Bu çok bilmiş havalar sizi mahvetti zaten. Şair diyor ya: "Beni bu güzel havalar mahvetti." Sizi bu iktidar sarhoşluğu mahvetti zaten. Biraz dinleyin, biraz bakın, nerede yanlış yaptınız, ne oldu, niye bu işler buraya geldi.

Ve Tuncer Kılınç daha siz iktidara gelmeden, 2002'nin Mart ayında, Harp Akademilerinde bir sempozyumda çıktı şunu söyledi, dedi ki: "Türkiye Avrupa Birliğine mecbur değil; Rusya'yla, İran'la yeni bir dünya kurulur." Bunu İsmet İnönü 16 Nisan 1964'te söyledi -tarih okumuyorsunuz, bari Google amcaya bakın- dedi ki: "Yeni bir dünya kurulur ve Türkiye yerini alır." Johnson mektubundan sonra, Amerikan Cumhurbaşkanı Johnson mektup yazdıktan sonra buna cevaben İsmet İnönü 16 Nisan 1964'te bunu söyledi. Siz döndünüz dolaştınız 16 Nisan 1964'e geldiniz, Mart 2002'ye, Tuncer Kılınç'ın dediğine geldiniz. Peki, bu on dört sene ne oldu? 68 general Ergenekon'dan, Balyoz'dan içeriye alındı ki ben "Millî orduya kumpas kuruldu." diyenlerden değilim, olmayacağım da. O bütün davaların boş olduğuna da inanmıyorum, buna da bir büyük parantez açayım. Bu ordu, millî ordu o zaman darbe yapıyordu, bugün darbe yaptı. Yapmazdı! Körler, sağırlar birbirini ağırlar, birbirimize yağ çekerek de bir yere varamayız. Kurumların tamamı çökmüştür, ordu dâhil. Dünyada böyle bir ordu yok, ikiye bölünmüş, karpuz gibi çatlamış, 200 küsur generali darbenin içine girmiş, kendi Meclisini bombalamış başka bir ordu yok.

Dolayısıyla, arkadaşlar, bunlardan bir ders çıkaralım. Bugün bir millî politika, dış politika derken bir gün Avrupa, bir gün Amerika, bir gün Rusya, bir gün Çin; bugün dediğinize yarın hayır, hayır dediğinize yarın evet; buradan bir yere varılmaz. Defalarca dedik, gelin bu Meclisi gerekirse kapatın. Yani bana göre açık olsun, bütün millet duysun. Ben hayatımda gizli şeyleri sevmedim, ömrümde gizli toplantı yapmadım. En büyük liderlerle de oturdum kalktım içeride ve dışarıda, legal, illegal ama gizli değil, şahitli, gözlemli ve bunların tamamını yazdım, anlattım. Gelin açık yapalım ama istiyorsanız da gizli yapalım, beş gün, on gün bir dış politika takip edelim, bir millî eksen takip edelim. Bunu yapamazsak inan edin bu gelgitler devam edecek, faturayı da millet ödeyecek.

Vaktim bitti.

Saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)