GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Karadağın Kuzey Atlantik Antlaşmasına Katılımına İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:123
Tarih:09.08.2016

HDP GRUBU ADINA ALTAN TAN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bugün çok önemli bir görüşme cereyan ediyor Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Putin arasında. Şu an içinde bulunduğumuz saatlerde de bu görüşmeler ve diyaloglar devam ediyor.

Değerli arkadaşlar, Türkiye'nin Rusya da dâhil olmak üzere çevresindeki bütün ülkelerle, bütün kuruluşlarla sorunlarını çözmesi, iyi ilişkiler içerisinde olması hepimizin isteği. Ancak bunu söylerken şöyle bir eleştiride de bulunmak istiyorum: Türkiye öyle bir gemi hâline geldi ki, açık denizlerde rotadan çıkmış, yelkenleri yırtılmış, patlamış, kürekleri denize düşmüş, dalgaların bir oraya bir buraya sürüklediği bir ülke hâline geldi. Bunu da asla kabul etmek, doğru görmek ve sürdürülebilir bir pozisyon olarak kabul etmek mümkün değil. Niye mümkün değil, kısaca bunu izah etmeye çalışacağım.

Değerli arkadaşlar, biliyorsunuz, Necmettin Erbakan döneminden başlarsak, Türkiye'de Refah Partisi kademe kademe, 1984 yerel seçimlerinde yüzde 4,45 oydan yüzde 21 oya kadar geldi ve 1995 seçimlerinde Türkiye'nin 1'inci partisi oldu ve arkasından bir koalisyon hükûmeti kuruldu Doğru Yol Partisiyle. Ondan önce de olan ayak oyunları ayrı, uzun uzadıya anlatmıyorum ama Necmettin Erbakan Başbakan olarak hükûmeti kurdu. Çok kısa bir müddet sonra ciddi bir kıskaç altına alındı, yapmak istediği D8 toplantıları engellenmeye çalışıldı ve bildiğiniz gibi -yine, uzatmadan, bu on dakikayı en verimli şekilde kullanabilmek için söylüyorum- 28 Şubata gelindi. Necmettin Erbakan'ın o dönemde sıkıştırılmasının ve iktidarı hileyle, cebren elinden alınarak bir köşeye itilmesinin veya yasaklanmasının esas sebebi az veya çok namaz kılması veya özel hayatı değildi. O dönemde, yine, bugünkü gibi, dünya siyasetini yöneten güçler, çevreler bir hesaplaşma içerisindeydi ve Erbakan'ın D8'lerle kurduğu bu ilişkiler, Almanya, İran ve diğer ülkelerle kurduğu diyaloglar bugün "Batı Bloku" olarak nitelendirdiğimiz Avrupa Birliği, ABD, İngiltere ve İsrail'i ciddi şekilde rahatsız etti. Ondan sonra, biliyorsunuz, parti kapatıldı, yeni bir süreç başladı ve daha sonra Adalet ve Kalkınma Partisi kuruldu.

Adalet ve Kalkınma Partisi ilk dönemlerde ABD'den, İngiltere'den, İsrail'den, dünyadaki Yahudi Kongresinden, küresel sermayeden, bütün bu güçlerden ciddi bir destek aldı. Bunun gizlisi saklısı, öylesi böylesi yok. Ondan sonra Avrupa Birliği sürecinde Türkiye çok ciddi adımlarla düzenlemeler yapmaya koyuldu; 2010 yılına kadar, 2011 yılına kadar, tabiri caizse bu balayı devam etti. O dönemde, bugün en fazla tartışılan cemaat de bu konsorsiyumun içinde büyük bir ortak olarak yerini aldı. Ama ne zaman ki Arap Baharı başladı, Tunus'ta, Mısır'da, Libya'da ardı ardına iktidarlar değişmeye başladı, Türkiye'nin de bu, Avrupa Birliği, ABD, İngiltere'yle olan ilişkilerinde çatırdamalar, önce cızırtılar, sonra ciddi görüntü bozuklukları ortaya çıktı. Kavganın esası budur değerli arkadaşlar.

Tabii, burada, bizim başta İslami medya da olmak üzere hepsi "Yeter artık bu zillet, bu mihnet." diye o güne kadar kullanmadıkları bütün bir üslupla olayın asli gidişatını tamamen çarpıtarak "Yeter artık, biz tek başımıza ayağa kalkmak durumundayız. Orta Doğu'da bizden habersiz bir yaprak kıpırdamamalı ve biz artık tek belirleyici olmalıyız." diye pozisyon aldı.

Keşke böyle olsaydı. Hani derler ya: "İstemeyenin bilmem kimi ölsün." Ama bu yeni süreçte ABD'yle, Avrupa Birliğiyle, küresel sermayeyle yollar ayrılırken bir proje ortaya konulamadı. Suriye ne olacak? Nasıl bir İslami anlayış olacak? Mısır'da ne olacak? Laiklerle diyaloglar nasıl gelişecek? Etnik sorunlar için, Kürt sorunundan Berberi sorununa kadar, Ezidilerden Süryanilere kadar Orta Doğu'da nasıl bir ilişki biçimi geliştirilecek ve belki de çok önemli bir madde olarak, en az bunlar kadar önemli bir madde olarak bu ekonomik düzen, ilişkiler nasıl yapılandırılacak? Yüz yıldır Körfez'de olan İngiltere, ABD -önce İngiltere, sonra ABD- Kuveyt'ten, Bahreyn'den, Birleşik Arap Emirlikleri'nden, Dubai'den, Abu Dabi'den, Suudi Arabistan'dan bir günde nasıl çekip gidecek? Bütün bir Afrika sömürge hâline gelmişken Sierra Leone'den, Gambiya'dan, Senegal'den Somali'ye kadar, İngilizler, Fransızlar, Portekizliler, İspanyollar bir günde nasıl bavulunu alıp gidecek? Bunun bir projesi, hazırlığı, altyapısı, kadroları maalesef olmadı. Terzi kendi söküğünü dikemezmiş, berber kendi kendini tıraş edemezmiş misali, kapısının önündeki bir Kürt sorununu nasıl çözecek? Suriye Kürtleriyle ilgili nasıl bir pozisyon alacak? Yeni Suriye'de Kürtlerin nasıl yeri olacak? Suriye Kürtleri, Baas Partisi veya İran'ın, Rusya'nın eline bırakılacağına Türkiye burada nasıl bir politika izleyerek, güvence vererek Suriye Kürtlerini de Suriye ulusal muhalefetinin içine katacak? Bunların hiçbirisi doğru düzgün düşünülmedi ve yapılamadı.

Bizzat ben ve birçok arkadaş, bu kürsüden, son beş yılda -o günden bugüne- defalarca bunları dile getirdik; zabıtlarda var bunlar. Bu politikanın karaya vuracağını, bir yere gidemeyeceğini, yeni bir siyasetin şart olduğunu, Türkiye'nin Orta Doğu'da İslam ülkeleriyle, halklarla tarihî bağlarını yeniden canlandırması gerektiğini ama bunun mutlaka bir millî politika hâline gelmesini, burada enine boyuna tartışılması gerektiğini ve bir makrosiyaset belirlenmesi gerektiğini bu kürsülerde defalarca tartıştık, konuştuk ama maalesef bunların hiçbiri ciddiye alınmadı. Bugün geldiğimiz noktada da altı ay evvel, sekiz ay evvel kavga ettiğimiz Rusya'yla, neredeyse savaşın eşiğine geldiğimiz Rusya'yla tekrar bir balayı yaşıyoruz ve bu sefer, dönüyoruz, Avrupa Birliğine, ABD'ye, İngiltere'ye, bütün Batı'ya meydan okuyoruz ve biz "Rusya'yla, İran'la, Çin'le yeni bir Avrasya dengesi kurabiliriz." diyoruz.

Keşke bu da o kadar kolay ve basit olabilseydi. Hatırlarsanız, Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç da aynen bu cümleleri bundan on-on iki yıl evvel, on üç yıl evvel tekrarlamıştı ama bunları tekrarladıktan sonra da biz yine Ergenekon ve Balyoz soruşturmalarında Türkiye'de "Kemalist, Atatürkçü" diye nitelendirilen 68 generalin tutuklandığını gördük. İnan edin, arkadaşlar, bu kadar tansiyon çıkıp inmesi bir mandayı, camızı, fili bile yere devirir. Bu ülke bu kadar tansiyonu kaldırmaz.

Bugün yapılması gereken, yine hurra bir yandan bir yana doğru koşmak, kaçmak değil, gelip burada tartışmak; Türkiye'nin yirmi beş yıllık, elli yıllık, yüz yıllık stratejisi ne olacak, Orta Doğu'yla, Afrika'yla, İslam ülkeleriyle, Rusya'yla, İran'la, Avrupa Birliğiyle nasıl bir makrosiyaset ortaya koyacağız, ondan sonra kiminle ne kadar yakınlaşacağız, kimden ne kadar uzaklaşacağız ve kapımızın önündeki Kürt meselesini içeride ve dışarıda nasıl çözeceğiz? Bunları yapamazsak, inan edin, üç ay sonra belki Hindistan'da, belki Çin'de olacağız.

Saygılar sunarım. (HDP sıralarından alkışlar)