| Konu: | Karadağın Kuzey Atlantik Antlaşmasına Katılımına İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 123 |
| Tarih: | 09.08.2016 |
HDP GRUBU ADINA İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu hafta ağırlıklı olarak uluslararası sözleşmeleri görüşeceğimiz Genel Kurul çalışması yapacağız. Ancak, şu anda Türkiye'nin ihtiyacı olan temel tartışmalar, maalesef bu Meclisin gündeminde AKP'nin bilinçli bir çabasıyla olmayacak, bunu özellikle buradan ifade etmek, vurgulamak istiyorum. 15 Temmuzda sanki bir darbe girişimi yaşanmamış, sanki hızla demokratikleşmeyle ilgili, hukuk devletiyle ilgili, toplumsal barışla ilgili bu ülkenin 79 milyonunun bir gündemi yokmuş gibi bu Meclisi çalıştırmak -altını çizerek söylüyoruz- açıkçası bu Meclisi bilinçli olarak işlevsizleştirmektir, devre dışı bırakmaktır. Parlamentonun işlevsizleştirilmesi, tam da bu tarz yapay gündemlerle Parlamentoya mesai yaptırmanın ta kendisidir. Zaten bir olağanüstü hâl ilan edildi, zaten kanun hükmünde kararnamelerle bu ülke yönetilmeye başlandı, zaten o kanun hükmünde kararnamelerin Meclise getirilip onaylanmasıyla ilgili bile en küçük bir endişe ya da kaygı iktidar partisinde ya da Cumhurbaşkanında yok. Ancak, özellikle böylesi bir anlayış üzerinden burada etliye sütlüye dokunmayan uluslararası anlaşmalar çerçevesinde konuşurken biz Halkların Demokratik Partisi olarak tabii ki Türkiye'deki temel meseleleri burada masaya yatırmak durumundayız.
Bakın, bütün Türkiye kamuoyunun ve Türkiye halkının sormuş olduğu bir soruyu şimdi iktidar partisine sormak istiyorum: Biz, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra bu Mecliste ortak bir darbe komisyonunun kurulmasını kararlaştırdık. Halkların Demokratik Partisi olarak, ilk teklifi yapan siyasi parti olarak da bu darbe komisyonunun eşit sayıdaki üyeden hızla teşekkül etmesinin ve hızla çalışmalarına başlamasının Türkiye'nin demokratik geleceği açısından ne kadar önemli olduğunu vurguladık. Bu teklifimizi reddettiniz. Normal, İç Tüzük gereği, herhangi bir alanda yaşanan sorunlarla ilgili nasıl komisyon oluşturuluyorsa o şekilde bir komisyon oluşturulmasını maalesef bu Meclise dayattınız.
Peki, o komisyonun oluşturulmasıyla ilgili Genel Kurul bir karar aldı. Şimdi, 15 Temmuzdan bugüne neredeyse bir aylık bir süre geçti ama hâlâ darbe komisyonu ortalıkta yok, hâlâ komisyon oluşturulmamış. Biz sorduruyoruz, bütün muhalefet partileri bu komisyonun bir an önce çalışmaya başlaması için komisyonda çalışacak olan üyeleri bildirmişler ancak AKP iktidarı, AKP Grubu, hâlâ, sırf bu komisyonun çalışmaya başlamasını ertelemek, ötelemek, zamana yaymak ve belki de engellemek için üye bildirimini yapmamış. Allah aşkına neden korkuyorsunuz, neden çekiniyorsunuz? Eğer bu Meclis, bir darbe girişimini, halka yönelik yapılan katliam girişimlerini bile açığa çıkaracak bir komisyonu aradan geçen bir aylık sürece rağmen hâlâ oluşturmamışsa bu Meclisten bu halkın beklentisi ne olabilir bunu sorgulamıyor musunuz? "Parlamentoyu, Meclisi işlevsizleştirmek" derken işte tam da bunu kastediyoruz. Biz, sizin endişelerinizin ne olduğunu biliyoruz. Bu Meclisi bombalayanların, halka yönelik sokak ortasında katliam yapanların nasıl büyütüldüğünü, nasıl bugünlere getirildiğini bir yüzleşme süreciyle değerlendirmediğiniz için bu Komisyon ola ki öylesi süreçlerle ilgili bir çalışma yapabilir diye çekiniyorsunuz. "Ne istediniz de vermedik?" diyenler ya da metropol kentlerini, büyük kentleri, büyükşehirleri parsel parsel bu yapılara peşkeş çekenler ya da Ankara'yı, İstanbul'u bombalayanların Sur'u, Cizre'yi, Nusaybin'i bombalaması sırasında "Bunları havyarla besleyin." diyenler, bu darbe komisyonunun oluşmasından rahatsızlık duyuyor olmasınlar.
Bakın, hâlâ ilk günden itibaren bu darbenin siyasi ayağıyla ilgili sormuş olduğumuz soruların hiçbirine cevap verilmiş değil. "Bu darbe başarıya ulaşsaydı bunun siyasi ayağı nasıl şekillenecekti?" sorusunu soruyoruz, binlerce insan gözaltına alınmış, tutuklanmış, soruşturma süreçlerine tabi tutulmuş ama bugüne kadar bir Hükûmet yetkilisi çıkıp bu darbenin siyasi ayağıyla ilgili tek bir cümle kullanmış değil, tek bir açıklama yapmış değil. Bu darbe başarıya ulaşsaydı bu darbenin getireceği Cumhurbaşkanı kim olacaktı, Başbakan kim olacaktı, Bakanlar Kurulu kimlerden oluşacaktı? Bu soruları bilmemiz Türkiye halkları olarak hepimizin hakkıdır ve bunlara cevap vermek de iktidar partisi olarak sizin sorumluluğunuz ve önünüzdeki görevin gereğidir ancak dediğim gibi bugüne kadar bu soruların cevaplarını vermediğiniz gibi Meclisin oluşturduğu bir darbe komisyonunun da hızla çalışma yapması için gereken süreçleri maalesef ertelemeye devam ediyorsunuz. Bunun kabul edilebilir hiçbir yanı yok. Bu Meclisi daha fazla işlevselleştirerek, Meclisi daha fazla halkın gündemiyle çalıştırarak Türkiye'nin temel meselelerini daha fazla bu Parlamentoda birtakım yasal düzenlemelerle birlikte ele alarak ancak biz bu darbeler sürecinden bir çıkış yakalanabileceğini düşünüyoruz.
Ben Genel Kurulun açılışı sırasında da ifade ettim, Yenikapı'da bir miting düzenlendi, Yenikapı'daki mitingde, bakın, 6 milyon oy alan bir siyasi parti yok sayıldı.
Yani bize o davet gelmiş olsaydı da biz belirli yüzleşme süreçleri, demokratikleşmeyle ilgili belirli tutumlar ortaya çıkmadan zaten o fotoğrafın bir parçası olmayacaktık. Ancak siz özellikle 6 milyon insanın iradesini temsil eden bir siyasi partiyi yok sayarak devletin yeniden inşası ve yeniden organizesi sürecinde, Kürtler ve Aleviler başta olmak üzere, bu toplumun ötekileştirilen bütün kesimlerine yer olmadığının mesajlarını verdiniz. Âdeta 1924 Anayasası'nın inkâr, imha ve asimilasyon ruhunu bir kez daha Yenikapı'da güncellemiş oldunuz.
Katılmamamıza rağmen büyük bir dikkatle takip ettik. Acaba 79 milyonun tamamını, acaba Parlamentonun tamamını kapsayacak olan, demokratikleşmeyi esas alan, toplumsal barışı esas alan mesajlar çıkar mı diye dikkatle takip ettik. Ancak maalesef, bizim takip ettiğimiz o miting içerisinde biz kendimizi hâlâ "öteki" olarak, hâlâ "dışlanmış" olarak orada değerlendirildiğimizi bir kez daha görme durumunda kaldık.
Bakın bu gidişat, gidişat değil; bu yol, yol değil. Biz tam bir yıldır -bu Meclis kürsüsü, bu Meclis tutanakları şahittir- sizi uyarıyoruz. "Kutuplaştıran, çatıştıran, ayrıştıran, savaş konseptini devreye koyan, halk iradesini esas almayan yaklaşımlarla bu ülkeyi bir darbe mekanizmasına götüreceksiniz." diye defalarca uyardık. Ancak bugüne kadar yaptığımız uyarıları dikkate almadığınız gibi, tam tersi uygulamalarla, ki en somut örneğini yine altını çizerek tekrar edeyim, milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldırarak, darbeyi yapan cuntacılara dokunulmazlık zırhı getirerek, siz, o darbe mekanizmasını hayata geçirdiniz. Darbe mekaniğini Türkiye'de işler kıldınız.
Bakın İmralı'da yaptığımız toplantılarda bugünlerin geleceğini ta iki buçuk-üç yıl öncesinden konuşmuşuz, ayrıntılarıyla tartışmışız. Devletin resmî kayıtlarında, resmî tutanaklarında var. Her biriniz iktidar partisinin milletvekilleri olarak o tutanaklara ulaşma imkânına sahipsiniz. İki buçuk yıl önce Sayın Öcalan, İmralı'da yapmış olduğumuz toplantıda, çözüm sürecinin bitirilmesi, müzakere masasının devrilmesi durumunda darbe mekaniğinin nasıl harekete geçeceğini açık bir şekilde vurguladı. Devlet heyeti de onları not etti. Başbakana, bakanlara ve Cumhurbaşkanına o tutanaklar gönderildi, iyi biliyoruz. Sayın Öcalan şunu dedi: "Türkiye siyaset tarihi, bir darbeler tarihidir. On yılda bir, beş yılda bir sürekli darbelerle demokrasiyi kesintiye uğratan bu süreçler, çözüm süreciyle beraber, kalıcı barışla beraber tarihin çöplüğüne götürülebilir. Ancak, çözüm sürecinin bitirilmesi durumunda, bundan sonra on yılda bir, beş yılda bir yapılacak olan darbeleri değil, kesintisiz olarak devreye girecek olan bir darbe sürecini görme tehlikesiyle karşı karşıyayız."
Şimdi, bunlar bilinmesine rağmen, Dolmabahçe mutabakatının reddedilmesi, çözüm masasının devrilmesi, tekrar savaş konseptinin devreye konması ve âdeta taş üstünde taş bırakılmayacak şekilde kent merkezlerinin yıkılmasıyla birlikte işte gelmiş olduğumuz aşama, gelmiş olduğumuz tablo ortada.
"Huzur ve istikrar" diye milletten oy istediniz, 1 Kasımda yarattığınız savaş ortamı içerisinde halktan yüzde 49,5 oy almayı başardınız, tek başına iktidar oldunuz, halk size her türlü yetkiyi verdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan'a da, bu anlamda, yüzde 49,5 oyla "Bütün bu çatışma alanlarını bitirmenizi istiyoruz, bir toplumsal barış istiyoruz."un mesajını verdi ama bakın, ülkeyi getirdiğiniz nokta ortada, kaos ve istikrarsızlık dışında şu anda hiçbir şey yok. Huzur ve istikrar vadederek oy aldınız, kaos ve istikrarsızlığı bu ülkeye armağan ettiniz. Buna hakkınız yok. Yenikapı mitingiyle ortaya çıkan tabloda, siz, bu toplumu, bir kez daha ikiye böldünüz ve bunun sonuçları, son derece ağır gelişmelere gebedir.
Biz bugünden uyarıyoruz, uyarı görevimizi yapmak istiyoruz: Bu yaklaşımdan, bu anlayıştan vazgeçin. 1924 Anayasası'nın inkârcı ruhu, doksan yıldır bu ülkeye, bu ülkenin halklarına gün yüzü göstermedi. Gelin, 1924 Anayasası'nın o inkârcı ruhunu bir kenara bırakıp 1920 yılında Büyük Millet Meclisinin kurucu ruhunu, 1921 Anayasası'nın çoğul kimlikli, çoğul demokratik ruhunu birlikte, hızla hayata geçirelim. Tek bir saniye bile önemli, tek bir dakika bile önemli. Bu ülkede darbe mekaniğinin tekrar hamleler yapmayacağının garantisi var mı? Herhangi biriniz çıkıp "Artık bütün sorunlar geride kaldı, bir kez daha Türkiye bu tarz badirelerle karşılaşmayacak." diyebiliyor musunuz?
Bakın, askere getirmiş olduğunuz yasayı bile bu süreç içerisinde Meclisin gündemine getirmediniz. Şu anda askerin sokağa tankı göndermesi, Boğaz Köprüsü'ne topları yığması falan suç değil -sayenizde suç değil- uçağı havalandırması da suç değil. Herhangi bir komutan çıkıp "Ben kamu güvenliği açısından risk gördüm, o nedenle bu sivil yerleşim alanlarına müdahale ediyorum, polis başta olmak üzere oradaki bütün güvenlik birimlerini de kendime bağlı operasyonel süreçlerin bir parçası hâline getiriyorum." dediğinde suç işlememiş olacak. Bunun yasasını siz yaptınız. Ya, hiç olmazsa bu süreç içerisinde bu yasayı getirip özellikle darbe travması atlatmış olan bir toplumu bu şekliyle rahatlatmanız gerekiyordu ama nerede? Tam tersine, dediğim gibi, yapılmaması gereken yanlışlarda ısrar ederek bu ülkeyi büyük bir felaketin eşiğine getiriyorsunuz.
Şu anda Plan Bütçe Komisyonunda görüşülen yasa, tam bir darbe yasasıdır. Bugün HDP'li belediyeleri hedefleştirerek bir toplumsal onay alabilirsiniz ama yarın, CHP'li belediyeler başta olmak üzere, bütün muhalefet belediyelerine yöneleceksiniz. Belediye başkanını neye dayanarak görevden alıp yerine kayyum atayacaksınız? Belediye meclisini neye dayanarak toplantı bile yapamayacak bir tasfiye sürecine tabi tutacaksınız? Bunun, darbecilerin yaptığı, Başbakana müdahale edip yerine kayyum atama, memur atamadan ne farkı var ya da Parlamentoyu bombalayan bir anlayış ile belediye meclisini tasfiye eden bir anlayışın hangi farkını burada söyleyebilirsiniz? Bakın, bunların tamamı, yanlış uygulamalar. "Yüzde 70 oy almış, yüzde 80 oy almış belediye başkanını, belediye meclisini öyle ben görevden aldım, oraya memur atarım, istediğim gibi yönetirim." anlayışı içerisine girerseniz bu ülkeye yapabileceğiniz en büyük kötülüğü yapmış olursunuz. Büyük bir gerilim ve çatışma ortamını bizzat kendi ellerinizle hazırlamış olursunuz. Dolayısıyla, bu yanlıştan bir an önce vazgeçilmesi gerekiyor.
Biz özellikle bu konularda kanun hükmünde kararnameler ve torba yasalarla bu sürecin bu şekilde tüketilmesini büyük bir tehlike olarak görüyoruz ve bundan bir an önce vazgeçilmesi gerektiğini, demokrasi, hukuk devleti, toplumsal barış ve insan hakları temelinde hızla bazı düzenlemelerin yapılması gerektiğini bir kez daha altını çizerek söylüyoruz.
Şırnak ve Hakkâri'nin ilçe yapılmasıyla ilgili süreci, arkadaşlarımız bu kürsüden uzun uzun değerlendirecekler. Şırnak'ta zaten insan yok, biliyorsunuz. Yaptığınız yıkım tablosuyla şu an Şırnak kent merkezinde yaşayan tek bir insan yok. Bütün mahalleler tek tek yıkılıyor. O sosyal medyaya düşen fotoğrafları, bilmiyorum inceliyor musunuz, şu anda Şırnak'ın tamamını yıkmış durumdasınız. Şimdi, Hakkâri'nin de il statüsünden çıkarılarak insansızlaştırılmasıyla ilgili bir süreç yürütüyorsunuz. Ne Şırnak halkına sormuşsunuz ne Hakkâri halkına sormuşsunuz, ne oradaki teşkilatlarınıza sormuşsunuz ne oradaki sivil toplum örgütlerine, kanaat önderlerine ne de orada halktan oy almış olan siyasi partilere başvurmuşsunuz. Böyle bir uygulamayı nasıl hayata geçireceksiniz? Hayata geçirdiğinizde bu ülkenin toplumsal barışına nasıl bir katkı sağlamayı düşünüyorsunuz?
Bizim sunduğumuz teklifler belli. Biz, Orta Doğu'da genel olarak temel politikayı değiştirmeniz gerektiğini söylüyoruz. Kürt düşmanlığı üzerinden yürüttüğünüz politikalar iflas etti, bir bir iflas ediyor. Bakın, Münbiç'te de iflas etti. Bu arada vahşi, barbar IŞİD çetelerine karşı Münbiç'i özgürleştirmiş olan bütün demokratik Suriye güçlerini buradan selamladığımızı ve dayanışma duygularımızı ifade ettiğimizi belirtmek istiyorum. Umarım ki Münbiç'in özgürleşmesi, demokratik Suriye cumhuriyetinin hızla hayata geçmesi ve Suriye'de bir barış sürecinin hızla sonuçlanması açısından katkı sağlayıcı olacaktır. Siz, Orta Doğu politikasını çözüm ve barış temelinde değiştirirseniz, Kürtlerle ittifak temeline oturtursanız, Yüksekova'yı da Cizre'yi de il yaptığınızda orada sınır ticareti başta olmak üzere Orta Doğu'ya referans olacak merkezler oluşturursunuz, cazibe merkezleri oluşturursunuz. Bunun için de Şırnak'ı veya Hakkâri'yi ilçe statüsüne falan almanıza gerek yok. Zaten her 4 il de olası Kürt politikasının değişmesi durumunda bölgesel açıdan son derece önemli merkezler hâline gelecektir, ama dış politikadaki temel yanlışlarda yanlış üstüne yanlış yapmanıza rağmen, o yanlışlarla sürekli yüzleşmenize rağmen ısrar etmeye devam ediyorsunuz.
Bakın, bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan, Putin'le görüşüyor. Daha birkaç ay öncesinde Putin'le ilgili, Rusya'yla ilgili ağza alınmayacak sözler söylediğinizde yanlış yapıyorsunuz dedik, bu ülkenin turizmini, tarımını, güvenliğini, Orta Doğu politikasını düşünmeden bu tarz efelenmeler yaparsanız yarın öbür gün bu ülkeyi küçük duruma düşürürsünüz dedik. Bunun için, biz, bu halk bedel ödemesin diye Rusya'ya gittiğimizde ne vatana ihanetimizi bıraktınız ne bu ülkenin kuyusunu kazma edebiyatlarını bıraktınız. Ee, ne oldu? Nereye geldiniz? Hangi aşamaya geldiniz? Bakın, dün Putin için "Zalim Esad rejimine destek vererek birlikte halkı katlediyorlar. Bunu kabul etmemiz mümkün değil." diyordunuz. Erdoğan'ın da Davutoğlu'nun da sayısız açıklamaları var burada. Bugün Putin'le Suriye'ye barış geleceğini söylüyorsunuz. Bu kadar çelişkili, bu kadar kendi kendini yalanlayan, ülkeyi bu kadar küçük düşüren bir politikada niye hâlâ ısrar ediyorsunuz?
Orta Doğu'nun temel politikasını Orta Doğu'nun kadim halklarına dayamak zorundasınız. Ne Amerika'sı ne Rusya'sı ne Avrupa'sı, küresel emperyal güçlerle Orta Doğu politikasını şekillendirmeye kalkarsanız çelişkiler yumağında bu şekilde kendi yanlışlarıyla yüzleşen bir hükûmet pozisyonuna düşersiniz. Orta Doğu'nun kadim halkları olan Araplar, Türkler, Kürtler ve Farslarla ilgili ve yine Ermeniler, Asuri Süryaniler, Nusayriler başta olmak üzere kadim halklarla ilgili bir temel politikayı mutlaka tartışıp dış politikanın ana yörüngesine oturtmak zorundasınız; bunu yapmadığınız sürece buraya getireceğiniz teknik uluslararası sözleşmeler, hiçbir soruna çözüm üretmeyen, tamamen vakit kaybı olarak bile değerlendirebileceğimiz birtakım tartışmaları ortaya çıkaracaktır ama biz vakit kaybı olmasın diye bu anlaşmalar çerçevesinde Türkiye'nin temel meselelerini bu kürsüden ifade etmeye devam edeceğiz diyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)