GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılmasına İlişkin Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:121
Tarih:02.08.2016

HDP GRUBU ADINA GARO PAYLAN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Evet, toplumda bilinen adıyla yeniden bir vergi affı ve yeniden bir varlık barışı. Ortalama iki buçuk, üç yılda bir vergi affı, birkaç yılda bir de varlık barışı yaşıyor toplumumuz. Neden? Çünkü, adil bir vergi sistemimiz yok, vergi ahlakı yok, vergi ödeme alışkanlığı yok, vergiyi bir finansman olarak kullanma ve ödememe üzerine bir ahlak oluşturulmuş durumda.

En son vergi affı 2014 yılında çıktı. Hâlâ bazı işletmeler taksitlerini bitirmediler, daha on sekiz ay olmadı vergi affının çıkması. Dediğim gibi, vergi ahlakını sağlayamadığımız için, bir vergi kültürümüz olmadığı için ve kazanç üzerinden vergi ödemek konusunda devletin de bir havucu ve bir sopası olmadığı için, devletimiz ve vergi sistemimiz "Nereden buldun?" diye soramadığı için insanlar ya keyfî vergi ödüyorlar... Zaten matrahlar anlamında, bu matrahları çıkanlar da finansman anlamında her zorlandığında ödememeyi tercih ediyorlar çünkü -ben de ticaretin içinden gelen bir insan olarak- şöyle bir gerçeklik içindeyiz: Herkes ilk zorlandığında vergiyi askıya alır. Neden? "Nasıl olsa iki yılda, iki buçuk yılda bir Maliye Bakanımız bir vergi affı çıkarır. Ben de yüzde 16'yla, yüzde 18'le banka kredisi kullanacağıma Maliye Bakanımız yüzde 4'le bize bir vergi affı çıkarır." der ve kendi ihtiyaçlarına kullanır ama vergisini ödemez. Çünkü yüzde 4'le yapılandırma varken, 18 ay taksitle, 24 ay taksitle ödeme şartı varken herkes ilk zorlandığında ilk önce ödememesi gerekeni vergisi olarak görür.

Vergi sistemimizde, biliyorsunuz, kazanç üzerinden bir vergilendirme maalesef yapamıyoruz ve gelir üzerinden, servet üzerinden bir vergilendirme sistemimiz yok. Bakın, AKP iktidara geldiğinde servetin yüzde 38'i, Türkiye toplumunun yüzde 1'ine aitti yani en zengin yüzde 1, servetin yüzde 38'ine sahipti. Bu muhteşem vergi sistemimizden dolayı, bugün, 2016 yılında servetin yüzde 55'i, Türkiye toplumunun yüzde 1'ine ait çünkü Maliye Bakanımız "Nereden buldun?" diye soramıyor, herkes de servetini keyfine göre artırıyor, keyfine göre vergi veriyor ve yalnızca dolaylı vergilere yükleniliyor.

Vergi sistemimizin çok büyük çoğunluğu dolaylı vergilerden. Yani, bir benzin istasyonuna gidip mütevazı arabasıyla dar gelirli bir insanımız, deposunu doldurduğunda da aynı vergiyi veriyor; en zengini, milyarlarca dolara sahip bir sanayici de, bir tüccar da aynı vergiyi veriyor. Ama iş, adil bir vergi sistemine geldiğinde maalesef o adaleti kuramıyoruz.

Buradaki çözümümüz, tabii ki vergi afları konusunda, bunların tekrarlanmaması için... Artık bu yasa çıkacak, öyle gözüküyor, zor bir dönemden geçiyoruz, toplumda da beklenti var ama mesele, adil bir şekilde çıkması.

Bakın, gecikme faizimiz, yüzde 16 ama devletin finansman faizi yani hazinenin borçlanma faizi yüzde 10. Yani devlet, alamadığı her 1 lira vergi için gidip piyasaya borçlanıyor ve yüzde 10'la borçlanıyor ama varlık barışında yani vergi affında Maliyenin koyduğu oransa yüzde 4; ÜFE (Üretici Fiyat Endeksi) üzerinden yapılandırma yapıyor.

Yani yüzde 16'yla banka kredisi kullanarak vergisini ödeyenler keriz durumuna düşmüş oluyor ve vergiyi ödemeyenler, finansman olarak kullanarak yüzde 4'le 18 aylık yapılandırmaya tabi oluyor. Bu, vergisini düzgün, düzenli ödeyenlere karşı büyük bir haksızlıktır ve adaletsizliktir. Bu anlamda, en azından, şu yüzde 4 olan oranın, hazine faizi noktasına çekilmesi lazım, kaynak rakamını ve kaybettiğimiz rakamı telafi etmek için.

Bakın, yapılandırdığımız rakam, vergi rakamı için 90 milyar TL, bunun 45 milyar TL faizi var. SGK için de 67 milyar TL alacağımız var, 18 milyar da gecikme faizi var. Yani toplamda, yaklaşık 60 milyar TL'lik bir faizden bahsediyoruz. Devletimiz, yaklaşık bunun üçte 2'sinden vazgeçiyor, hatta, belki daha da fazlası. Yani 40 milyar TL'den vazgeçiyor eğer tamamı yapılandırılırsa. Tam 40 milyar TL arkadaşlar.

Yüzde 10 faizle aldığımız faizden dolayı, son bir yılda, yalnızca 16 milyar TL... Yani bu kaynakları, biz, vergi olarak alabilmiş olsaydık, hazinemiz daha az borçlanacaktı ve 16 milyar TL daha az faiz ödemiş olacaktık. Tabii, bunu hesaba katmadan, vergisini düzenli ödeyenleri cezalandırır bir şekilde, bu varlık barışını, bu vergi affını bu şekilde geçirmeye kalkıyoruz.

Çözüm ne? Çözüm, vergi aflarının bir daha olmayacağının net bir şekilde konulması. Bakın, bazı ülkeler anayasalarına "Vergi affı olmayacaktır." cümlesini koyar çünkü vergi kutsaldır ve herkes gelirine göre vergisini vermelidir.

Peki, dara girenler ne olacak? Bunun da bir çözümü var. Bazı ülkelerin uygulamaları var, vergi ombudsmanlığı var. Bir işletme dara girmişse -özerk bir yapıdır vergi ombudsmanlığı- gider ombudsmanlığa başvurur, "Ben dara girdim; on yıldır, yirmi yıldır vergimi düzenli ödüyorum, finansman zorluğuna girdim, benim vergimi yapılandırın." der, ombudsmanlık eğer ki ikna olursa vergiyi yapılandırır. O açıdan burada iyi niyetli ile kötü niyetliyi ayırmadan bir vergi affına gidilmesi son derece yanlış ve önerimiz, bir kez daha vergi affının olmaması ve yalnızca dar duruma düşenlerin bu vergi ombudsmanlığı çerçevesinde yapılandırmalarının yapılmasıdır.

Torba yasadaki diğer bir konu matrah artırımı. Matrah artırımı daha önce de uygulandı ve şu söylendi: "Şu yıllarla ilgili sen 10 lira vergi bildirmişsin, bunu 11 lira yap, ben seni incelemeyeyim." Bu, gerçekten ahlaksız bir tekliftir arkadaşlar. Bir devlet "Ben seni incelemeyeyim." diyemez ve 2011-2015 yılları arasında gelir vergisi, KDV, kurumlar vergisi için diyecek ki: "Sen 10 lira vermişsin, 11 lira ver, ben bu dört yılla ilgili, seninle ilgili hiçbir inceleme yapmayacağım." Dedik ki Sayın Bakana: Sayın Bakan, peki, diyelim ki çok düşük bir gelir bildirmiş bir işletmeye veya zarar bildirmiş işletmelere bakalım. 200 bin TL ciro yapan bir işletme zarar bildirmiş, 2 milyar TL ciro yapan da zarar bildirmiş. Her ikisine de sen diyorsun ki: "10 bin lira ver, ben seni incelemeyeceğim." E, ölçek farkı? Birisi 200 bin TL cirosunu 10 bin lirayla aklayacak, biri milyarlarca liralık cirosunu 10 bin TL'yle aklayacak! Bunun neresinde adalet var? O açıdan bir ölçek şartının mutlaka konulmasını söyledik -tabii ki ehvenişer- ama mutlaka bu "1 lira daha ver, incelemeyeceğim." ahlaksız tekliflerinden de ivedilikle vazgeçilmesi gerekiyor.

Diğer bir mesele, varlık barışı. Bu, kaçıncı varlık barışı, artık bilmiyorum. Evet, vatandaşlarımızın yurt dışında kaynakları var. Bunun niçin olduğunun kaynağına inmezsek varlık barışlarını biz devamlı çıkarırız ve hep başarısız olur. Niye insanlar varlıklarını dışarı çıkarırlar? Bakın, gelişmekte olan pek çok ülkede veya demokrasisini kurumsallaştıramamış, hukuk devleti olamamış ülkelerde zenginleşenler -zaten adaletsiz bir şekilde pek çok zenginleşmeler söz konusu olur- vergilendirilmiş veya vergilendirilmemiş servetlerini yurt dışına çıkarırlar. Nereye çıkarırlar? Hukuk sistemi kurumsallaşmış, demokrasisi kurumsallaşmış, varlıklarının güvende olacağını hissettikleri yere çıkarırlar. Neden çıkarırlar? Ülke riskini azaltmak için. Eğer ki biz hukuk devletimizi kurumsallaştıramazsak, iç barışımızı sağlayamazsak ve bugün olduğu gibi ülkemiz eğer ışıldamıyorsa, hani dünyadan buraya bakarken bir üçüncü dünya ülkesi olarak görülüyorsa, ne yabancı buraya sermaye getirir ne de ülkemizin vatandaşları dışarı çıkardıkları servetlerini buraya getirirler. O açıdan hiçbir yasaya gerek yok. "Ben seni incelemeyeceğim arkadaş, ne getirirsen, nasıl gelirsen gel." demekle bu iş çözülmez. Çözüm, demokrasimizi kurumsallaştırmak, iç barışımızı tesis etmek, her kesimin can güvenliğinin de, mal güvenliğinin de olduğunu göstermektir.

Bugünlerde çok kötü uygulamalar yapıyoruz. Bakın, bir örnek vereyim: Bir tüp bebek merkezi ya! Yani bugünlerde uğraşmamız gereken şey o mu? Bir tüp bebek merkezine kanun hükmünde kararnameyle el konulmuş; oradaki embriyolara, spermlere, yumurtalara el konulmuş. Milyonlarca liralık varlığa el konulmuş, götürülmüş Şişli Etfale bırakılmış. Sahibi kim? Bir Ermeni, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bir Ermeni. Böyle mi acaba biz hukuk devletiyiz, "Can güvenliğiniz de, mal güvenliğiniz de var." diyeceğiz kendi vatandaşlarımıza ve buraya yatırım yapmayı düşünen insanlara? O açıdan, hem vatandaşlarımıza hem yabancılara ülkemizde bir riskin olmadığını, hukukun işlediğini göstermek, en büyük varlık barışı yasasıdır ve herkesin güvende olduğunu hissettirecek yasadır diyorum.

Çözüm ne peki? Bir mali milat bu konuda. Sayın Bakana -gerçi Sayın Bakan gitmiş, başka Bakan gelmiş- defalarca önerdim: Bir mali miladı oluşturmak, herkesin servetini gerçek değeriyle beyan etmesini sağlamak ve ondan sonraki servet artışlarını, kazançlarını, devletin "Nereden buldun?", Maliyenin "Nereden buldun?" diyebilmesidir. Ama bunu siyasileşmiş ve bir partinin güdümündeki maliye yapamaz, Batı demokrasilerinde olduğu gibi özerk maliye sistemleri yapabilir. Biliyorsunuz, Amerika'da maliye sistemi özerktir, pek çok Avrupa demokrasisinde özerktir. Onlar, siyasi iktidarın "Git şunun tepesine bin, git şunu incele." demesini beklemeden hangi siyasi partiden, hangi görüşten olduğuna bakmadan gidip incelerler ve kaçırılan her bir kuruş için sopasını gösterirler ve millet de gerek çekindiğinden gerek vergi ahlakı olduğundan vergisini düzgün, düzenli öder.

Bakın, vergi affıyla 40 milyar TL'den vazgeçiyoruz, faizlerinden vazgeçiyoruz dedik. Az önce arkadaşımız söyledi, ben gündeme getirdim, 1 Ekim tarihinde asgari ücret 1.230 TL'ye düşüyor arkadaşlar. 1.300 TL diye vadettiniz, 1 Ekim tarihinde asgari ücret 1.230 TL'ye düşüyor. Yalnızca üç ay için asgari ücretlimiz 70 TL eksik alacak ama biliyorsunuz ki asgari ücretli için 70 TL, önemli bir rakamdır. İnanın, 1 TL, 1 TL harcamalarını yapıyorlar -buradakiler çok bilmezler- 1 TL, onlar için önemlidir ve 70 TL'den üç ayda 210 TL zararları olacak. Bunun maliyeti nedir? Maliye Bakanına defalarca dedim ki "Bunu değiştirin, düzeltelim bunu." 1 milyar TL yalnızca. Yani, devlet bu vergiden vazgeçse... Çünkü, asgari ücretli 1 Ekimde bir üst kademe çıkıyor. O birinci kademeyi yükseltip bu 1 milyar TL'den vazgeçeceğiz, hepsi hepsi 1 milyar TL. Yani sermayeye verdiğiniz 40 milyar TL'ye karşılık, asgari ücretli için yalnızca 1 milyar TL'den -o da milyonlarca insanımızın vereceği, cebinden alınacak- vazgeçeceksiniz. Kırkta 1'i. Sermayeye 40 milyar TL verirken asgari ücretlinin 1 milyar TL'sine tamah eden bir Meclisin üyesi olmaktan maalesef utanırım arkadaşlar. Bu yönde önergelerimiz olacak. Bu konuda mutlaka el birliğiyle, şu asgari ücretin sizin de vaadiniz olan 1.300 TL'nin altına düşmesini engelleyelim derim.

Değerli arkadaşlar, biraz da, son beş altı dakika da darbe girişiminden ve o günlere nasıl geldiğimizden bahsetmek istiyorum. 15 Temmuz darbe girişimini lanetliyorum ama 2016 Türkiyesi'nde, 2016 dünyasında hâlâ darbe tehlikesi, darbe girişimi olmuş bir ülkede yaşamanın hepimiz utancı içinde olmalıyız diyorum.

15 Temmuza nasıl geldik? Bakın, 15 Temmuzu yargılıyoruz. Diyoruz ki: O gün darbeciler sokağa çıktı ve halkımıza karşı silah doğrulttular. O günü elbette yargılayalım ama o güne nasıl geldiğimize bakmazsak, darbe girişimcilerinin darbe iklimini nasıl yarattığına bakmazsak bu darbe girişimi maalesef cezalandırılmamış olur ve biz yeni darbe girişimlerine hep gebe oluruz. 2007 yılında da biliyorsunuz bir muhtıra oldu, o da bir darbe girişimiydi. Biz hep şunu söyledik: 2007 yılındaki darbeyle yüzleşilmedi. O muhtırayla yüzleşilmedi. 2007 yılındaki muhtıraya giderken olaylara bakılmadı. Eğer 2007 yılındaki muhtıraya giderken olan olaylara bakılsaydı bu darbe belki olmazdı.

2007 yılında neler oldu o muhtıraya giderken? Rahip Santoro katledildi, Malatya Zirve Yayınevi basıldı, Danıştay baskını yapıldı, Hrant Dink katledildi. Bir tek Hrant Dink cinayetine bakmış olsaydınız -çünkü biz "Hepiniz oradaydınız." dedik, "Bu cinayet paralele sığmaz." dedik, "Bu cinayet Ergenekon'a sığmaz." dedik çünkü herkes oradaydı- bu darbe girişimi ve girişimcileri de belki bu anlamda mahkûm olacaktı, Ergenekoncular ve Dink cinayetinde olan herkes mahkûm olacaktı. On yıldır diyoruz ki: Elimizdeki video kaydında, orada, Jandarma görevlileri var. Telefon kayıtlarından biliyoruz ki sinyaller oradan geliyor. Tam on yıldır bunu söylüyoruz. Önce Ergenekonculara ihale edilmeye çalışıldı Dink cinayeti; Veli Küçükler, şunlar, bunlar... Evet, onlar da vardı, cinayetin yapı taşlarını onlar hazırlamıştı. Sonra Fethullahçılara ihale edilmeye çalışıldı, "Yalnızca paralelin işi." dendi ve bazı Fethullahçı sanıklara ihale edildi. Şimdi bakıyoruz ki Jandarma görevlileri de orada ve şunu da biliyoruz ki dönemin valisi de oradaydı -dönemin valisi Muammer Güler- Celalettin Cerrah da oradaydı. Hepsi bildikleri hâlde bu cinayeti engellemediler. Ve bir tek Dink cinayetine bakılsaydı 2007 darbe döneminden sonra, muhtırasından sonra ve Abdullah Gül Cumhurbaşkanı olduktan sonra, belki biz bugünü yaşamayacaktık.

Şimdi, yeni bir darbe yaşadık. Bu toz bulutunun içinde 15 Temmuz darbe girişimine nasıl geldiğimize bakmak durumundayız. 15 Temmuz darbe girişimine nasıl yaratıldı bu iklim? Barış iklimi, barış süreci nasıl ortadan kaldırıldı? Barış süreci ortadan kaldırıldıktan sonra HDP'ye dönük saldırılara baktığımızda, binalarımızın bombalanmasına baktığımızda, mitinglerimizin bombalanmasına baktığımızda, darbe "Geliyorum." diyordu. Bakın, pek çok AKP'li arkadaş bana gelip "Ya, sen 'Darbe olacak, darbe olacak.' diyordun, nereden bildin?" dediler. Ben de dedim ki: "Bunu bilmek için müneccim olmaya gerek yok. Yalnızca Türkiye siyasi tarihini bilseniz biraz, biraz siyasi tarih bilseniz, biraz muhakeme yeteneğiniz olsa, daha önce yaşadıklarımıza baksanız bu darbenin gümbür gümbür geldiğini görürdünüz." Oysa, biz darbelerin hazırlık sürecine bakmadığımız sürece bu darbeler devam edecek maalesef arkadaşlar.

Bakın, geçen yıl 22 Temmuzda, Ceylanpınar'da 2 polis katledildi. Lanetledik ve dedik ki: "Bunun failleri ortaya çıkarılsın." Müstafi Başbakan Sayın Davutoğlu dedi ki: "Kandil'den telsiz mesajı gelmiş, onun bana istihbaratını verdiler, ben bütün uçaklara 'Kalkın, bombalayın.' dedim." Çünkü "Kandil'den bu emir geldi." diye teyit etmişlerdi istihbaratçılar. Biz dedik ki: "Bu, kirli bir cinayettir, araştırılsın." Bir yılı geçti o savaşın başlaması. 800 güvenlik görevlisini, resmî kayıtlara göre binlerce insanımızı kaybettik ve demokrasimizi kaybetmek üzereydik.

Arkadaşlar, o döneme bakmadığımız sürece, 22 Temmuzda ne olduğuna bakmadığımız sürece, 22 Temmuzda o polislerin öldürülmesine, onların faillerine bakmadığımız sürece, Roboski cinayetinde plaket verdiğiniz askerlere bakmadığımız sürece ve Cizre'yi, Sur'u, Silopi'yi bombalayan komutana -darbeci çıktı ya- onlara "kahraman" dememize bakmadığımız, öz eleştiri yapmadığımız sürece, bugün "FETÖ'cü" denilenler tasfiye edilirler, yerine bir bakıyorsunuz, Ergenekon zanlılarını, Balyoz zanlılarını getiriyorlar, 2007 yılındaki zanlılar. Onlar mı bize yâr olacaklar?

Bakın, demiyorum ki hepsi suçlular. Ama adil bir yargılama yapılmadı, ne 2007 dönemiyle ilgili ne rahmetli Erbakan'a karşı yapılan darbeye karşı ne 12 Eylül 1980'e karşı. Gelin, el birliğiyle 15 Temmuz darbesine giden yollara bakalım. Nasıl bu toplum birbirine düşürülmeye çalışıldı, nasıl darbe iklimi yaratıldı? Bunlara bakmadığımız sürece FETÖ'cüler gider, başkaları gelir, tekrar darbe dinamikleri yaratır. Şunu çok iyi biliyoruz: "Ergenekoncu" denen zanlılar -hani bugün televizyonlara çıkıp kahramanlıklar taslıyorlar ya- darbe dönemlerini, darbe dinamiklerini, toplumu birbirine düşürme dinamiklerini çok daha etkin bir şekilde yapabilirler. O açıdan, yapmamız gereken, ademimerkeziyetçi bir yapıyla devleti yeniden yapılandırmak.

Sayın Cumhurbaşkanı bugün bir açıklama yaptı, "OHAL'i devletin işleyişini hızlandırmak için yapıyoruz." dedi -yani Meclisi devre dışı bırakmak- "Devleti yeniden yapılandırıyoruz." dedi. Biz neredeyiz arkadaşlar, Meclis nerede bu yeniden yapılandırmada? Sarayda birileri devleti yeniden yapılandırıyor, birtakım güç ilişkileri yeniden tahkim ediliyor, o güç ilişkilerinde milletin temsilcileri yok. Böyle bir yeniden yapılandırmadan hiçbirimize hiçbir hayır gelmez arkadaşlar. O açıdan, bir an önce Meclisin tekrar devreye geçmesini sağlamamız gerekiyor.

Saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)