| Konu: | Başbakanlığın, Birleşmiş Milletlerin Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti'nde icra ettiği harekât ve misyonlar kapsamında hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükûmetçe takdir ve tespit edilmek üzere, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yurt dışına gönderilmesi ve Hükûmet tarafından verilecek izin ve belirlenecek esaslar çerçevesinde bu kuvvetlerin kullanılması için Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca bir yıl süreyle izin verilmesine ilişkin tezkeresi (3/807) münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 121 |
| Tarih: | 02.08.2016 |
CHP GRUBU ADINA ÖZTÜRK YILMAZ (Ardahan) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti'nde Birleşmiş Milletler kapsamında yürütülecek harekâta Türkiye'den kuvvet katılımına ilişkin Hükûmet tezkeresinin bugün görüşülmesi nedeniyle söz almış bulunuyorum grubumuz adına. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Şimdi, 15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili olarak elbette çok söz söylendi, çok konuşuldu; müsaade ederseniz, söz aldığım bu oturumda ben de bunun dış politikamıza olan etkileri hususunda konuşmak istiyorum.
Bir kere, 2010 yılından sonra dünyada yaklaşık 30 tane ya darbe olmuş ya da girişim olmuş, bunların 7'si darbeyle sonuçlanmış, diğer 23'ü ise darbe girişimi olarak kalmış. Bizim bugün Mali'ye ve Orta Afrika Cumhuriyeti'ne yapacağımız katkı dikkate alındığında bu ülkelerin ikisi de darbe sürecinden geçmişler. 2012 yılında Mali'de bir darbe olmuş, bir buçuk ay sonra karşı bir darbe olmuş. Keza 2013 yılında Orta Afrika Cumhuriyeti'nde bir darbe olmuş yani biz darbe girişimine maruz olan bir ülke olarak darbe yapılmış, darbenin iş başında olduğu ve siyasi geçiş sürecinde, o arayış içerisinde olan 2 ülkeye yardım ediyoruz. Bu 2 ülkenin barış ve istikrarına katkı sağlamak istiyoruz.
15 Temmuzla ilgili olarak her şeyden önce, bu yüzyılda Türkiye'de bu tür bir kalkışmanın olması bizim asla kabul etmeyeceğimiz bir konudur. O gün bunu en şiddetli kınayan partiydik. Şahsen ben de darbe girişimini daha ilk duyduğum andan itibaren, on bir buçukta ilk kınayan kişilerden birisiydim. Türkiye'nin bu yüzyılda böyle bir şeye konu olması hiçbir şekilde Türkiye'nin imajına katkı sağlamamıştır, bu girişimde bulunanları da yerin dibine çakmıştır. Türk milleti buna başkaldırmıştır çünkü demokrasiye sahip çıkmıştır, sahip çıkmak zorundayız. Bu konuda siyasi parti tercihlerimiz farklı olur, bu gayet normal ama bu Meclisteki 4 siyasi parti de bu darbe girişimine karşı durmuştur, halkımız da bu karşı duruşla darbeyi defetmiştir.
Bir kere her şeyden önce şunu anlamamız gerekiyor. Bu darbe süreciyle birlikte dış politikamıza ciddi manada yansımalar olacaktır. Nedir o yansımalar? Bir: Türkiye veya dünyada darbe sürecine tabi olan ülkeler böyle dönemlerde mercek altına alınırlar, ne yaptığınız merak edilir. Bu süreci nasıl tamamlayacağınız, ne kadar kısa sürede tamamlayacağınız, ne yönde tamamlayacağınız merak edilir. Türkiye'nin önünde -uzatmadan söyleyeyim- iki yol var. Birincisi, demokratik alanın daraltılmasıdır, böyle dönemlerde demokratik alan daraltılır. Bazı ülkeleri örnek verebiliriz yani muhtemel başka bir darbe korkusuyla gücü merkezileştirmek, demokratik alanı daraltmak ve böylece güven ve istikrarın sağlanabileceği düşünülür ve bu çerçevede kanun hükmünde kararnamelerle devlet yönetildikçe yönetilir. Sonuçta bu yol demokratik alanın daraltıldığı ve küçültüldüğü bir yoldur. Bu da uluslararası toplumun kaygıyla karşıladığı bir alandır.
İkinci yol: "Her şerde bir hayır vardır." derler, bundan bir toparlanma sağlanır ve demokratik alan genişletilir. Buna da çok örnek vardır darbe sürecinden geçmiş ülkeler için. Bu süreçte de önemli olan bir an önce normalleşmenin sağlanmasıdır, Türkiye'de devletin kanun hükmünde kararnamelerle yönetimine son verilmesidir; bir an önce devletin normal rayına oturtulması, demokratik alanın genişletilmesi, temel hak ve hürriyetlerin alanının genişletilmesi ve devletin demokratik özelliğinin ön plana çıkarılmasıdır. Hiç şüphesiz, bizim tercihimiz ikinci yoldur yani demokratik alanın genişletilmesidir.
Her şeyden önce Türkiye şu anda uluslararası toplumun gözünde bir demokrasi sınavından geçmektedir. Hükûmetin ne yaptığı, Sayın Cumhurbaşkanının ne yaptığı, Türk halkının ne yaptığı merak konusudur. Biz ne yapıyoruz; bir darbe oldu, son derece kötü bir şey oldu Türkiye için ama biz bunu nasıl atlatmaya çalışıyoruz, ne yönde hareket ediyoruz, mercek altındayız.
Bizim bu süreci nasıl takip ettiğimiz her şeyden önce sadece bizi ilgilendirmiyor. Dışarı da son derece yakından bizi izliyor. Görüştüğümüz, bizimle görüşen yaklaşık 50'nin üzerinde büyükelçi "Türkiye bu süreci nasıl atlatacak? Ne kadar sürecek? Demokratik kurallar, kurumlar rafa mı kaldırılacak?" diye merak ediyorlar.
Bizim önümüzde bir iki alan var özellikle hassas götürmemiz gereken. Bunlardan bir tanesi ABD'yle ilişkilerimiz. Biliyorsunuz, ABD'yle bizim ilk ters düşmemiz PYD konusuydu Suriye'de; daha o zaman, darbe girişimi öncesi ilk konu. İkinci konu Fethullah Gülen'in iadesi konusuydu. Darbe girişimiyle birlikte üçüncü bir konu çıktı, o da Türkiye'de özellikle siyasi iktidarın veya siyasi iktidara yakın bazı çevrelerin bu darbenin içerisinde Amerika Birleşik Devletlerinin parmağı olduğu yönündeki iddiası; bu da üçüncü bir konudur. Şahsen küresel bir güçle elimizde somut veriler olmadan eğer böyle, bu tür iddialarda bulunuyorsak uluslararası ilişkilerin götürülmesi konusunda ciddi sorunlar yaşarız. Çünkü, bu tür ithamlar somut verilere dayanır, eğer bu tür bir iddia varsa, eğer böyle bir şey varsa bunun açıklanması ve muhalefet partisi olarak bizim de onu kınamamız gerekir. Ama, bu yoksa sadece vehimle hareket ediliyorsa, sadece düşünceyle hareket ediliyorsa ve daha doğruluğu kanıtlanmamış bazı hususlarla hareket ediliyorsa o zaman küresel bir güçle bu konuda tartışma yaşanır ve Türkiye'nin de bu konuda hassas olması gerektiğini şahsen düşünüyoruz.
İkinci konu, AB'yle olacak husustur. Elbette eleştirilebilir, Avrupa Birliğinin darbenin bizatihi gerçekleşmesine istendiği kadar veya istendiği ölçüde cevap vermediği düşünülebilir. Ancak, bu, Avrupa Birliğinin dayandığı ilkeler çerçevesinde Türkiye'yi temel hak ve özgürlükler konusunda müzakere eden bir ülke olarak hiç eleştirmeyeceği anlamına gelmemeli, bundan alınmamalı, eleştiri konusuna tabi olmak bizim zorumuza gitmemeli. Özellikle, Avrupa Birliğiyle ilgili de en önemli konu, bizim bundan sonraki süreçte atacağımız adımlar, Türkiye'nin zaten zayıf olan, cılız olan ve hatta bir noktada durma noktasına gelen darbe girişimi öncesindeki Avrupa Birliğiyle olan ilişkilerimizin bundan sonraki süreçte ne yönde cereyan edeceğidir. Şahsen eğer temel hak ve özgürlükler konusunda Türkiye bu süreci demokrasinin geliştirilmesi, zenginleştirilmesi, toplumda yakalanan uyumun pekiştirilmesi yönünde harcamaz ise bu konuda da eleştiri alacağız.
Yine, en fazla eleştiri alabileceğimiz bir başka konu idam cezasıyla alakalıdır. Darbe girişimi nedeniyle şehitlerimiz oldu, maalesef ortam çok sıcak, her fikir tartışılabiliyor, her düşünce ortaya konulabiliyor. Bizim devlet olarak elbette sorumluluğumuz, devleti yönetenlerin sorumluluğu halkın taleplerine kulak vermesidir; bundan daha doğal bir şey olamaz. Ancak bunu daha geniş bir çerçevede değerlendirmek, Türkiye'yle ilgili olabilecek yansımalarını dikkate almak ve o çerçevede de bu konuyu götürmek daha uygun olur diye düşünüyoruz. Çünkü Türkiye'nin, gereksiz polemiklere konu olması, gereksiz tartışmalara konu olması, gereksiz bir şekilde manevra alanının daraltılması bu dönemde bizim hayrımıza olmayacak diye düşünüyoruz. Bu konuda da Hükûmet yetkililerinin özellikle bu süreci götürürken dikkatli davranmalarının yararlı olacağını düşünüyoruz.
Bir başka konu: Şimdi, psikolojik bir öfke var, bir öfke patlaması yaşıyor toplum ve bu öfke patlamasının sonucu olarak bir kızgınlık var Batı'ya; bunu görüyoruz, bunu özellikle Hükûmet çevresinde açık açık görüyoruz. Yalnız, bu bir tercihe dönüşmemeli dış politikada. Yani, "Nasıl olsa bunlarla ilişkiler gitmiyor veya bunlar istediğimiz kadar bize destek olmuyorlar." gibi bir anlayışla hareket edip, Türkiye'nin yönünü değiştirebilecek veya o şekilde anlaşılabilecek yeni bir mecraya Türkiye'yi sürüklememek gerekiyor.
Bu çerçevede, özellikle darbe girişiminden sonra Rusya'yla ivme kazanan ilişkiler konusunda da birkaç hususa değinmek istiyorum: Biz elbette Rusya'yla normalleşmenin olmasını, İsrail'le normalleşmenin olmasını, Mısır'la normalleşmenin olmasını başından beri savunan bir partiyiz, bu konuda tam desteğimiz var. Normalleşme mutlaka olmalı. Yalnız bu normalleşme bir eksen tartışmasına sebebiyet verecek şekilde gelişmemeli yani Türkiye'nin Batı'yla olacak ilişkileri, Rusya'yla... Rusya bir tercih konusu ediliyormuş şeklinde algılanmamalı ve bundan da Türkiye zarar görür. Özellikle Orta Doğu'daki, Türkiye'nin şu anda taraf olduğu konularla ilgili Türkiye sıkıştırılır. Rusya'yla ilişkiler, dolayısıyla bir alternatif olarak değil Batı'ya, bir tamamlayıcı unsur, çok boyutlu dış politikanın bir gereği olarak ele alınmalı ve böyle götürülmelidir diye düşünüyoruz.
Evet, bir başka konu İran'la ilgili. Bu darbe girişiminden hemen sonra ilk tepki veren ülkelerden bir tanesi İran'dır. Hâlbuki darbe girişiminden önce bizim belki de ilişkilerin çok sıcak olmadığı ülkelerden biri İran'dı. Darbe girişiminden önce en sıcak olan ülkelerden biri Suudi Arabistan'dı ama darbeden yedi sekiz gün sonra kınama yaptı. Buna da bir duygusallıkla yaklaşılmamalı yani bizim ilişkilerimizde duygusal bir kopuş olmamalı ülkelerle. Türkiye ağır bir süreçten geçiyor, tehlikeli bir süreç atlattı ve o sürecin sonucunda gözler üzerimizde. Bunu da bilmemiz gerekiyor. Hiçbir zaman yalnız olmadığımızı, burada söylenen hiçbir kelimenin dışarıda boşa gitmediğini bilmemiz lazım. Bizim ne niyetle ne kelimeyi söylediğimizi araştırmak zorunda değiller ama bizim her söylediğimizi dikkate aldıklarını biliyoruz. İran'la ilişkiler keza değerlendirilmeli, bu daha da geliştirilmeli ama Orta Doğu'da özellikle bu darbe sürecinden önce Türkiye'ye yakın duran ülkelerin takınmış olduğu tavır düşünüldüğünde bu konularla ilgili de bir kopuş yaşanmamalı. Yani Türkiye bu dönemi aklıyla atlatabilmeli, aklıyla, ferasetiyle atlatabilmeli; duygularıyla, tepkileriyle, öfke patlamasıyla değil. Devlet sorumluluğu bunu gerektirir. Bizim övündüğümüz, binlerce yıldır varlığını hissettiğimiz devletimiz de ancak bu şekilde ayakta kalabilir. Bu dönemde Türkiye üzerine özellikle Batı'yla ilişkilerde biz ne kadar duygusal davranır, eleştirel bir yaklaşım sergilersek Türkiye'nin Orta Doğu'daki konularıyla ilgili de benzer şekilde bazı eleştiriler alırız. Bu konuda da hassas davranmalıyız.
Bizim dış politikada en önemli araçlardan birisi millî güç unsurunu oluşturan ordumuzdur. Ordumuzun içerisindeki çürükleri ayıklamalı, cezalandırmalı. Burada hiç kimsenin bir itirazı olamaz ama orduyu toptan yıpratacak bir söylem veya imalardan da kaçınmalıyız. Bu coğrafyada başka şekilde ayakta kalmak mümkün değildir.
Bakınız, darbe girişiminin olduğu gece Rum tarafından açıklama yapılıyor: "Keşke hazırlık planımız olsaydı, o gün Türk askeri acaba darbeciler mi geliyor, Rumlar mı geliyor bilmezdi, biz de giderdik kuzeydeki askerleri esir alırdık ve adaya hâkim olurduk." deniliyor. "Kurt puslu havayı sever." Kendi ordumuzu, kendi milletimizin içerisinden çıkan orduyu böyle yerden yere vuracak eylemlerden kesinlikle uzak durmamız lazım.
Dışarıya gidecek heyetler veya giden heyetlerle ilgili de bir şey paylaşmak isterim. Elbette bu darbe girişimini anlatsınlar, bunun içeriğini anlatsınlar ama gidenler bizim kendi içimizdeki kendi kurumlarımızı yıpratacak, başkalarına maskara olabilecek eylemlerden, söylemlerden kaçınsınlar. Sonuçta bu darbeye karşı duran Türk halkı olmuştur; her kesim olmuştur, her kesim karşı çıkmıştır ve güç buradadır. Biz başkalarına kendi içimizdeki kurumlarımızı şikâyet etmek suretiyle doğrusu sadece alay konusu oluruz.
Bir başka konu: Millî güç unsurlarından en önemli ordu dedik. Bakınız ordudaki yeni yapılanma dışarıda çok yakın takip ediliyor. İki noktadan dolayı yakın takip ediliyor. Bir: Türkiye NATO üyesi, takip ediyorlar. Türkiye'deki ordu hiyerarşisinin nasıl olduğunu, nasıl şekil aldığını takip ediyorlar. İki: Dışarıda komşularımız bizi takip ediyorlar. Türkiye'nin caydırıcılık unsurunun en önemli ayağını oluşturan ordunun nasıl bir yapılanmaya gideceğini takip ediyorlar; bunu bilmemiz lazım. Bu çerçevede özellikle orduyla olan ilişkilerde farklı komuta yapılarının çıktığını görüyoruz. Üçüncü kanun hükmünde kararname yapısıyla bakıyoruz ki Genelkurmay Başkanlığı Cumhurbaşkanlığına bağlanmak isteniyor. Kuvvet komutanları Millî Savunma Bakanlığına bağlandı. Jandarma ve Sahil Güvenlik İçişleri Bakanlığına bağlanıyor.
Şöyle bir çıkarım yapalım: Bugün siyasi iktidarla Cumhurbaşkanı aynı çizgide ve yarın olağanüstü bir durum olması hâlinde bu güçleri çabucak toparlayabilirsiniz ve bir komuta yapısına tabi tutabilirsiniz. Ama, yarın bir koalisyon olduğu zaman veya Hükûmetle Cumhurbaşkanı farklı çizgide olduğu zaman Cumhurbaşkanının Genelkurmay Başkanına vereceği talimatı farklı bir hükûmete bağlı kuvvet komutanlıkları nasıl icra edecek? Bunların örnekleri vardır. Biz komuta yapısını bu kadar bozuyorsak burada gerçekten soru işaretleri vardır. Burada dikkatli olmamız gerekiyor ve bu uyarıyı da, lütfen, iyi niyetle almanızı rica ediyoruz.
Bir başka konu: Bu dönemde en önemli dış politika konularından birisi, özellikle Amerika'yla bu soğuk rüzgârların estiği bir dönemde IŞİD'e karşı mücadeledir. IŞİD'e karşı mücadelede Türkiye'nin çok içe gömülmemesi gerekiyor. Bu dönem Türkiye'nin içe gömüleceği bir dönem değildir, toparlanma dönemidir. Türkiye'nin toparlanması için de darbeye nasıl karşı durduysa millet şimdi demokrasiye sahip çıkması gerekiyor, sahip çıkarak toparlanacak ve Türkiye'nin iç konuları dışarıyı çok ilgilendiren bir mecraya girmiş durumdadır. Artık, sadece "dış politika" deyip geçmemek gerekiyor. İçeride olan demokratik gelişmeler Avrupa Birliğini, Amerika Birleşik Devletlerini, ordudaki yapılanma NATO'yu ilgilendiriyor ve coğrafyadaki ordunun reorganizasyonu bölgemizdeki kuvvetleri ilgilendiriyor, Suriye'deki yapılanmaları ilgilendiriyor. Bu dönem hassas bir dönemdir. Her şey iç içe geçmiştir ve o hassasiyetle de olayları bizim takip etmemiz gerekir.
Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti'ndeki misyonlara Cumhuriyet Halk Partisi olarak desteğimizi vereceğiz. Evet bunlar küçük küçük misyonlar. 3 tane polis gönderiyoruz; 2 tanesi Mali'ye gidiyor, 1 tanesi de Orta Afrika Cumhuriyeti'ne gidiyor. Sayın Bakan yok... Biz bunlara destek vereceğiz ama şunu bilelim: Şu anda Türkiye'nin imajı kirlenmiş durumda dış dünyada. Darbeye konu olmak kirletmiştir Türkiye'nin imajını. Artık, lütfen, bu dönemde birbirimizi anlayalım, eleştirilere kulak verelim. Bir şey söylediğimiz zaman yüz bin tane trol karşımıza çıkıyor. Sanki bu ülkenin düşmanıymışız gibi biz muamele görüyoruz. Buna son verin; siz de son verin, başkaları da son versin. Türkiye için yeni bir milat başlasın, yeni bir dönem başlasın. Bu dönem de demokrasiyle taçlansın.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)