| Konu: | Başbakanlığın, Anayasa'nın 120'nci maddesi ile 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu'nun 3'üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendine göre, ülke genelinde 21/7/2016 Perşembe günü saat 01.00'den itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl ilan edilmesine dair 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı'na ilişkin tezkeresi (3/812) münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 117 |
| Tarih: | 21.07.2016 |
AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) - Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; biz hep Gazi Meclis diyoruz, niçin bu ismi verdiğimizi hepimiz iyi biliyoruz. 15 Temmuz gecesi aradan geçen bunca yıl içerisinde Gazi Meclise "gazi" adını veren, ruhu dimdik ayakta tutan bu Meclisin bugünkü temsilcilerini, hepsini saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ, CHP ve MHP sıralarından alkışlar)
Tarihî bir zaman diliminden geçiyoruz. Bazen tarihe şahitlik edilirken içinden, olanların ne kadar derin, ne kadar travmatik, ne kadar dönüştürücü olduğu fark edilmeyebilir. Belli bir eleştirel mesafeye geçildiğinde, bir zaman geçtiğinde, işte o dönemde yaşananların mahiyeti çok daha iyi anlaşılır. Ama görüyorum ki bugünden, daha üzerinden beş-altı gün geçmişken toplumun bütün kesimlerinde, yaşananların tarihî bir dönem olduğuna ilişkin yüksek bir bilinç, soğukkanlı bir muhakeme ve kararlı bir duruş mevcut. Bu, ülkenin geleceği bakımından son derece önemli ve sevindirici.
Hükûmet, 15 Temmuz darbe girişimi çerçevesinde, yaşananlar dolayısıyla bir olağanüstü hâl tezkeresi getirdi, bunu konuşuyoruz. Kıymetli konuşmacıları, partileri temsil eden konuşmacıları dinledim. Gerçekten de dönemin ruhuna, yaşanan o tarihî ana şahitlik eden konuşmalar olduğunu söylemeliyim. Soğukkanlı bir akıl, rasyonel bir muhakeme, polemikten uzak, dikkatli bir dil, meseleyi enine boyuna ortaya koymaya çalışan bir çerçeve ve sonuç olarak dile getirilen eleştirilerde dikkatli bir üslup. Esasen, Mecliste belki her zaman olması gereken dil ama tarihî dönemler öyledir. Akılcı siyasetler, o tarihî anları, orada yaşananları muhakeme ederler, geçmişte düşünürler, gelecek adına buradan da yeni sonuçlar çıkartırlar. Eminim, hepimiz bu yaşananlardan, Türkiye'nin geleceği adına, siyaset adına, siyaset dili adına, bu medeni müzakere ortamı adına sonuçlar çıkaracağız.
Ben, burada ortaya konulan bütün görüşlere çok teşekkür ediyorum. "OHAL gerekli değil." diyen sayın HDP konuşmacısı, sayın CHP konuşmacısı bunun gerekçelerini anlatırken özgürlüklere, halkın birtakım hassasiyetlerine vurgu yaptılar. Emin olun, bizim için onlar da, kesinlikle, bunları ifade eden arkadaşlar kadar önemlidir. Biz de özgürlükleri, bu toplumun güvenliğini, hak ve hürriyetleri son derece önemsiyoruz. Eleştiriler dile getirilirken, darbe yapanlar, topluma bu travmayı yaşatanlar, bunların arka planında yer alanlara ilişkin her türlü soruşturma, kovuşturma, kararlılık yine bu konuşmalarda dile getirildi; bu da mühim, bu son derece önemli.
Kıymetli arkadaşlar, AK PARTİ, on dört yıllık iktidarı boyunca, zaman zaman kimi çevreler "Olağanüstü hâl gereklidir." tarzında toplumsal düzeyde tartışmalar yaparken, yaşananlar dolayısıyla, olağanüstü hâle yaklaşmadı. Türkiye olağanüstü hâl uygulamasına 19 Temmuz 1987 yılında girmişti. Bakın, 18 Kasım 2002'de Hükûmet kuruluyor, 30 Kasım 2002'de olağanüstü hâle son veriliyor. Hükûmet kurulur kurulmaz yaptığı ilk iş olağanüstü hâli kaldırmak. On dört yıl sonra olağanüstü hâl tezkeresiyle karşınızdayız. On dört yıl boyunca bazen bunun gerekli olduğuna ilişkin kanaatler serdedilse bile bunu yapmamış bir irade, Meclisin eğer bugün OHAL tezkeresiyle karşısındaysa tabii burada bir es verip düşünmek lazım.
Kıymetli arkadaşlar, olağanüstü hâl tezkeresi getirilirken Anayasa 120'nci maddeye göre getiriliyor; biliyorsunuz işin teknik boyutunu, teknik tartışmalarını. Anayasa 120, tezkerenin açıklamasında da ifade ediliyor. Anayasa 120, 15'inci maddeye atıf yapıyor. Bakın, 15'inci maddede 2004 yılında yaptığımız bir değişiklik var. Bu değişiklikle biz olağanüstü hâle ilişkin birtakım sınırlama ve kısıtlamalara kısıtlama getiriyoruz. Orada ikinci paragrafı okursa arkadaşlar: "Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz." 2004'te yapılmış bu değişiklik.
Değerli arkadaşlar, siyaset, bazen mükemmel ile kötü arasında bir tercih değildir, zorunlu kaldığınız, öyle yapmak mecburiyetiyle davrandığınız kimi kararlar ile kötü arasında bir tercihtir. 15 Temmuzda hepimiz, toplum bir travma yaşadı, çok önemli, çok derin bir travma çünkü şimdiye kadar hep bu ülkenin korunması için kendisine görev verilmiş tankları, uçakları, zırhlı araçları, bunun için kullanma anlayışına alışmış halkımız, birdenbire semalarda o uçakları kendi Meclisini bombalarken gördü, o tankları, kendi parasıyla alınmış olan o tankları kendi halkının üzerine yürürken gördü, o zırhlı araçları kalabalığın üzerine yürürken ve ateş açarken gördü. Bu bir travmadır. Elbette, Türk Silahlı Kuvvetleri bu işin içerisinde hiçbir biçimde emir komuta zinciri içinde olmadığı gibi, birçok birlik, birçok komutan bunun içinde değildir. Bir çete, "paralel devlet yapılanması" olarak adlandırdığımız, çok çeşitli tartışmalarını yaptığımız, bir tarafıyla bâtıni bir yorumla kendisine taraftar toplamaya çalışan, diğer taraftan sosyoekonomik bir zeminde kendi taraftarlarını çıkar vaadiyle etrafına toparlayan, bu iki katmanı üst üste getiren bir yapı organize etti bütün bunları ve saatler geçtikçe bu açığa çıktı. Ama en başta, en başlangıçta hepimizin yaşadığı, Silahlı Kuvvetlere ait tankın, topun bu millete tevcih edildiğiydi. Bu bir travmadır. Sonraki saatlerde anlaşıldı askeriyenin önemlice bir kısmının buna karşı olduğu ve nihayet tavır aldığı gelişmeleri sonraki saatlerdeydi.
Esasen, şunu hemen belirteyim: Bütün darbeler zayıfların işidir, asla kuvvetli olanların değil. Bütün darbeleri yapanlar halkın karşısında zayıftır. Bunlar ayrıca zayıf, bunlar ayrıca korkak, bunlar ayrıca topluma karşı tedhiş, provokasyon, baskı, yıldırma tekniklerini kullanarak böyle bir toplumsal psikoloji üzerinden halkı teslim alma planı yapan, zayıflığını bunlarla telafi etmeye çalışan bir çete.
Kıymetli arkadaşlar, hemen belirteyim, halkımız sokaklara çıktı, buna direndi. Halk hareketlerinin aslında dünya tarihindeki yeri iki yüz yıllıktır, ondan önce yoktur ve bu iki yüz yıllık halk hareketleri içinde meydanları doldurup despotlara direnenler vardır, halkın iradesini temsil etmeyen yönetimleri alaşağı eden halk hareketleri vardır. Ama benim gördüğüm ve bildiğim, bir millet ilk defa bütünüyle kendi demokratik iradesine el koymaya kalkışan bir çeteye karşı, bir despot anlayışına karşı direnmiştir. Bu, işte, Türkiye'de yaşanan, dünya halk hareketleri tarihi içerisinde, bu özelliğiyle, muhakkak ayrı bir yere konulmuştur. Bundan sonra da akademik olarak, politik olarak muhakkak incelenecektir.
Millet, kendi iradesine el koymak isteyen despot bir harekete defol demiştir, elinin tersiyle onu kovalamıştır; ne elindeki tanktan korkmuştur ne uçaktan korkmuştur. (AK PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar) Çünkü, kıymetli arkadaşlar, uçağa binen inecektir; o tankın içine giren çıkacaktır; o zırhlı araçla halkın üzerine yürüyen muhakkak kafasını oradan çıkaracaktır. Milletimiz bunu biliyor. Milletimiz, tabii, onların inmesini, çıkmasını da beklemedi, o çelikten, o muhkem, o darbecilerin kendi planlarını gerçekleştirmek için halka tedhiş ve korku yaratmaya dönük silahlarına, çıplak elleriyle direndi.
Milletimizi, bu asil milleti, hani her zaman hamaset filan deniliyor ya, bütün o hamaset dilini hak eden, sonuna kadar, her zerresine kadar hak eden, meydanlardaki o insanları buradan bir kez daha saygıyla selamlıyorum, çıplak elleriyle o tanklara karşı direnenleri. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Kıymetli arkadaşlar, sosyolojik olarak bizim bir millet olup olmadığımız, milletleşme sürecimiz çok konuşulur, tartışılır. Millet olmak, ortak kader ve gelecek duygusuyla davranmaktır. Millet olmak demek -sembolik bir örnek olsun diye söylüyorum- hani, Kurtdereli Mehmet Pehlivan'a Atatürk diyor ya "Güreşirken ne düşünüyorsun?" diye, "Arkamda milleti hayal ediyorum." diyor, işte, millet olmak, Özel Kuvvetlerde kendisine "İtaat et." diyen darbeci generali "Arkamda millet var." diyerek, "Başka kim var benim yanımda, kimler buna direnecek?" diye düşünmeksizin, hesap etmeksizin, muhakeme yapmaksızın, "Acaba, ben hayatta nasıl kalırım?" diye bir an durmaksızın alnından vuran insan, bizim millet olmamızın örneklerinden birisidir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Hiç düşünmeksizin o yürüyen tankların önüne kendisini atanlar bizim millet olmamızın kanıtıdır. Zırhlı araçların üzerine yürüyen, köprüyü tutmuş olan o eşkıya sürüsüne karşı "Siz nasıl olur da millet iradesinin dışında bir despotun iradesiyle milleti zorla kendi iradenize mahkûm ettirmeye çalışırsınız?" diyerek direnen, onun üzerine yürüyen kahramanlar bizim millet olmamızın karineleridir. Evet, malum repliktir, bilirsiniz, "Bir çivi, bir nal; bir nal, bir at; bir at, bir krallık; bir kral, bir ülke." derler. Türkiye'de de darbeye karşı işleyen sistem tıpkı böyle olmuştur. O Özel Kuvvetlerdeki Ömer'i, o ismini hâlâ bilmediğim, kendini tankın önüne atan kişiyi, o İstanbul Boğazı'nda silahların üzerine yürüyen rahmetli Erol Olçak ve oğlunu bir kez daha, bütün şehitlerimiz gibi rahmetle anıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) O insanlar, o insanlar, işte, bir çivinin, bir nalın, bir atın, bir krallığın ve bir ülkenin birliğinin nasıl sistematik bir şekilde bir araya geldiğinin örnekleridir. Onlar, kanlarıyla bu ülkenin millet olma hâlini yazmışlar, millet iradesini ve demokrasiyi yükseltmişlerdir.
Kıymetli arkadaşlarım, darbecileri asla hafife almıyoruz. Bunlar kesinlikle çok iyi planlama yapmışlar, zayıflıklarını telafi edici her tür önlemi hesap kitap düzeyinde ortaya koymuşlar. Darbe başladığında -dikkat edin- ilk hedefleri Sayın Cumhurbaşkanımız; peşinden ilk hedefleri bu ülkenin meşru kuvvetleri, polisi, Özel Harekâtı, Özel Kuvvetleri; ilk hedefleri Millet Meclisi.
Saat dokuz on civarında telefonum sürekli çalmaya başladığında insanların bana sorduğu soru şuydu -her kesimden insan, siyasetçiyiz ya ne olup bittiğini biliyoruz- doğrudan onların sözleriyle söylüyorum: "Tayyip Bey nerede, çıksın ve millete seslensin." Söylenen buydu. Tayyip Bey de çıktı, millete seslendi. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bazen milletin o meydanlardaki millet iradesini yükseltmesi için bir işaret fişeği gerekir, bir işaret fişeği gerekir. O ruhu harekete geçirmek için cumhurun başı olarak Sayın Cumhurbaşkanımızın ortaya koyduğu irade çok önemlidir. O milleti meydanlarda tankların karşısına kendi iradesini savunmak için çıkartmak, sivil direnişi ateşlemek için Millet Meclisinin kıymetli vekillerinin ortaya koyduğu irade çok önemlidir. Bütün partilerin, sayın genel başkanların ortaya koyduğu irade çok önemlidir. Sayın Kılıçdaroğlu açıklama yapmıştır, Sayın Bahçeli açıklama yapmıştır, Halkların Demokratik Partisi darbeye karşı açıklama yapmıştır. Bütün bunlar şunu gösterdi darbecilere, milletin nezdinde gösterdi o alacakaranlık zamanda: Sizin tabanınız yok. Siz muallak, boşlukta bir avuç sergerdesiniz ve bu millet sizin hesabınızı görecek. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, elbette bu asil millete, kanıyla milletin iradesini yükselten bu insanlara, bu ortak ruha hepimiz saygı gösterdiğimiz gibi bugüne kadar, saygı sözlerinin ötesinde, siyasette, toplumsal hayatta, her alanda, eleştiriler ayrı, siyasi rekabet ayrı, medeni tartışmalar ayrı, ama o ortaklıkları her zaman hesaba katan bir anlayış, bir yaklaşım, bir medeni dil, millet olmanın ortaklıklarını asla ıskalamayan bir üslupla Türkiye'nin geleceğini birlikte kuracağız, birlikte demokrasiyi yükselteceğiz, yücelteceğiz. Allah korusun, darbeciler eğer bir an için başarılı olsalardı, şuna emin olun, o oturdukları yerde üç günden, beş günden fazla oturamazlardı, onu da belirteyim. O koltuğa oturabilirlerdi ama üç günden fazla oturamazlardı. Bu ülke, darbecileri iğrenç bir pislik gibi kusardı. Bunu bütün darbeciler bilsin. Bundan sonra da hevesliler varsa onların da kulaklarına küpe olsun. Bu ülke darbecilere geçit vermez, vermedi, vermeyecek.
Kıymetli arkadaşlar, meydanlar herkesin, meydanlarda herkese yer var, meydanlarda zaten herkesin sesi var. Ben biliyorum, 15 Temmuz gecesi o direnişi gösteren, hastanelere düşen yaralıların ne kadar farklı fikirlerden olduğunun şahidi benim, hepimiz öyle, şahidiz bu insanlara. İsimlerini vermek istemem şimdi buradan ama bu ülke topyekûn direndi, topyekûn demokrasiyi yükseltti, hâlen meydanlarda. Emin olun, hepimiz hâlen bu meydanlardaki sese ses verebiliriz, eğer biraz tek renkli bir yöne doğru gittiği kanaatindeysek onu çok renkli kılmak için elden geleni yapabiliriz. Bizim arkadaşlara söylediğimiz şu: Bu meydanlar milletin meydanlarıdır, elbette hiçbir partinin değildir, demokrasinin meydanlarıdır. Demokrasiyi yücelten bu milletin her tür rengi bu meydanlarda sesini yükseltmelidir. Bu meydanlarda "Ölürüm Türkiye'm" de çalınmalıdır, bu meydanlarda "Onuncu Yıl Marşı" da çalınmalıdır, bu meydanlarda "Sev Kardeşim" de çalınmalıdır, bu meydanlarda "Dombra" da çalınmalıdır. Milletin birliğinin hepimizin zihnine yerleşmiş o sembolik tınıları var ya, onların hepsi çınlamalıdır. Meydanlarda da birlikte olduk, bundan sonra da olmaya devam edelim.
Cumhuriyet Halk Partisini kutluyorum, 24 Temmuz tarihinde meydanlarda olacak. Buradan bütün İstanbullulara çağrı yapıyorum: Siz de orada olun bütün İstanbullular, mümkünse bütün Türkiye orada olsun çünkü bu iş hepimizin işi. (AK PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)
Kıymetli arkadaşlar, Stefan Zweig'ın "İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar" diye bir kitabı vardır, arkadaşlar bilirler. Bazen, tarihin kritik anlarında insanlar kritik roller üstlenirler ve tarihin ırmağını bir yerden başka bir yere çevirirler.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Bostancı, iki dakika içinde toparlar mısınız.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Tarihin ırmağını o kritik anlarda aldıkları kararlar, gösterdikleri irade, cesaretle başka bir tarafa çevirirler. Zweig'ın bize tarihten örneklerle anlattığı budur. Biz de millet olarak bu 15 Temmuz darbecilerine karşı tarihin kritik bir anında, her bir bireyi hesap kitap yapmaksızın başka bir tarafa akıtılmak istenen bu tarih ırmağını millet iradesi istikametine, demokrasi tarafına akıttık. Ne mutlu bu millete! Ne mutlu demokrasinin iradesini meydanlarda gerektiğinde çıplak yumruklarıyla nasıl koruyacağını gösteren insanlarımıza! (AK PARTİ sıralarından alkışlar) İnşallah, bundan sonra da bu millet ortak değerler için, demokrasi için kendi iradesine el koymaya kalkan maceraperestlere karşı dayanışması doğrultusunda gereken her türlü tutumu kararlılıkla gösterecektir.
Bizim amacımız, bu OHAL düzenlemesiyle, gizli, sinsi, organize, bu ülkenin geleceği için büyük tehdit oluşturan bir yapıya karşı, paralel devlet yapılanmasına karşı etkili, kapsamlı sonuçlar alıcı çalışmaları gerçekleştirmektir. Bunu yaparken teenniyle davranmak, hukuka uymak, vatandaşların hak ve hukuklarına halel gelmemesine azami dikkati göstermek hepimizin boynunun borcudur. Bu çalışmaları yaparken, darbecilere karşı mücadele ederken elbette hakka, hukuka, insan haklarına saygılı olmaya devam edeceğiz. Sayın Başbakanımız da son grup toplantısında "Demokratların darbecilerden çok önemli ve derin bir farkı var." dedi. Biz insan hakları, özgürlük ve demokrasi diyoruz. Bunu sadece demiyoruz, darbecilere karşı mücadelede de bunu sahaya çıkaracak bir kararlılığı ve iradeyi temsil ediyoruz.
Ümit ederim, OHAL tezkeresi Meclis tarafından onaylanır. Ülkemiz için büyük bir tehdit olan bu çeteye karşı o kararlı ve cesur mücadele teknik desteklerle birlikte devam eder.
Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)