| Konu: | Başbakanlığın, Anayasa'nın 120'nci maddesi ile 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu'nun 3'üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendine göre, ülke genelinde 21/7/2016 Perşembe günü saat 01.00'den itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl ilan edilmesine dair 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı'na ilişkin tezkeresi (3/812) münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 117 |
| Tarih: | 21.07.2016 |
HDP GRUBU ADINA MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.
15 Temmuzdaki darbe girişiminden sonra Meclisin bugün olağanüstü hâl ilanı sebebiyle bir araya gelmesi dolayısıyla söz almış bulunmaktayım. Doğrusu, toplumsal hafızamız, yakın tarihimiz ve Anayasa'nın olağanüstü hâli öngördüğü sistem, ayrıntılı bir değerlendirmeye ve tartışmaya muhtaç. Ama bugün olağanüstü bir dönemden geçiyoruz. Tabii ki darbe karşısında bütün Türkiye toplumunun, bütün siyasi partilerin, toplumun en geniş bileşenlerinin, hatta bütün toplumun karşı duruşu gerçekten çok değerlidir ve bu değeri başta da Parlamentonun bilmesi gerekiyor. Peki, darbe karşısında bu kadar büyük bir toplumsal uzlaşma varken gerçekten olağanüstü hâl ilanına, Türkiye'nin tekrar toplumsal hafızasını canlandırmaya ihtiyaç var mıydı, bunu çok güçlü bir şekilde değerlendirmemiz gerekiyor.
Değerli milletvekilleri, yani bir tarihsel arka plan sunacak zaman yok ama sadece şunu söyleyeyim: 1987'de uygulamaya konulan OHAL tam 46 kere uzatıldı, bunu bilelim ve 6 OHAL valisiyle tanıştı bu ülke ve gerçekten vatandaş ile devlet arasında uçurumun nasıl derinleştiğini, nasıl büyük hak ihlallerinin, büyük bir kırımın, yıkımın, göçün, katliamların, işkencenin yaşandığını kitaplar, tarih bize yazıyor. Biz bunların canlı tanıkları, mağdurları ve tarafı olarak da OHAL sisteminin nasıl bir sistem olduğunu yakından bilen bir yerden konuşuyoruz. Gerçekten, OHAL sistemi, sadece 430 sayılı bir Kararname hafızamızdan hiç çıkmadı. Bununla şunu öngörüyordu, hatırlatmak babında söylüyorum: Bu Kanun Hükmündeki Kararname ve İçişleri Bakanına, OHAL Bölge Valisine ve OHAL Bölgesi dâhilindeki il valilerine tanınan yetkilerin kullanılması noktasında cezai, mali, hukuki sorumluluk iddiası ileri sürülemezdi ve bu maksatla herhangi bir yargı mercisine başvurulamıyordu. Yüz binlerce göç oldu; anlamsız, sonuçsuz birçok yasak uygulandı. Türkiye'de faaliyet gösteren insan hakları kuruluşlarının verilerine göre bu dönemde yaklaşık 4 bin yerleşim yeri boşaltıldı ve 3 milyonun üzerinde insan göçe zorlandı ve o dönemde yaşananlar da, işkence ve kötü muamele, belki köylülere dışkı yedirilmesiyle gündeme geldi ama işkencenin haddi hesabı yoktu gerçekten, keyfî uygulamalarla büyük işkenceler vücut bulmuştu. İşçi ve emekçilere yönelik çalışmalara engel oldu.
Peki, şu anda uygulanmak istenen OHAL neleri içeriyor, ne getirecek yaşamımıza? Bunları gerçekten bütün Türkiye yurttaşlarının bilmeye, tartışmaya hakkı var. Biraz sonra Hükûmetin bu konudaki sunumu da şüphesiz çok önemli, onu da değerlendireceğiz ama kanun ne diyor? Çünkü Olağanüstü Hâl Kanunu, aynen Anayasa gibi, darbecilerin getirdiği bir kanun. Biz, darbeye karşı mücadele ederken darbecilerin getirdiği kanunlara sarılıyoruz; bu büyük bir ironi. Bunu da büyük bir şekilde, güçlü bir şekilde tartışmaya ihtiyacımız var.
Şimdi, neden olağanüstü hâle "Hayır." diyoruz, geniş bir şekilde açıklayacağım ama, şimdi, şu anda, TSK'nın yüksek komuta kademesinin katılmadığı aslında, halkın, Cumhurbaşkanı ve iktidarın yanı sıra muhalefetin ve medyanın da direndiği bu kanlı darbe girişimi aslında süratle bastırıldı. Hepimiz bu günleri güçlü bir şekilde yaşadık. Silahlı Kuvvetlerde binlerce askerî personel ile çok sayıda emniyet mensubu gözaltına alındı. Rakamları paylaşmaya gerek yok. Hükûmetin ve Genelkurmay Başkanlığının açıklamalarına göre, 17 Temmuz itibarıyla ülkenin bütününde tam ve mutlak bir kontrol sağlandı. Bunlar resmî açıklamalar. Hem kontrolün sağlanması hem de Anayasa'nın kendisinin, olağanüstü hâl uygulamasını, hür demokrasi düzenini veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerine bağlamış olmasını unutmayalım. İşte, bu bağlamda, bunu dikkate aldığımızda, olağanüstü hâl ilanının temel demokratik hakları askıya alarak Türkiye'yi zaman tüneline sokmak dışında bir işlevi olmayacak. Bunu önemle tekrar tekrar vurgulamak istiyoruz. Diğeri, kanun hükmünde kararnamelerle bir yönetme süreci başlayacak. Doğru, demin Sayın Adalet Bakanı açıklamasında bunun Parlamento onayına sunulacağını söyledi. Anayasa'ya göre Parlamento onayına sunulacak ama tartışma süreci, kanunun görüşülme süreci, buradaki o Meclis görüşmeleri tümüyle göz ardı ediliyor, devre dışı bırakılıyor ve en önemlisi onaya sunulduğu süre zarfında kanun hükmünde kararnamelerle zaten işlem devam ediyor. Bir ay süresince yapılması gereken her şey, atılacak her türlü adım atılmış oluyor. Bu durumda da şunu çok güçlü tartışmamız gerekiyor: Bu olağanüstü hâl ilanıyla darbeye karşı yek vücut duran Parlamento aslında devre dışı bırakılıyor. Bu çok çok önemli bir meseledir.
Kanun hükmünde kararnamelerle yönetilecek, yürütülecek bir sürecin startı verilmiş durumdadır. Bununla ilgili daha çok tartışma yapılacak ama umarız uygulama bizi yanıltır, umarız gelecek günler bizi yanıltır, bunu yürekten istiyoruz.
Diğeri, tabii ki kanun hükmünde kararnamelerle ilgili Anayasa Mahkemesine dava açılamıyor, her şey askıda olduğu gibi bu da askıda. Aslında Anayasa'ya uygunluk denetiminin yapılmaması yönündeki anayasal düzenlemeyle Anayasa olağanüstü hâl dönemlerinde Hükûmetin çıkaracağı kararnamelerin Anayasa'ya aykırı olacağını zımnen öngörüyor ve kabul ediyor. Bunu Anayasa deklere etmiş oluyor.
Velhasıl, yani biliyoruz yakın tarihi, hepiniz de biliyorsunuz, 19 Temmuz 1987'den tamamen kaldırıldığı 30 Kasım 2002'ye kadar Bakanlar Kurulu kararıyla dört ayda bir tam 46 kez uzatılan olağanüstü hâl rejiminde Türkiye uygulaması hiçbir zaman geçici olmadı. Bunu göz ardı edemeyiz ve yine temennimiz ve dileğimiz gerçekten bu olağanüstü hâlin geçici olmasıdır. Toplumsal hafızamız umarım tekrar canlanmaz.
Değerli arkadaşlar, ek yetkiler çok fazla. Bunu eminim bütün milletvekili arkadaşlarım biliyordur ezbere fakat şunu unutmayalım, sokağa çıkma yasağı uygulanmayacağı, temel hak ve özgürlükler askıya alınmayacağı yönünde Hükûmetin yetkili ağızlarından açıklamalar var ama biz kanunu da göz ardı edemeyiz. Bu kanunda her türlü hakkı askıya alma yetkisi var; sokağa çıkmak, belirli yerlerde dolaşmak, araç seyrinin değiştirilmesi, kişilerin üstünün aranması, eşyalarının aranması, bu eğer ülke genelinde ise kimlik taşıma mecburiyeti. Dün biri "OHAL deyince babamın arada bir eve dönüp kimliğini bulması." diye söylemişti çünkü kimliksiz dışarı çıkmak mümkün değil. Basit gibi görünüyor ama normal hayatta çok hayati meselelerdir.
Yine, gazeteler, basın-yayın organları üzerindeki toplama hâkimiyeti ve yetkisi çok güçlü bir şekilde veriliyor. Buna ilişkin birçok kısıtlama yapılabilir; kanun hükmünde kararnamelerden ziyade, kanunda öngörülen meseleler. Gözaltı süresi, en önemli meselelerden biri bu, dünden beri en çok tartışılan meselelerden biri bu. Evet, 1992 yılında gözaltında bulundurma süresi AİHM kararları çerçevesinde kısaltılmıştı ama toplu suçlarda en fazla dört gün olarak tespit edilmişti fakat Anayasa'mızda şu hüküm hâlâ yerli yerinde duruyor, Anayasa'nın bu hükmü uyarınca olağanüstü hâl süresindeki gözaltılar konusunda iç hukukta bir sınır bulunmuyor aslında. Çünkü, Anayasa'ya göre, olağanüstü hâl, sıkıyönetim ve savaş hâllerinde gözaltı süresinin uzatılabileceği söyleniyor ve üst sınır belirtilmiyor; bu da çok ciddi bir endişe kaynağı olarak önümüzde duruyor.
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, salonda büyük bir uğultu var. Bir uyarı yapmanız mümkün müdür? Takip edemiyoruz. Salonda büyük bir uğultu var, takip edemiyoruz.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - Evet, uğultu büyük.
BAŞKAN - Efendim, uğultu oluyor, lütfen sükûnetimizi muhafaza edelim.
Teşekkür ediyorum.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - Değerli milletvekilleri, OHAL'e ilişkin yani sisteme ilişkin bu kadar söylemek yeter.
Peki, gerçekten bu sistemi Türkiye'ye getirmek gerekiyor mu? Bugün Meclisin, Parlamentonun tartışması gereken en önemli mesele budur. Darbe karşıtı toplumsal uzlaşmaya değinmiştim. Evet, bu toplumsal uzlaşmayla demokrasi yönünde adım atmanın tarihsel fırsatı bu OHAL kararıyla aslında geri tepilmektedir, reddedilmektedir. Bu toplumsal barış tam aksine yönde, demokrasi yönünde, hak ve özgürlükler yönünde kullanılmalıdır.
Biz Halkların Demokratik Partisi olarak 7 Hazirandan bu yana bir darbenin devam ettiğini hep söyleyegeldik; 1 Kasımın aslında bir darbe olduğunu, halkın seçilmiş temsilcilerinin... Hiç gerekmediği hâlde Anayasa'ya göre, iktidarın ve Cumhurbaşkanının kararıyla ve tasarrufuyla bu darbenin bütün kurum ve kurullarıyla devam ettirildiğini biliyoruz. Bu kürsüden defalarca bu tartışıldı.
Peki, şu anda demokrasi için OHAL, demokrasi nöbetiyle OHAL kutlamaları ne anlama geliyor? Gerçekten zehir içirip "Bu zehri iyi ki içiyorum. İyi ki bu zehir bana veriliyor." demenin bir anlamı var mı? Gerçeklerle yüzleşmemiz gerekiyor. Biz halk adına buradayız ve halkın geleceği, halkın yaşam alanlarını daraltan kanunlara, önerilere karşı da büyük tartışmayı, geniş tartışmayı yapmak zorundayız.
Liderler zirvesini öneren tek partiyiz. Eş genel başkanlarımızdan bu darbeye karşı partilerin ortak tutumuna dair liderlerin bir araya gelmesi gerektiği ve bu darbeden ortak akılla, uzlaşıya dayalı çıkılabileceği yönünde çağrılar oldu ama maalesef bu çağrılar karşısında, Başbakan diğer siyasi partilerin liderleriyle bir araya gelse de bu liderler zirvesi çağrımız hiçbir şekilde tartışılmadı ve dikkate alınmadı. Bu çağrımız hâlâ devam ediyor.
Peki, bugün birçok açıklama yansıdı, bunlardan biri de Yalçın Akdoğan'ın açıklaması. Aynen şöyle söylüyor: "Normal vatandaşlar bu OHAL'den zarar görmeyecek." Kim normal vatandaş? Gerçekten bu vatandaşları nasıl ayıracağız? Sokağa çıkan vatandaş normal değil, yani bugünlerde çok normal de, genel uygulamayı söylüyorum. Dernek kuran, muhalif olan, söz söyleyen, yazı yazan, televizyonlarda iktidarı eleştiren ya da farklı siyasi partilerde siyaset yapan vatandaşlar, iktidar partisi dışındakiler normal mi, değil mi? Bunun cevabını aramak en temel hakkımız. Böyle bir talihsiz açıklama olamaz, vatandaşları normal olan ve olmayan olarak ayırmak büyük bir talihsizliktir. Bunu da not düşmek istiyoruz.
Baştan beri İmralı'da Sayın Öcalan'ın ifade ettiği darbe mekaniğinin devrede olduğu ve bu mekaniğin işlemesine engel tek çözümün de demokrasi, hak ve özgürlüklerin tahkim edilmesi olduğu yönündeki öngörü bugün ortaya çıkmıştır. İşte, bu darbe mekaniğini durdurmanın, bitirmenin yegâne yolu tabii ki daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlüklerdir.
Yine, bugün Sayın Numan Kurtulmuş'un bir açıklaması var: "OHAL süresince AİHS askıda olacak." Evet bu, anayasal ve uluslararası sözleşmelere dayanıyor, 15'inci maddesi istisna kalmak kaydıyla. "Hiç kimse etkilenmeyecek." diyorlar ama AİHS'in askıda olması bile başlı başına bunun ne kadar büyük sonuçlara yol açtığını görmemiz açısından önemli bir not.
15'inci madde nedir peki? Bunu bir cümleyle söyleyeyim: Yaşam hakkı, işkence yasağı, kölelik ve zorla çalıştırma yasağı, kanunsuz ceza olmayacağı yönünde ama şu anda gerçekten hepimiz dehşetle işkence görüntülerini, işkence iddialarını ve söylemlerini izliyoruz. Her şart ve koşul altında kime karşı olursa olsun işkenceye asla tolerans gösterilemez. Demokratik bir ülkede işkencenin hoş görülmesi ve desteklenmesi kabul edilemez; muhaliflere karşı, darbecilere karşı bile olsa işkenceye karşı çok net bir duruşumuzun olması lazım.
Bu konuda Sayın Türkân Elçi'nin bir sözü var -değerli arkadaşım Tahir Elçi'nin eşi- bir açıklama yapmış: "Benim eşimi öldürenleri bile yakalasanız sakın ha işkence yapmayın. Ömrünü işkenceyle mücadeleye adamış birinin eşi olarak ben bunu kabul etmiyorum." demiş. (HDP sıralarından alkışlar) Bu büyük erdem, bu büyük olgunluk karşısında gerçekten hepimizin düşünmesi gerekiyor ve şu anda darbeyi bastırma hamlesi hak ve özgürlüklere, hakların özüne dokunmamalı. Bu, muhaliflerin, muhalefetin bir bütün olarak hedef alınması, zapturapt altına alınması anlamına gelmemeli. Görüntüler bu konuda maalesef umut verici değil, umutlarımızı kırıyor ama bundan sonra biz uyarımızı gerçekten dikkatle ve özenle yapmak istiyoruz tekrar.
Şimdi, diğer bir mesele değerli arkadaşlar -sürem çok yok ama- bugünlerde yakalanan, tutuklanan darbecilerin önemli bir kısmının Kürt illerinde savaş suçlarına, insanlığa karşı suçlara imza attığını, bunların faili olduğunu görüyoruz açıklamalarla; zaten görev yerleri belli, orada yapılanlar belli. Biz şimdiden şu çağrımızı ve takibini yapacağımızı, asla bırakmayacağımızı ilan ediyoruz: Şırnak'ta, Nusaybin'de, Diyarbakır'da ya da diğer illerde yüzlerce insanı diri diri yakan, Roboski'de 34 köylüyü bombalatan ve her gün savaş suçları, insanlığa karşı suçları işleyen darbeciler sadece darbe yapmaktan yargılanamaz. Bu suçlar mutlaka yargı önüne gitmeli ve bu konuda en büyük teminatı da Hükûmet vermelidir çünkü bu suçlar diğer süreçlerde, Ergenekon ve Balyoz süreçlerinde maalesef mahkeme dosyalarına girmedi, iddianamelere konu edilmedi ve suçların üstü örtülmek istendi. Darbeyle hesaplaşmak istiyorsak, bir daha darbelerin oluşmasını gerçekten önlemek istiyorsak mutlak surette bütün suçların hesabı sorulmalıdır.
Değerli arkadaşlar, bu konuda, iktidar partisinin OHAL'e ilişkin yakın tarihte, 2002'den bu yana çok sayıda açıklaması var. Demin Sayın Adalet Bakanı da söyledi: "Bu, devletteki temizliğe ilişkin, aygıta ilişkin." Şimdi, ben Anayasa maddesinde söyledim, Anayasa buna cevaz vermiyor. Zaten 15 Temmuzdan bu yana on binlerce insan görevden el çektirildi, alındı. Fakat şu konuda da uyarımızı özenle yapmak istiyoruz: Gerçekten darbecilerle hiçbir ilişkisi olmayan birçok muhalif kesimden de gözaltı ve tutuklama haberleri alıyoruz. Bu bir muhalefetin tasfiyesi operasyonuna dönüşürse bunun karşısında Halkların Demokratik Partisi olarak dururuz. Buna ilişkin tek bir örnek vereyim: Van Yüzüncü Yıl Üniversitesinde görevden uzaklaştırılan 10 akademisyen Barış Bildirisi'ne imza atan akademisyenler. Bu arada, on binlerce insan görevden alınırken bunun muhalefete yönelik bir operasyon olması da asla kabul edilemez ve bunun karşısında hepimizin durması gerekiyor.
Biz Halkların Demokratik Partisi olarak darbeden çıkışın yol haritasını demokrasi olarak defalarca verdik ve Kürt meselesinin çözümü demokrasiye giden en önemli adımdır. Kürtlerle barış olmadan bu ülkede gerçek bir demokrasi, gerçek bir özgürlük rejimi ve gerçek demokratik hak ve özgürlüklerden söz etmek mümkün değil ve bizi bugüne getiren olgular, olaylar da bölgedeki, Kürt illerindeki çatışmalar, insanlığa karşı işlenen suçlar ve hak, özgürlük taleplerinin şiddetle, baskıyla bastırılmasıdır. Şu anda biz tekrar tekrar öneriyoruz: Çözüm süreci ve Dolmabahçe Mutabakatı bugünlerde en çok tartışılması gereken meselelerden bir tanesidir. Demokrasiyi savunuyorsak, halkın iradesini savunuyorsak bunu da önümüze güçlü bir şekilde koymamız gerekiyor.
Şimdi bize bir tercih sunuluyor, darbe veya demokratik olmayan yönetimler arasında bir tercih yapmamız isteniyor. Biz her ikisini de tercih etmiyoruz, bu tercihi yapmaya zorlanmayı reddediyoruz. Bizim tercihimiz demokrasiden yanadır, demokratik hak ve özgürlüklerin genişletilmesinden yanadır.
Kendimi sizlere dinletememiş olabilirim ama son cümle olarak şunu söyleyebilirim: OHAL kararı...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Beştaş, iki dakikada toparlar mısınız.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
İşte, bu tercih meselesi gerçekten hepimizin önünde duruyor. Bugün hepimiz oy vereceğiz. Biz demokratik olmayan ve 7 Hazirandan bu yana bütün kurum ve kurullarıyla tek insan yönetimine doğru evrilen bir sistemi mi tercih edeceğiz yoksa darbeyi mi? Böyle bir şey olamaz. Biz demokrasiyi tercih ediyoruz ve bunun için de Parlamentonun devre dışı bırakılmasını reddediyoruz. Biz Parlamentonun çalışmalarının daha güçlü bir şekilde devam etmesi gerektiğini söylüyoruz. Biz sivil toplumun önündeki, basın-yayın özgürlüğünün önündeki, çalışmaların önündeki engellerin kaldırılmasını istiyoruz. Şu anda sokaklara kadınlar çıkamıyor mesela, buna zaman olmadığı için yer veremedim. Ama, darbelerde, savaş ortamlarında ve bu tip cinnet dönemlerinde en büyük hedef kitle kadınlardır, toplumsal yaşam alanlarından dışlanırlar. Öyle sözler sarf edildi ki bu dönemde, kadınların yaşam alanlarını ortadan kaldıran, cinsiyetçi, ağza alınamayacak sözler sarf edilmeye cüret edildi. İşte, Türkiye toplumunun ve dünyanın yarısını oluşturan kadınlar olarak biz bu darbeye de karşıyız ama antidemokratik yönetimlere de karşıyız. Biz demokrasilerde kadınların daha fazla haklar ve özgürlükler çerçevesinde kadın kimliğiyle kadın özgürlüğünü tesis edebileceğini ve bunu yaşama geçirebileceğini ifade etmek istiyoruz.
Netice olarak, tercihimizi çok net ifade ediyoruz: OHAL kararına kesinlikle "Hayır." diyeceğiz çünkü "olağanüstü hâl" demek, vatandaşların hak ve özgürlüklerinin askıya alınması demektir, "olağanüstü hâl" demek, vatandaşların yaşam alanlarının daraltılması demektir. Devletteki temizlik ve darbeyi ortadan kaldırmaya yönelik hamleler mevcut hukuki sınırlar içinde yapılabilir; öneriler gelebilir, bunları değerlendiririz.
Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)