GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Uluslararası İşgücü Kanunu Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:116
Tarih:20.07.2016

HDP GRUBU ADINA SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 403 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın tamamı üzerine konuşmak için Halkların Demokratik Partisi adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, her türlü askerî ve sivil darbeye karşı olduğumuzu belirterek 15 Temmuzda yaşanan darbe girişimini şiddetle kınıyoruz. Darbeyi önleme adına gerçekleştirilen kişisel silahlandırma açıklamalarına, idam söylemlerine ve toplumda yaratılan linç kültürüne karşı olduğumuzu da belirtmek istiyorum. 15 Temmuz günü henüz on sekiz yaşında olan gençlere, farklı inanç gruplarına ve etnik kimliklere yönelik yapılan linç girişimlerini de kınıyoruz. Bu yaşananlar ancak ve ancak barış ile insan hakları, demokrasi ve hukuk devleti ilkelerinin hayata geçirilmesiyle çözüme kavuşabilir.

Değerli milletvekilleri, dün yani 19 Temmuz Rojava devriminin başladığı tarihtir. Suriye'deki iç savaş sürecinde Kobani Halk Meclisi kentin yönetimini üstlenerek Rojava devrimini başlatmıştır. Kobani'de başlayan ve dalga dalga yayılan Rojava devriminin dördüncü yılını en içten duygularımla selamlıyorum. Rojava halkı yalnız değildir ve yalnız bırakılmayacaktır. Bu konudaki mücadele ve kararlı duruş IŞİD'in, El Nusra'nın ve diğer çeteci grupların ve destekçilerinin Rojava ve Suriye'den tamamen yok edilene kadar sürdürülecektir.

İşte, geçen sene bugün de Rojava halkının yalnız olmadığını göstermek için Türkiye'nin dört bir köşesinden 300 gencimiz Kobani'ye gitmek için Suruç'taydılar. Kobani'ye gitmeden hemen önce Amara Kültür Merkezi'nin bahçesinde bir basın açıklaması yaptılar. Basın açıklamasının devam ettiği sırada, saat 11.50'de kalabalığın tam ortasında bir patlama meydana geldi. Kobani'deki halklarla, Kobani'deki çocuklarla dayanışmaya gitmek isteyen 33 gencecik evladımız bu patlamayla katledildi, 100'den fazla gencimiz yaralandı. Özellikle, Rojava devriminin yıl dönümünden bir gün sonra Kobani'yle dayanışmak için yola çıkmış Türkiyeli devrimcilerin hedef alınması, Kobani'nin etrafındaki dayanışmayı kırmak, "Bu dayanışmadan vazgeçin." mesajını vermek içindi. Bu patlamayı gerçekleştiren IŞİD çetesi üyesi -intihar bombacısı- Şeyh Abdurrahman Alagöz'ün, ağabeyiyle birlikte "terör nitelikli kayıp" olarak kaydının bulunduğu, altı aydır kayıp olduğu, babasının iki ay önce il emniyet müdürlüğüne 2 oğlu için ihbarda bulunduğu ortaya çıktı. Hatta, 33 gencimizi canice katleden bu kişinin polis tarafından gözaltına alınıp serbest bırakıldığı da söylendi. Bu şahsın ağabeyi Yunus Emre Alagöz ise üç ay sonra, 10 Ekimde, Ankara'da barış mitingi katliamını gerçekleştirdi, 100'den fazla insanımız orada katledildi. Aradan tam bir yıl geçmiş olmasına rağmen Suruç katliamını gerçekleştirmiş olanlar hakkında hiçbir ciddi işlem yapılmadı. Suruç katliamı sonrasında dosyaya gizlilik kararı getirildi. Bir kez daha, Suruç'ta yaşamını yitiren bütün kardeşlerimi saygıyla anıyorum. Onların en insani dayanışma, duygu ve düşüncelerini mücadelemizde yaşatacağımızı vurguluyorum. Ailelerin çocukları için Suruç'ta ve diğer kentlerde anma yapmalarını engelleyen siyasi iktidarı kınıyorum ve bu katliamda yaralanan Loren Elva'nın dediği gibi sesleniyorum size: "İyi değilim, iyi olmayacağız, iyi olmayın." Eğer o gün bu katliamı aydınlatsaydınız ne diğer katliamları ne de bugünleri yaşamış olacaktık.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gördüğünüz gibi konuşmalara katliamlar ve saldırıları kınamakla başlıyoruz. Bu ülkenin artık barışa ihtiyacı var. Barışın olmadığı bir ülkede, aylarca sokağa çıkma yasağı uygulanan, şehirleri tanklarla, toplarla dövülen bir ülkede Meclisin işi, acil çözüm bulmaktır; diğer ülkelerden beyin göçü için apar topar yasa hazırlamak değildir. Artık insanların tatile bile gelmediği bir ülke hâline geldik. Bırakın çalışmaya gelmeyi, bırakın uzun süreli yaşama planı yapmayı, insanlar mecbur olmadıkça gelmiyor. Türkiye, savaştan kaçan insanlar için bir transit yoludur, başka çaresi olan burada kalmak istemiyor. Avrupa'ya gidebilmek için yüzlerce insan canı pahasına deniz yoluyla kaçmaya çalışıyor. Bu insanları burada tutmak istiyorsak önce iç barışımızı sağlamamız gerekir.

Birazdan görüşmeye başlayacağımız yasayla ilgili sözlerime geçmek gerekirse, her şeyden önce, her insanın kendi yurdunda eşit, insani koşullarda ve onurlu barış içerisinde yaşamasının evrensel bir hak olduğunu hatırlatmak isterim. Bizim de Meclis olarak bu konudaki sorumluluğumuzun bilincinde olarak hareket etmemiz gerekmekte. Bir yandan Suriyeli göçmenlere vatandaşlık verilmesi tartışması sürerken, bir yandan da Uluslararası İşgücü Kanunu Tasarısı'nı görüşüyoruz. Suriyelilere vatandaşlık verilmesi girişimin siyasal yanıyken, görüştüğümüz tasarı da iş gücü piyasasıyla ilgili.

Son zamanlarda Suriye'den göç etmek zorunda kalan göçmenlerin hem oturdukları mahalle ve evlere hem de iş yerlerine sık sık saldırılar olmaktadır. Göçmenlerle ilgili politikalar belirlerken tüm bu dengeleri gözetmek zorundayız. Gerek toplumsal yaşamda gerekse iş yaşamında yurttaşlar ile göçmenleri karşı karşıya getirecek söylem ve eylemlerden vazgeçilmelidir; tam tersine, iç barışı ve huzuru sağlayıcı, birleştirici ifadeler kullanılmalıdır. Henüz dört gün önce şu anda bulunduğumuz yere bombalar atılmıştır. Bu darbe girişiminin ardından da Suriyelilere yönelik saldırılar artmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hükûmet tarafından 24 Haziran tarihinde Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonuna havale edilen bu tasarı 28 Haziran tarihinde Komisyonumuzda görüşülmüştür. Hazırlanan yasa tasarısının aslında omurgasını oluşturan meslek örgütleri, sendikalar ve sivil toplum kuruluşlarına ise görüşülmesinden sadece yirmi dört saat önce haber verilmiştir, gerekli hazırlıkları yapmaları için yeterli zaman tanınmamıştır. Kanun tasarısının bir bütün olarak özellikle meslek örgütleriyle ortaklaşa hazırlanması gerekmekteyken Komisyon toplantısına katılan temsilcilerin öneri ve eleştirileri dikkate alınmamıştır. Oysa, tasarıyla ilgili yeterli çalışmaların yapılabilmesi için bir alt komisyon kurulmalı, meslek örgütlere ve sendikalara süre verilmeliydi, görüşleri dikkate alınmalıydı, tasarıyla ilgili kamuoyu yeterince bilgilendirilmeliydi.

Savaştan dolayı göçe zorlanan ve Türkiye'ye gelmek zorunda bırakılan göçmenlere burada bulundukları süre içerisinde güvenceli bir çalışma yaşamı ve makul bir gelir sunmak insani bir zorunluluğumuzdur ancak ülkemizde geniş tanımlı işsizlik yüzde 17, kayıt dışı çalışma oranı yüzde 40'lara dayanmıştır. Ayrıca, üretime ve istihdama değil tüketime ve borca dayalı bir üretim modeli benimsenmiştir.

Bu yasa tasarısında olduğu gibi göçmenlere yönelik güdülecek plansız ve denetimsiz bir istihdam politikası onlara bir fayda sağlamayacağı gibi, iç piyasada da işsizliği ve kayıt dışılığı daha da çok artıracaktır. "Yurttaş" ve "yabancı iş gücü" tanımı altında istihdam edilmesi, planlanan kişiler arasında bir rekabet ortaya çıkmasına ve gerekçede bahsedilen kamu düzeninin tesis edilmesine değil bozulmasına yol açacaktır. Oysa, doğru olan, istihdama dayalı bir üretim politikası belirlemek, gerekli kaynak ihtiyacını da emekçi kesimin değil, uzun yıllardır vergisizlik ve teşvikle ödüllendirilmiş sermaye kesiminin omzuna yüklemektir. Tasarıda söz konusu mali ve ekonomik planlamaya dair kapsamlı düzenlemeler yer almalıdır.

Görüştüğümüz kanun tasarısı birçok soruna dair düzenleme yapmadığı gibi amacı da mültecilerin istihdam hakkı değil, sermaye kesimine ne pahasına olursa olsun ucuz iş gücü sağlamaktır. Bunu tasarıdaki "nitelikli iş gücü" vurgusundan da anlayabilmekteyiz. Öncelikle belirtilmelidir ki, savaştan kaçarak ülkemize gelen mağdurlar arasında "nitelikli iş gücü" kavramı adı altında tasarı hazırlamak ayrımcılıktır. Hâlihazırda işsiz ve nitelikli iş gücü mevcuttur. Bu da tasarının amacının nitelikli iş gücü ihtiyacı değil, ucuz iş gücü ihtiyacı olduğunu göstermektedir. Bu yönüyle ilgili yasa tasarısı mevcut ekonomik krizi emek düşmanı politikalarla aşma çabasının son halkası niteliğindedir.

Kanun tasarısı hazırlanırken kullanılan dille bazı açılardan ayrımcı, bazı açılardan ise toptancı bir yaklaşım kullanılmıştır. Ayrımcıdır, çünkü "soy" tanımı bir kıstas olarak kullanılmaktadır. Herhangi bir soydan gelmek, nitelikli ve eğitimli iş gücü olmayı garantilemez. Bu nedenle çalışma iznine dair özel uygulamaların soy, ırk, etnik köken gibi, kişilerin kendilerinin karar veremedikleri özellikleri üzerinden belirlenmesi mantık dışıdır. Toptancıdır, çünkü "yabancı iş gücü" tanımı altında farklı statülere sahip "göçmen" ve "mülteci" kavramlarıyla birlikte anılmıştır. Oysa "göçmen" ve "mülteci" kavramlarının içeriği farklıdır. Tasarı aynı zamanda erildir, çünkü tasarıda kadın, çocuk, LGBTİ ve engelli bireylerle ilgili hiçbir madde ve istisnaya yer verilmemiştir. Yabancı iş gücünün istihdamına ilişkin tutum belirlenirken mutlaka bu grupların istihdamına ilişkin pozitif ayrımcılık ilkesinin gözetilmesi gerekmektedir. Geçtiğimiz haftalarda Komisyondan geçen 724 esas numaralı Yasa Tasarısı bu tasarıyla benzer düzenlemeler içermekteydi. Savaş mağduru göçmenler üzerinden rant sağlamak, onları ayrımcılığa tabi tutmak, bir de nitelikli olanları ucuz iş gücü olarak ayıklamak ne insanlık onuruyla ne de demokratik değerlerle bağdaşabilir.

Değerli milletvekilleri, biraz da tasarı maddelerinin içeriğinden bahsetmek istiyorum. Tasarı hazırlanırken iş gücü ihtiyacının belirlenmesinde kim tarafından belirlenen hangi sektörel veriler temel alınacaktır? Bu konu muğlak bırakılmıştır. Türkiye'de bu verileri tutan bir kuruluş var mıdır?

Yabancı istihdamı ihtiyacına ve kanun kapsamındaki diğer hususlara ilişkin olarak kamu kurum ve kuruluşlarıyla gerçek ve tüzel kişilerden bilgi talep edileceği belirtilmiştir. Bilgi talep edilecek kamu kurum ve kuruluşlarıyla, ilgili gerçek ve tüzel kişilerin kim olduğu açıkça belirtilmelidir.

Yine, tasarı hazırlanırken dışlanan meslek örgütleri ve kamu kurum, kuruluşu niteliğini haiz sendikalar da muhakkak suretle eklenmelidir. Zira, bir mesleğin niteliğini onu temsil eden kurumdan daha iyi bilecek bir kurum yoktur.

Bir başka maddede Bakanlıkça gerek görülen hâllerde kamu niteliğindeki meslek kuruluşlarının görüşlerinin dikkate alınacağından bahsedilmektedir. "Gerek görülen hâller"le kastedilen nedir? Bu hâllerin açıkça tanımlanması gerekmektedir.

Nitelikli iş gücünün değerlendirilmesinde ve seçilmesinde getirilmesi planlanan puanlama kriterlerinin objektif kriterlere uygunluğu garanti altına alınmalı ve bu kriterler şeffaf ve katılımcı bir biçimde belirlenmelidir.

Yine, tasarıda mesleki yeterlilik gerektiren işlerde çalışacak olan yabancıların mesleki yeterlilikle ilgili izinlerinin sağlanması ilgili meslek birliklerini ve odalarını içermemiştir. Bu kararın sadece ilgili bakanlıklara bırakılması mesleki oda ve birliklerin yetki alanlarının gasbı anlamına gelmektedir.

Ayrıca, tasarıda hangi meslek grupları profesyonel meslek grubu olarak nitelendirilecektir? "Kamu yararına çalışma" başlığında kastedilen nedir? Tasarıyla birlikte Türkiye'de yabancı mimar, mühendis veya şehir planlamacısına çalışma izni verilmektedir. Çalışma izni verilirken yabancılarda akademik ve mesleki yeterlilik aranmamaktadır.

Kanun tasarısının en önemli maddelerinden biri de 28'inci maddedir. 28'inci maddenin (1)'inci fıkrasında "Yürürlükten kaldırılan ve değiştirilen hükümler" ile "Atıf yapılan hükümler" kısmında en önemli kısım TMMOB'un hiçbir şekilde müdahil olmaması için 6235 sayılı TMMOB Kanunu'nun 34'üncü maddesi yürürlükten kaldırılmıştır. Mesleki yeterlilik açısından uygulamada önemli sorunlar doğuracaktır. Bu fıkranın madde metninden mutlaka çıkarılması gerekmektedir.

Yine, aynı maddenin (4)'üncü fıkrasında YÖK'ün İçişleri Bakanlığından görüş almasına ilişkin uygulamanın kaldırılması istenmektedir. Kamu hizmeti sunan öğretim elemanlarının güvenlik kontrollerinin yapılmaması uygun değildir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; işte, işbu yasa tasarısındaki sıkıntılı madde gerekçelerinden, göçmenlere ve özellikle Suriyelilere yönelik saldırı ve ayrımcılıktan hareketle, ülkemizde yaşayan, yaşamak zorunda bırakılan özellikle de Suriye'den göç eden insanların Türkiye'de ucuz iş gücü piyasasının bir parçası olduğu gerçeğinden hareket ederek, işverenlerin bu kişileri ucuz iş gücü olarak kullanmalarını önleyecek düzenlemeler yapılmalıdır, bu yönde denetimler artırılmalıdır. Bu işçilere yönelik ayrımcı uygulamaların önüne geçilmelidir.

Bu çerçevede, Türkiye, Uluslararası Çalışma Örgütünün 97 sayılı Göçmen İşçilerin İstihdamına İlişkin Sözleşmesi'ni onaylamalı, böylece göçmen işçiler ile yerli işçiler arasındaki ayrımcılıkla daha etkin bir mücadele edilmelidir.

Burada dikkat edilmesi gereken husus, bu konuda mütekabiliyet, denklik, denetim ve ayrımcılık yasağı gibi düzenlemelerin yapılması ve bu süreçte meslek odaları ve sendikaların sürece katılımının sağlanmasıdır.

Göçmen iş gücü konusu çok hassas bir konudur. İnsan hakları ve işçi hakları konusunda evrensel standartlardan uzaklaşmak, ırkçılığa, yabancı düşmanlığına ve nefret suçuna sebep olabilir. Tüm bu hassasiyetler göz önünde bulundurulmalıdır.

Sonuç olarak, işçi sınıfının bir parçası hâline gelen Suriyeli göçmen işçiler başta olmak üzere, tüm göçmen işçiler insanlık dışı çalışma koşullarından kurtarılmalıdır. Sınıf kardeşliği temeli üzerinde, başta kamu hizmetlerine erişim, eşit koşullarda çalışma ve örgütlenme hakkı olmak üzere tüm haklardan yararlanması için gereken tüm çalışmalar yapılmalıdır. Göçmenlerin çalışma şartları belirlenirken, içlerinden nitelikli iş gücü ayrımı asla yapılmamalıdır. Bu anlamda, ırkçılığa, ayrımcılığa ve göçmen karşıtlığına karşı kararlı bir mücadele verilmelidir.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)