Konu: | Danıştay Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 1 |
Birleşim: | 110 |
Tarih: | 30.06.2016 |
BERDAN ÖZTÜRK (Ağrı) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 400 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın 25'inci maddesi üzerine grubum adına söz almış bulunmaktayım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Yapılacak olan değişikliklere ilişkin görüşlerimizi kürsüden sürekli olarak dile getirdik. Söz konusu maddenin içeriğine dair bir şey söyleme gereği bile duymuyorum ancak AKP Hükûmetinin yargıyı adım adım ele geçirmesinin serencamını aktarmak istiyorum. 12 Eylül, Anayasa'sı ve yasalarıyla yargının yeniden biçimlendirildiği, rejimin ihtiyaçları doğrultusunda tahkim edildiği, faşizan bir anlayışın kendine yer bulduğu yeni bir süreci ifade ediyordu.
Yargının işlevi, esas olarak Millî Güvenlik Kurulunda ve askerî, sivil bürokratik elitler tarafından belirlenen politikalar doğrultusunda harekete geçmek ve karar vermektir. Genel politik belirlemeler yaparak hedef gösteriliyor ve ihtiyaç duyduğu ölçüde tekil olaylara, davalara müdahale ediliyordu. Yargı bu süreçte temel bir aktör değil, talimatları uygulayan ve sistemin tahkimatında önemli rol oynayan bir uygulayıcı olarak görev ve sorumluluğunu yerine getiriyordu. AKP Hükûmetinin vesayetin etkileri üzerinden yarattığı mağduriyet algısı toplumsal kesimler tarafından alıcı bulmuş ve uzun yıllara yayılacak tek başına iktidar olma imkânını sunmuştur. Bunu halkın kendilerine karşı gösterdiği bir teveccüh olarak her daim ballandıra ballandıra anlatan AKP Hükûmeti maruz kaldığına yabancılaşarak aynı yöntemleri uygulamaya girişmiştir.
AKP'nin kuvvetler birliğini sağlamak için yani tam iktidar olabilmek için attığı adımların en önemlisi 2005 yılında ceza hukuku mevzuatını baştan aşağı yenilemek olmuştu. Türk Ceza Kanunu'yla terör suçlarına ilişkin getirilen düzenlemeler muhalif hemen her eylemin terörizm suçlamasıyla cezalandırılmasının önünü açıyordu. Kanun, kutsal devlet anlayışını sürdürüyor, düşünce özgürlüğünün sınırlandırılması ve basın özgürlüğü açısından kendisinden önceki kanunu aratacak düzenlemeler taşıyordu. Ceza Kanunu'nun yanı sıra Ceza Muhakemesi Kanunu'yla DGM sistemini aratacak özel yetkili ağır ceza mahkemeleri sistemi kuruluyor ve geniş bir suç yelpazesinde istisnai bir yargılama usulü öngörülüyordu. Ceza hukuku mevzuatında yapılan bu değişikliklerle özel yetkili mahkemelerde önemli ölçüde etkinliği kuran siyasi iktidar yargının bütününde kurumsallaşmasını sağlamak ve HSYK ve yüksek yargı engelini aşmak üzere bitirici vuruşunu 2010 yılında gerçekleştirdiği Anayasa değişikliğiyle yaptı. Referanduma sunularak kabul edilen bu değişikliğin temel amacı yargı gücünü iktidarın koltuğu altına almasıydı ve yapılan düzenlemelerle iktidar bloku açısından dikensiz gül bahçesi yaratılmış oldu. Bugün artık yargı siyasi iktidar bloku içindedir ve onun ihtiyaçlarına göre hareket etmektedir. Yargı siyasi iktidarla bütünleşmiş, onun bir organı hâline gelmiştir. Anayasa değişiklikleriyle iktidar, yargıda tam bir kurumsallaşma sağlamış ve HSYK'yı âdeta bir genel müdürlük hâline getirmiştir.
Yargının siyasi iktidarla bütünleşmesi, en sahih hâliyle kendisini düşman ceza hukuku pratiklerinde göstermiştir. Buradaki kilit kavram terörizmdir. Öyle ki düşman ceza hukuku pratiği iktidar mücadelesinin bir aracı kılınırken, muhataplara yönelen suçlamanın terörizm olması, bu konuda iktidara söylem ve yargısal pratikler açısından çok önemli bir güç vermektedir. Böylelikle, eski yargının külliyatında da düşman kategorisinde yer alan sosyalistler, demokratlar, Kürtler, gazeteciler, akademisyenler de terör suçlarından tutuklanmaya devam edilmektedir. Bu evrede, kimin düşman, terörist kategorisine alınarak istisnai hukuk kurallarına tabi tutulacağına doğrudan siyasi iktidar karar vermekte, bu yetkiyi egemenliğin bir gereği olarak işletmektedir.
Her şey âdeta Schmitt'in dediği gibidir: "Olağanüstü hâle karar veren egemendir."
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)