GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Danıştay Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:107
Tarih:27.06.2016

MHP GRUBU ADINA İSMAİL FARUK AKSU (İstanbul) - Sayın Başkanım, sayın milletvekilleri; 400 sıra sayılı Danıştay Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı'nın tümü üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz aldım. Aziz Türk milletini ve yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Görüşmekte olduğumuz kanun tasarısında Danıştay ve Yargıtayın teşkilat yapısında birtakım düzenlemeler yapılmakta, iş yükünün azaldığı gerekçesiyle daire ve üye sayıları azaltılmaktadır. Bağımsız yargı, hukukun güvencesidir. Yargı kurumlarında devamlılık, yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı için en önemli şartlardan birisidir. Hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik hukuk devletlerinde şeffaflık ve hesap verebilirlik, kamuoyu denetimini sağlayan en önemli araçlardan birisidir. Özellikle üst mahkemelerde istikrarlı bir yapı oluşması ise hâkimlerin güvencesidir.

Bilindiği gibi, 2014 yılında Yargıtay ve Danıştayın iş yükünün fazlalığı gerekçesiyle yapılan düzenlemelerle daire ve personel sayısı artırılmıştır. Bu defa ise "İş kalmadı, daireleri kapatalım, üyeleri gönderelim." diyorsunuz. Oysa yüksek yargıdaki sorun, sadece iş yükü değildir. Sorun, üzerindeki kara bulutlardan, çeşitli vesayet unsurlarından yargının bir türlü kurtarılamamasıdır. Birisi giderken bir başkasının geliyor olmasıdır. Yargının doğru, hızlı ve adil işlemesi yerine yargıya müdahaleye yönelik düzenlemeler, yargının devasa sorunlarını çözmek yerine daha da artırmaktadır.

Bu tasarıyla sadece bir kadro ve teşkilat düzenlemesi yapılmaktadır. Görev ve sorumluluklarla ilgili, esasa yönelik bir yenilik getirilmemektedir. Önce sayıları artırdık, şimdi azaltıyoruz. Yarın tekrar artırmayacağımızın bir garantisi yok. Bu süreçte yasamanın her zaman bir tehdit unsuru olarak kullanılmasının da kabul edilebilir bir yanı bulunmamaktadır. Esasen, kamu kurumlarında yasa yoluyla tasfiye on dört yıldır yapılmaktadır. AKP döneminin bu ülkeye bırakacağı en kötü miraslardan birisi de, şüphesiz, kurumların bu şekilde tahrip edilmesidir.

Değerli milletvekilleri, henüz faaliyete geçmeyen istinaf mahkemeleri ile Danıştay ve Yargıtayda bekleyen dosyalar göz önüne alındığında, bu kanun tasarısının amacının iş yükünün azalmasına bağlı küçülmeden ziyade siyasi iradenin yargı üzerinde bir hâkimiyet alanı oluşturması çabası olduğu anlaşılmaktadır. Danıştay ve Yargıtay üye sayılarının neye göre belirlendiği, bu konuda bir etki analizi yapılıp yapılmadığı belli değildir. Tasarının birçok yerinde, subjektif değerlendirmelere açık bir yapı oluşturulmakta, yazılan gerekçeler dâhil madde hükümleri tartışmalı bir hukuki durumu ortaya koymaktadır. Yine, dairelerin kaldırılmasına ilişkin olarak herhangi bir ilke ortaya konulmamıştır. Yargının doğru, hızlı ve adil karar almasına, işleyişten kaynaklanan sorunlarına çözüm getirilmesine ilave bir katkı da sunulmamaktadır.

Tasarıyla, kanunun yürürlüğe girdiği tarihte Danıştayda ve Yargıtayda bulunan tüm üyelerin üyelikleri sona erecek, bunlardan kanunda öngörülen sayı kadarı beş gün içinde tekrar atanacaktır. Tasarıyla üyelerin görev süresi on iki yılla sınırlandırılmakta olup bu süre sonunda bir alt göreve getirilme riski, hâkim teminatını ve yargı bağımsızlığını zedeleyecek bir durum olarak değerlendirilmektedir. Anayasa'nın 140'ıncı maddesinin üçüncü fıkrası karşısında üyelerin görev süresinin ancak Anayasa'yla sınırlandırılması mümkün bulunmaktadır. Nitekim, Anayasa Mahkemesi üyelerinin görev süreleri kanunda değil, Anayasa'nın 147'nci maddesinde düzenlenmiştir.

Yargıtay ve Danıştaydaki küçülmeye iş yükü açısından bakıldığında ve hâlen sonuçlandırılmayı bekleyen dosyalar ile yeni gelecek işler dikkate alındığında, kanunun yürürlüğe girdiği tarihte kalacak üye sayısının yeterli olmayacağı anlaşılmaktadır. Esasen, iş yükündeki azalma doğrultusunda bir küçülme, daha objektif kriterlerle mümkün olabilirdi. Oysa, burada toptancı bir yaklaşımla anayasal bir yargı organının sonlandırılması söz konusu olmaktadır ve bunun siyasallaşmadan başka bir anlamı da olmayacaktır. Nitekim, Anayasa Mahkemesi, HSYK'ya ilişkin olarak 2014'te yapılan bu yöndeki bir düzenlemeyi iptal etmiştir. Anayasa Mahkemesi, kamu görevlilerinin görevlerine kanuni düzenlemelerle son verilmesinin, hukuki güvenlik ilkesinin ihlali anlamında Anayasa'ya aykırı olduğuna karar vermiştir. Bu gibi düzenlemeler, yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığına gölge düşürdüğü gibi yargıya güveni daha da azaltmaktadır. Oysa yargı, insanların vicdanlarında adalet duygusunu hissedecekleri, sırtını rahatlıkla dayayabilecekleri bir yapıda olmalıdır.

Tasarının bize göre Anayasa'ya aykırılık sorunundan sonra ikinci temel problemi, subjektif değerlendirmelere açık hükümler içermesi, gerekçelerin yetersiz, hukukiliğinin ve inandırıcılığının tartışmalı olmasıdır. Daire ve üye sayısı gibi sayısal değerlerin neye dayanılarak, hangi esaslar ve somut durumlar dikkate alınarak tespit edildiği belli değildir.

Mesleğe girişteki sözlü sınav ile hâkim ve savcıların kanun yolu değerlendirme formu değerlendirmeleri, objektif ve somut unsurlara dayanmamaktadır.

Aynı şekilde, kayyum atanan şirketlerin ortaklıklarının yönetimlerinin kayyum görev alanına dâhil edilmesi, bu alanda yeni suistimal kapıları açacaktır. Burada, kayyumun, yaptığı işlerden sorumlu tutulmaması ve tazminat davasının devlet aleyhine açılması, bu yönüyle, kayyumların, kullandıkları yetki çerçevesinde yaptıkları işlerden dolayı sorumlu olmamaları, şirketi bilinçli bir şekilde zarara uğratsalar bile sorumsuz olacakları bir tabloya işaret etmektedir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye, çok önemli sorunlarla boğuşuyor ancak bunlardan en önemlisi, bölücü terör ve adaletsizliktir. Bugün, birçok sorun, meri mevzuat işletilerek uygun hamlelerle zamanında çözülemediği için derinleşmiş ve devlet krizi hâline dönüşmüştür.

Biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak "AKP, ülkeyi bu hâle getirdi." diyerek görmezden gelemeyiz. Devletin bekasını, milletin huzur ve refahını tehdit eden, birlik ve beraberliğimizi tahrip eden unsurların ortadan kaldırılması için gayret ediyoruz, etmeye devam edeceğiz.

Ancak, şunu da ifade etmeliyim ki bugüne nasıl gelindiğine baktığımızda, temel sorunların altında 12 Eylül 2010'da yapılan Anayasa değişikliğini görmek mümkündür. O zaman mümkün olsa ölülere bile oy kullandırma gayretkeşliğinin altında yatan saik, kamuoyu tarafından bugün daha iyi anlaşılmaktadır. Anayasa değişikliğinin gerçekleşmesiyle birlikte, fütursuzca, iki bayraktan, iki milletten, özerklikten ve federasyondan söz edilmeye başlanmıştı. Sözde özgürlük, darbelerden hesap sorma, vesayeti kaldırma, demokrasi getirme gibi değerler üzerinden yeni tahrik ve istismar alanları oluşturulmuştu. Anayasa değişikliğinin ardından HSYK, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay kanunlarında yapılan değişiklikle yüksek yargıya yeni üye ataması yapılmıştır ancak yapılan atamalar, yargının bağımsızlığına ve tarafsızlığına hizmet etmemiş ki bugün görüştüğümüz tasarı gerekçesinde yine aynı sorunlar dile getirilmektedir.

Anayasa değişiklikleri ağırlıklı olarak yargıyla ilgili konulara odaklandığı hâlde, eleştirileri sonlandıramamıştır.

AKP iktidarında yargıya ilişkin olarak başka neler yapılmıştı, hatırlayalım: Yılda en az 2 defa, ortalama biner kişilik hâkim adayı alındı. Kritik görevlere atanmayla ilgili süreler azaltılarak yargıda kadrolaşmanın yolu açıldı. On yıl dolmadan bu kişiler önemli görevlere getirildi. Anayasa değişikliği dâhil, yapılan yasal düzenlemelerle yargıda siyasi bir güç oluşturulmak istendi. Bunlar yapılırken bir yandan da kurum olarak yargı kamuoyunun gözünde yıpratıldı. Üye sayıları artırılarak onlarca yeni üye atandı. Yapılan bu düzenlemelerin kerameti üzerine nutuklar atıldı, atanan yeni üyelerle ilgili övücü ifadeler kullanıldı. Türk Ceza Kanunu'nda yapılan düzenlemelerle Türklüğe hakaret suç olmaktan çıkarıldı. Yıkım sürecinde bölücü faaliyetlerin önü açıldı, bölücü propaganda ve benzeri faaliyetler suç olmaktan çıkarıldı, serbest hâle getirildi.

Bugün gelinen durumda teşkilatıyla, kadrosuyla, mevzuatıyla sizin eseriniz olan bir yargıyla karşı karşıyayız. Adalet mülkün temeli, AKP tarafından yapılan düzenlemeler ise bu temele konulan dinamitlerdir. Dolayısıyla, bugün yargının içler acısı hâlinden Adalet ve Kalkınma Partisi birinci derecede sorumludur. Bugünleri gören ve o süreçte dile getiren Milliyetçi Hareket Partisine akılalmaz ithamlarda bulunanlar umarım bugün bir nebze de olsa nedamet duyuyorlardır.

Değerli milletvekilleri, bir ülkenin hukuk devleti olduğundan bahsedilebilmesi için o ülkede bağımsız bir yargı teşkilatının varlığının tartışmasız olarak kabul edilmesi gerekir. Bağımsız yargı ise yargıçların bağımsızlıkları ile mesleki geleceklerinin ve özlük haklarının yasama ve özellikle yürütme organının baskı ve müdahalelerine göre şekillenmemesi ve yargıçların kendilerini güvencede hissetmelerinin sağlanmasıyla gerçekleşir. Bağımsız yargı, vatandaşların yasama ve yürütme organları karşısında en önemli teminatıdır. Bu teminat sayesinde hukuk devleti varlık bulur. Hukuk kurallarıyla yönetilen bir ülkede toplum genel hukuk ilkelerinin, adil yargılanma hakkının ve diğer temel hakların uygulanabilirliğinin garanti edilmesini ister. Bu nedenle, adaleti sağlayacak kurumlarla ilgili düzenlemeler yapılırken kafalarda şüphe bırakılmaması gerekir.

Hukuk devleti ilkesi, kuşkusuz, kanuniliğin ötesinde, insanlık tarihinin tekamülü boyunca elde edilen bazı hukuk kaidelerini de içeren daha kapsamlı bir kavramdır. Demokrasilerde, kaynağı kadar iktidarın nasıl kullanıldığı da önemlidir. Siyaset kuramcısı Thomas Paine'in "İktidarın seçimle iş başına gelmesi, seçilen kimseler sonradan hudutsuz bir yetkiye sahip iseler istibdadı ortadan kaldırmaz." sözü hukuk devletinin kâmil manada tesisinin nasıl sağlanacağını işaret etmektedir. Bu nedenle, Parlamentoda yapıcı muhalefet anlayışı içinde dile getirilen her meselede, tespit edilen her yanlışta Adalet ve Kalkınma Partisinin "Ama biz yüzde 49 oy aldık." demesi ve bunu kuvvet gösterisine dönüştürmesi siyaseten olgun bir bünye ve seviyeli bir kültüre sahip bulunulmadığını göstermektedir.

Değerli milletvekilleri, adaleti temel hak ve özgürlüklerin güvencesi ve devletin temeli olarak görüyoruz. Bu nedenle, yargı insanların tereddütsüz güvenebileceği, adalet duygusunun zihinlerde ve kalplerde yer ettiği bir yapıda olmalıdır. Seçim beyannamemizde insanlarımızın adaletli ve hakkaniyetli bir sosyal düzen içerisinde yaşamasının sağlanacağı, hukukun üstünlüğü prensibinin hâkim kılınacağı, temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınacağı belirtilmiştir. Yargının siyasi iktidarların veya belirli kişi ya da grupların güdümünde hareket etmeyeceği, bir kısım aidiyetlerin adalet duygusunun önüne geçmesine imkân verilmeyeceği, daima ve her şartta hakkı savunan bir yapıya büründürüleceği, bu amaçla fiziki ve teknolojik imkânların geliştirileceği, insan kaynaklarının nitelik ve nicelik olarak güçlendirileceği, çeşitli güç unsurlarının hukuk devleti kurallarına göre sınırlandırılması suretiyle güçlünün değil haklının korunmasının temin edileceği, toplumsal ahengin ve huzurun tesis edilmesinin devletin temel görevleri olacağına vurgu yapılmıştır.

Son yıllarda, Türkiye'de hukuk ve yargı sisteminin artarak büyüyen sorunları yargı ve hukukun birçok bölümünde kendini göstermektedir. Ancak, en büyük sorun, var olan hukuk kurallarının uygulanmaması ya da kişiye veya duruma göre uygulanıyor olmasıdır. Demokratik hukuk devletinin en önemli unsuru olan eşitlik ilkesine aykırılık ve hukuk güvenliği hakkıyla ilgili olarak ortaya çıkan sorunlar vatandaşın da adalete olan güvenini sarsmaktadır. Yapılan çeşitli kamuoyu araştırmalarında bu durum net bir şekilde ortaya çıkmakta ve halkın yüzde 75'inden fazlası yargıya güvenmediğini belirtmektedir. Halkın adalete olan güveninin kaybolması ise ülkemizin bekası için önemli bir sorun, ciddi bir tehdittir. Bunun toplumsal yaşamda yol açtığı en büyük tehlikelerden birisi, kişilerin uyuşmazlıklarını yargıda görmekten çok, başka yol ve yöntemlere tevessül etmesidir. Özellikle, hızlı ve adil yargılamanın gerçekleşmemesi durumunda yasa dışı gruplar, yol ve yöntemler ortaya çıkmakta, devreye girmektedir. Adil yargılanma hakkının en önemli unsuru, makul süre içerisinde yargılanma hakkıdır. Toplumun yargı organlarına olan güveninin korunabilmesi, hakkın gerçek sahibine bir an önce tesliminin sağlanması açısından yargılamanın makul süre içerisinde bitirilmesi ilkesi son derece önemlidir.

Avrupa Konseyi Etkin Yargılama Komisyonunun yayımlamış olduğu verilere göre, Avrupa ülkelerinde 100 bin kişi başına düşen hâkim sayısı ortalaması 21,3 iken Türkiye'de bu sayı 10,6'dır. 100 bin kişiye düşen savcı sayısında ise Avrupa ortalaması 11,1 iken Türkiye'de 5,8'dir. Yine, adli yardım harcaması Avrupa ülkelerinde 7,7 avro iken Türkiye'de sadece 1,10 avrodur. Bir hâkime düşen dosya sayısı yılda 200 iken Türkiye'de 780'dir.

Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünün 2004-2014 yıllarını kapsayan verilerine göre, bu dönem içerisinde davaların ortalama görülme süresi 207 gün olarak hesaplanmıştır. Yaklaşık altı buçuk aya karşılık gelen bu süre, doğası gereği, kısa süreli çekişmesiz yargı işleri ayrı tutulduğunda, aslında çok daha uzun olmaktadır. Türkiye'de hâkim ve savcı sayılarında hâlâ Avrupa standartlarına yaklaşılamamıştır. Bu ve benzeri problemleri çözmeden adaletin hızlı, doğru ve adil karar vermesi yolundaki engeller devam edecektir.

Değerli milletvekilleri, yargı reformu kapsamında yapılacak her türlü değişikliğin toplumun adalete güven duygusunu artıracak şekilde olması şarttır. Hukuk ve adalet alanında evrensel normları da dikkate alan kısa, orta ve uzun vadeli devlet politikaları oluşturulmalıdır. Hiçbir organ, makam, merci, kişi ve baskı grubuna ayrıcalık tanınmayacak biçimde yargı bağımsızlığı tesis edilmeli, hiçbir kimse ya da organ yargı denetimi dışında bırakılmayarak hukukun herkes için eşit ve adil bir şekilde tecelli etmesi sağlanmalıdır. Hâkim, savcı atamaları ve yargıda yapılan seçimler objektif kriterlere dayandırılmalıdır. Seçimlerin hâkim ve savcıların mesleklerinin ve kararlarının önüne geçmesine yol açabilecek siyasi, ideolojik ya da bir grubun temsiline dönük yarışa dönüşen çarpıklıkları derhâl giderilmelidir. Mevzuatımıza girmiş bulunan millî ve manevi değerler ile üniter millî devlet yapımızı, cumhuriyetimizin temel niteliklerini tahrip eden, Türkiye'nin ülkesi ve milletiyle bölünmezliğini tehdit eden, yolsuzluk ve usulsüzlüğü teşvik eden yasal ve idari düzenlemeler derhâl temizlenmelidir.

Unutmayalım ki sorumluluk mevkisinde olanlar yaptıklarından da, yapmadıklarından da sorumludur; millet emanetine sahip çıkmaktan, vatana, millete ve bayrağa sadakatten, devletin varlığı ve bağımsızlığını, milletin kayıtsız şartsız egemenliğini korumaktan, yetim hakkına sahip çıkmaktan ve adaletle hükmetmekten sorumludur. Unutmayalım ki ilahi adalette zaman aşımı yoktur.

Bu düşüncelerle sözlerime son verirken hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)