| Konu: | HDP Grubu önerisi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 107 |
| Tarih: | 27.06.2016 |
KAMİL AYDIN (Erzurum) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; ben de Halkların Demokratik Partisinin önerisinin aleyhine söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Saygıdeğer milletvekilleri, demokratik toplumlarda sistemin ya da demokrasinin iyi işlemesinin en önemli göstergesi, erkler ayrımının gerçekten birbirlerine olan mesafesini muhafaza etmelerinden belli olur. Bunu mütemadiyen söylüyoruz. Yani, yasamanın, yürütmenin, yargının arasındaki mesafe ne kadar korunursa o kadar sağlıklı bir demokrasiden söz edilebilir ama bunlar da iyi bir demokratik geleneğin oluşmasında yeterli midir? Değildir. Daha da geliştirmek, daha ileri götürmek için mutlaka bu 3 erke ilaveten bazı etkin STK'ların da destek vermesi lazım. Bu bağlamda da en önemli sivil kitle örgütlerinin başında vakıflar, dernekler olduğu gibi, sendikalarımız gelmektedir.
Şimdi, 2 tane somut örnekten hareketle birkaç şeyi söylemeye çalışacağım. Malum, geçen hafta 3.746 hâkim ve savcımızın tayinleri çıkarıldı. Gerçekten, toplam 12 bin civarında bir rakamdan bahsediliyor, bunun neredeyse üçte 1'ine yakını kurulu düzenlerini bozup yeni yerlerine gitme telaşesi içine girdiler. Şimdi, niye? Bakın, bize birtakım şikâyetler geliyor, mutlaka iktidar partisine bu tür dilekler, istekler, yanlış yapılan uygulamaların şikâyeti daha çok geliyordur. Şimdi, bu insanlar bir yerlere tayin istiyorlar, tayinleri çıkıyor, görevlendiriliyorlar, özellikle metropol kentlere; Ankara'ya, İstanbul'a, İzmir'e, Adana'ya, Mersin'e, Antalya'ya. Diyor ki: Yasa gereği, -çünkü burası bir hukuk devleti- yasaya göre benim burada en az yedi yıl kalma imkânım var, Ankara'da yedi yıl kalacağım. Dolayısıyla, yedi yıl zarfında o zaman benim bir yerleşik planlama yapmam lazım... Yedi yıllık bir plan yapıyor. Çocuğuna okullar ayarlıyor, eşinin tayinini yaptırıyor, evi yoksa parası varsa birazcık birikintilerini bir araya getirip ev alıyor ya da kiralıyor, boyasını badanasını, yerleşimini sağlıyor, oraya yerleşiyor. Ama heyhat! Aradan bir yıl geçmeden tayin yazısı geliyor, "Sen falan ilin falan ilçesine gidiyorsun." Allah'tan korkalım!
Bakın, somut bir örneği daha detaylandırayım. Bir kardeşimizin 2 özürlü çocuğu var, birisi göbekten, dışarıdan besleniyor. Bu çocukların tıbbi yardıma ihtiyaçları var, onun için Ankara'ya tayin istemiş ve buraya yerleşmişler. Ama -bir buçuk yıl kalmadan- yedi yıl kalma hesabı yapan aile, çocuklarının tedavisinin sürdürülmesini düşünen aile bir anda tayin yazısını elinde buluyor. Bu mübarek gündeyiz. Gerçekten o balık ve Halik hikâyesini hepimiz biliriz ama uygulamada birazcık dikkat etmek gerekir. Bir iyilik yapılacaksa balık değil, Halik için yapmak lazım. Yanlış bir uygulama balığın hoşuna gitse bile, Halik onu mutlaka karşımıza çıkarır, o yanlışı bir anda suratımıza çarpar. Bu mübarek ayda milletin ahını almayalım.
Saygıdeğer milletvekilleri, şimdi, buna benzer bir örnek değil, binlerce örnek de eğitim alanında var. Artık, sendikaların kanayan bir yarası hâline geldi, 6 binlerle, 7 binlerle ifade edilen, gerçekten, özlük haklarını elde etmiş, objektif sınavlarla okul yöneticiliğini kazanmış, gerçekten, eğitim tecrübesi çok yüksek arkadaşlarımız eğitim camiasında... İnanın, bunlar 2004'ten, 2005'ten sonra olan oluşumlar yani Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı zamanında bunlar alınlarının teriyle, yüzlerinin akıyla, bileklerinin gücüyle okul müdürü olmuşlar, okul müdür yardımcısı olmuşlar, Millî Eğitim Bakanlığında üst düzey bürokrat olmuşlar. Ama, heyhat, bir sendikacılık furyası çıktı bizde. Böyle bir "benden, senden." diye. Bu, sendikanın doğasına aykırı bir kere. Sendikanın bütün Batı toplumlarında, bütün dillerde tanımı şudur, işçi ya da memur sendikası olsun: "Üyelerinin özlük haklarının iyileştirilmesi, çalışma şartlarının iyileştirilmesiyle, varsa sorun ve sıkıntılarının halledilmesiyle mükellef bir yapıdır sendikalaşma." Ama, maalesef bizim sendikalar bir jurnal mekanizması oluşturmuşlar, efendim, "O sendikadan, bu sendikandan" diye. "TÜRK EĞİTİM-SEN'liyse onu ne yapalım? Bu bizim için utanç kaynağı. Bizim ilçede falan lisenin müdürü TÜRK EĞİTİM-SEN'li. Olmaz, bunu nasıl alaşağı edelim?" Bunlar birleşiyor, birleşiyor, birleşiyor, yukarıya kanun ve önerge değişikliğine kadar götürüyorlar. "Sistemi değiştirelim. Ne yapalım? Efendim, sistemi değiştirip mülakat koyalım." Ya, bunlar merkezî sınava girmişler -o sınavda mülakat da vardı- 100 üzerinden 90 almışlar ve o da yetmezmiş gibi sicilleri çok temiz, bu insanlar okullarında gerçekten çok başarılı eğiticilik yapmışlar. Niye bunların devam etmelerine karşı çıkıyoruz? "Hayır, onları alalım, onları bir yere bırakalım. Asıl bizim sendikanın üyelerini getirelim." Hatta artık öyle ayyuka çıktı ki "Ya, kardeşim, biz seni seviyoruz. Sen iyi yöneticisin ama seni alacağız. Ama sendikanı değiştirirsen biz seni orada tutarız." Ya, düşünebiliyor musunuz böyle bir ileri demokrasi, böyle bir yeni Türkiye kabul edilebilir bir Türkiye midir Allah aşkına? Burada eğri oturup doğru konuşacağız hepimiz.
Bunu Kredi ve Yurtlar Kurumunda yaptınız. Bakın, Kredi ve Yurtlar Kurumu bünyesi içerisinde... Her kurum böyleydi, Türkiye'nin yerleşik bir kurumsal yapısı vardı, çok iyi yetiştiriliyordu, çekirdekten. Kredi ve Yurtlar Kurumuna memur olarak girdi arkadaşımız, sonra on yıl çalıştı, Kredi ve Yurtlar Kurumunun iç yapısını öğrendi, şef oldu, şeflikten sonra şube müdürü oldu, 15'inci senesinde Kredi ve Yurtlar Bölge Müdür Yardımcısı oldu. "Sen misin, bölge müdür yardımcısı oldun?" Baktılar ki bünyeden böyle bir yapı geliyor. "Ee, bizden değil. Bizim sendikaya üye değil. O zaman ne yapalım? Yönetim şeklini değiştirelim. Neyle değiştirelim? Bir yasamayla değiştirelim. Adını ne koyalım? Eğitim uzmanlaştıralım onları. Yeni bir kadro ihdas edip oraya da sendikamızın listesinden yerleştirelim." Ve yerleştiriyoruz, şimdi yaşadığımız şeyler; yerleştirilen, eğitim uzmanı olarak havuza alınan, yirmi yılını vermiş, Kredi ve Yurtlar Kurumunun her şeyini bilen bir arkadaşımız o tecrübesiyle bir kenarda bekliyor ama imam-hatipten bir meslek öğretmeni sendikanın referansıyla geliyor, Kredi ve Yurtlarda şube müdürü oluyor, bölge müdür yardımcısı oluyor. Ne yapıyor biliyor musunuz? Gidiyor ikide bir, herhangi bir meselede o havuzda bekleyen uzman arkadaşımıza diyor ki: "Siz burada müdürdünüz, şöyle bir yazı var, şunu biz nasıl yapalım, nasıl cevaplayalım?" Diyorlar ki: "Hocam, biz zaten aktif görevdeyiz. Adımız 'müdür' değil, adımız 'uzman', havuzdayız ama yine biz kendimiz idare etmeye çalışıyoruz, Allah rızası için elimizden gelen yardımı yapıyoruz."
Şimdi, benzer bir uygulama da maalesef maarif müfettişleri için düşünülüyor; gelecek yasa, görüşeceğiz bunları. Arkadaşlar, yol yakınken, ne olur, artık bu ötekileştirmeden vazgeçelim. Yani, biliyoruz, zaman zaman bilinçaltınız tezahür ediyor "Yasama da biziz, yargı da biziz, yürütme de biziz." diyorsunuz, "Oğlan da bizim, kız da bizim; düğün de bizim, dernek de bizim." diyorsunuz ama inanın bu, kutuplaşmadan, hizipleşmeden başka bir şey yaratmıyor. Kindar oluyoruz birbirimize. Aynı masada çalışan iki arkadaş birbirlerine, inanın, mesafe koyuyor ve hasım oluyor. "Devran bir dönsün de görürsün." deme noktasına getiriyoruz. Bunlar yanlış şeyler. Maarifte olmaması lazım, en kötü ihtimalle hukukta olmaması lazım, efendim, yargıda olmaması lazım bunlar.
Şimdi, maarifle ilgili... Müfettişlik müessesesi hakikaten Türkiye'nin iki yüz yıllık bir geleneğidir, burada bu işe vâkıf çok değerli insanlar var, biliyorum. İki yüz yıllık Türk devlet geleneğinde bir maarif müfettişliği vardır. Şimdi bunlar da öyle, ince elenip sık dokunarak, çekirdekten yetişerek geliyorlar. Çok değerli eğitimcilerin, zamanla, efendim, bir sınava tabi tutulup müfettişlik hakkını kazanmasıyla gerçekleşen bir şey. Şimdi, efendim, ne yapacağız? Onları da "uzman" diye havuzlara alacağız, o 3 bin çok kıymetli maarif mensubu müfettişlerinizi. Niye? Sendika, malum sendika değil. Onun yerine ne yapacağız? Yeniden, deneyimsiz, tecrübesiz, liyakatsiz... Hani hep söyleriz ya: Liyakati ön plana çıkaralım. Ya arkadaşlar, inanın bir madde yeter, liyakate sadece dikkat etsek inanın yeter; siyaseten de yeter, rahmet açısından da yeter, dua açısından da yeter diyorum.
İnşallah bu uygulamaların son bulması dilek ve temennilerimle hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)