| Konu: | HDP Grubu önerisi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 106 |
| Tarih: | 23.06.2016 |
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Evet, bugün verdiğimiz önerge, Kulp'ta meydana gelen zorla kaybettirmelere ilişkin hâlâ devam eden bir dava var ve buna ilişkin Meclis araştırması talebimiz var. Tabii, bu zorla kaybettirmelere ilişkin Meclis araştırmamız özgün olarak Kulp'a ilişkin, Kulp davasına, soruşturmasına ve kovuşturmasına ilişkin ama bugün hâlâ bu meselelerin çözülmediği, davaların tek tek kapatıldığı, cezasızlıkla sonuçlandığı gerçeğini de bir kez daha Genel Kurulun bilgisine, ilgisine ve kararına sunma ihtiyacı duyduk.
Olay şöyle, önce önerge konusu olayı anlatmak istiyorum kısaca: 8-25 Ekim tarihlerinde -1993 yılından söz ediyorum- dönemin Bolu Tugay Komutanı Yavuz Ertürk komutasında yürütülen bir askerî operasyonda, Kulp ilçesinin Gurnik, Mezire, Pireş, Kepir, Şuşan, Alaca köyü ve Muş'a bağlı Kayalısu köyünün Licik mezrasından Mehmet Salih Akdeniz, Celil Aydoğdu, Behçet Tutuş, Mehmet Şerif Avar, Hasan Avar, Bahri Şimşek, Mehmet Şah Atala, Turan Demir, Abdo Yamuk, Nusreddin Yerlikaya, Ümit Taş adında 11 sivil gözaltına alınmıştır o tarihte ve kendilerinden bir daha haber alınamadı, ta ki kemikleri İnsan Hakları Derneğinin girişimleriyle ortaya çıkarılıncaya kadar. Gözaltında kaybedilen bu 11 kişinin aileleri soruşturma makamlarına, savcılıklara başvuruda bulunuyor fakat maalesef, bu başvurular neticesinde etkin bir soruşturma, diğer benzer bütün dava dosyalarında olduğu gibi, yürütülmüyor ve 1994 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuru yapılıyor ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 31 Mayıs 2001 tarihinde davaya ilişkin karar veriyor ve Türkiye'yi mahkûm ederek ihlal kararı veriyor. Burada, 11 kişinin yaşam hakkından sorumlu olduğunu ve etkili bir soruşturma yapılmadığını geniş bir şekilde kararında dercediyor. İhlal gerekçesi, yaşama hakkı, işkence yasağı, kişi özgürlüğü ve güvenliği maddelerinden ihlal kararı veriliyor.
Sonra, 2 Kasım 2003 tarihinde, 11 kişinin zorla kaybettirilmesinden tam on yıl sonra Alaca köyüne 500-600 metre mesafedeki bir dere yatağında toprak üzerinde çıkan bazı kemik parçaları ve bez parçaları bulunuyor, bunu köylüler fark ediyor. İnsan Hakları Derneğine müracaatla bu bez parçalarını ve kemik parçalarını götürüyorlar. Bunun üzerine İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesinin girişimleri ve yaptıkları başvurular sonucunda 30 Aralık 2005 tarihinde bir rapor yayınlanıyor bu kemiklere ilişkin ve burada, söz konusu Adli Tıp Kurumunun raporunda olay yerinde bulunan kemiklerin en az 9 kişiye ait olduğu ve bunlardan ikisinin Mizbah Akdeniz'in babası Mehmet Salih Akdeniz ile Ahmet Tutuş'un babası Behçet Tutuş'a yüzde 99,9 oranında ait olduğu resmî olarak, kriminal olarak tespit ediliyor.
Şimdi, bu dava 1993'ten şu ana kadar devam eden -aslında ara ara kesilen- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararından sonra ve kemiklerin köylülerce bulunmasından sonra DNA'yla ortaya çıkan, sorumluluğu net olan bir dava dosyası. Bundan sonra, biraz da dönemin konjonktürü, iktidarın buna cevaz vermesinden -hani "Geçmişle yüzleşeceğiz." iddiaları vardı- savcılar cesaret alıp bir dava açtılar ve bu dava duruşmasında -8 Temmuz 2005 tarihinde ilk duruşma- Bolu 2'nci Tugay Komutanlığı arşivinden bilgiler isteniyor, Genelkurmay Başkanlığından ve Bolu Tugayından. Fakat maalesef buna ilişkin Genelkurmay Başkanlığı bir cevabi yazı gönderiyor ve diyor ki: "İlgili birimlerin arşivlerinde yapılan araştırmada 1993'e ilişkin bilgi ve belge bulunmamaktadır." şeklinde yanıt veriliyor. Yine "2'nci Komando Tugay Komutanlığı arşivinin de 12 Kasım 1999 depreminde su basması sonucu zayi olduğundan herhangi bir evraka ulaşılmadığı" şeklinde dava dosyasına yanıt veriliyor.
Tabii, bu arada bir parantez içinde şunu da ifade etmekte fayda görüyorum: Bu tip dava dosyalarında belgeler ve bilgiler, özellikle suç işlendiğini tespit eden kamera kayıtları görüntüler, yüzde 99,9 -ben, henüz o yüzde 1'e, yaşamımın, meslek yaşamımın hiçbir bölümünde tanıklık etmedim- belge, bilgi ve kamera kaydı olmaz; ya bozuk olur ya tahrip edilmiş olur ya su basmış olur ya hırsızlığa mal olmuş olur ya da bir nüfus idaresi tümüyle yanmış, kül olmuş olur. Bunların hepsi, dava dosyalarında mevcut cevabi yazılardır. Bu da cezasızlığa gerekçe oluşturan, aslında resmî gerekçe oluşturan yanıtlar olarak önümüzde duruyor.
Bu dava dosyası hâlâ Ankara'da devam ediyor, Kulp'ta 11 kişinin zorla kaybettirilmesi meselesine ilişkin dava devam ediyor ve o dönemin Bolu 2'nci Tugay Komutanı Tuğgeneral Yavuz Ertürk'ün talimatlarıyla gerçekleştiği, aslında, dava dosyasında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine intikal eden belgelerde, tanık beyanlarında açık olduğu hâlde, Yavuz Ertürk hakkında hiçbir tutuklama kararı yok. Tabii, normal, adli pratik gereğince, onlar, cezadan, tutuklamadan muaf kişilikler. Şu anda tutuksuz devam ediyor ve dava, Diyarbakır'da değil, maalesef, Adalet Bakanlığının izniyle, dava dosyası Ankara'ya taşınıyor. Şu anda, bu tip dava dosyalarının hiçbiri kendi yerelinde görülmüyor. Bununla da ayrıca, zarar gören, katliam mağduru ailelere ekstradan, hem cezasızlık karşısında hem de bu yargılamalarda çok ciddi bir mağduriyet daha yaşatıldığını biliyoruz.
Değerli arkadaşlar, bu davalar, ciddi bir zaman aşımı riskiyle karşı karşıyalar. Bu, çok önemli bir dava dosyası; 11 kişinin zorla kaybedildiği, DNA'yla kemiklerinin tespit edildiği bir dava dosyasından söz ediyoruz.
Diyeceksiniz ki belki, "O günden bugüne aradan yirmi üç yıl geçti, niye bugün geldi?" Bugün de aynen bir zorla kaybettirme davasıyla, girişimiyle karşı karşıyayız; Hurşit Külter, bugün, 28'inci gündür, Şırnak'ta gözaltına alındığı hâlde resmî makamlarca kabul edilmiyor ve tıpkı Vedat Aydın'ın 1991 yılında zorla gözaltına alındıktan sonra cenazesinin bulunmasıyla ve karanlık bir dönemin başlamasıyla çok benzeşiyor gerçekten.
Hurşit Külter, Şırnak DBP İl Yöneticisi, bu kürsüden daha önce de ifade ettik ve kendisinin ailesine yazdığı "Hakkınızı helal edin, beni alıyorlar." mesajı soruşturma dosyasına konulmuş durumda. Bu başvuru Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin önüne de gitti ve bu dosyada Türkiye'den savunma istendi, Hurşit Külter'in kaybettirilmesine ilişkin savunma istendi. Savunma istendikten sonra bütün ısrarlarımıza rağmen, dün gece saat iki civarında Millî Savunma Bakanının yanıtına kadar hiçbir yanıt alamadık, resmî hiçbir yanıt alamadık. Dün gece sorduğumuz soru üzerine Millî Savunma Bakanımız dedi ki: "Hurşit Külter'in kaybedilmesine ilişkin, gözaltına alınmasına ilişkin iddialara dair İçişleri Bakanlığı mülkiye müfettişleri görevlendirmiştir.", yirmi sekiz gün sonra. JÖH ve PÖH hesaplarından açıkça ilan edilen bir gözaltı, bir zorla alıkoymadan söz ediyorum ve gerçekten şu anda Hurşit Külter yaşıyor mu, yaşamıyor mu, hiçbir bilgimiz yok. Maalesef, deneyimlerimiz yani şu anda çok daha vahim bir, yaşamının devam etmediğine dair kaygılarımızı gitgide büyütüyor. Bir ülke düşünün, kürsüden Millî Savunma Bakanı diyor ki "Bu ülkede böyle hukuksuzluklar olmaz." ama 28'inci günün sonunda müfettiş görevlendirdiğini söylüyorlar. Hacı Lokman Birlik'in cenazesini panzer arkasında sürükleyenler hakkında da müfettiş görevlendirilmişti. Ama ne oldu? O sürükleyenlerle ilgili sadece kademe durdurma cezası verildi. Bu ülkede cenazeye işkence yapmanın cezası kademe durdurmaymış.
Şimdi, biz, Kulp davası özelinde bütün zorla kaybetmelere ilişkin aslında Meclisin inisiyatif alması gerektiğini, bu komisyonlar aracılığıyla bunları önlemede etkin bir çaba içinde olabileceği inancıyla araştırma komisyonumuzun kabul edilmesi yönünde görüşümüzü bir kez daha ifade ediyorum.
Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)