GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:105
Tarih:22.06.2016

HDP GRUBU ADINA MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

İkinci bölüme geldik ve daha maalesef kanunun ayrıntıları konusunda sunumlardan ciddi bir farklı takdim etme yöntemi olduğunu görüyoruz. Zira, Hükûmet adına konuşan sayın hatipler şu cümleyi ısrarla söylediler bir kaç kere: "AKP, dün söylediği sözlerin arkasındadır. Bu EMASYA'yla kıyaslanamaz; EMASYA bir protokoldü, bu bir kanun. Bu, terörle mücadelede mutlaka çıkarmamız gereken bir kanun. Güvenlik-özgürlük dengesinde biz hâlâ özgürlükten yanayız." şeklinde başka başka ifadeler kullandılar. Doğru, iktidar, özellikle bu dönemde ve uzun yıllardır, iktidar olduğu günden bu yana kadife bir eldivenle, yapacaklarını, yaptıklarını gizlemeye çalışıyor ama gerçekten o kadife eldivenle neler yaptığını, yaşamımızda, Türkiye'de nelerin değiştiğini maalesef her gün deneyimlerimizle öğreniyoruz. Bu, gerçekten Sayın Cumhurbaşkanından şu anda geçen dönemlerde milletvekili olan birçok kişinin askerî vesayet, EMASYA Protokolü, darbeler, olağanüstü hâl rejimi, sıkıyönetim uygulamaları, 90'lı yıllarda işlenen savaş suçları, insanlığa karşı suçlar konusunda binlerce açıklamayı önümüze koyabiliriz. Şu anki iktidar partisinin bu meselelerdeki halka anlattıkları ve ifade ettikleri değerlendirmeler ama bunlara gerek yok, kendileri çok iyi biliyorlar, çünkü günlük politika yapıyorlar. Kendi çıkarları dışında iktidarın, asla ve asla Türkiye yurttaşlarının, Türkiye'nin demokrasisi, barışı, özgürlükleri, hukuk devleti olmak, Anayasa'ya bağlı olmak ve benzeri ilkelerle bir alakası yok çünkü iktidar döneminde, 2002'den bu yana, herhâlde yasama organı hiçbir zaman bu kadar yapboz tahtasına dönüşmemişti. Aynı kanun defalarca defalarca değiştiriliyor, uygulamada bir aksaklık çıkıyor ve bu aksaklık sonrasında tekrar kendi lehlerine bir düzenlemeyle bunu gidermeye çalışıyorlar. İşte, şu an önümüzde duran kanun da tam da böyle bir kanun. Stratejik, uzun vadeli, her ne kadar 2071'den, 2023'ten söz etseler de onlar günlük politikalarla kendilerini kurtarma telaşındalar. Kendi ajandaları dışında Türkiye'de ne oluyor, ne bitiyor bunlarla ilgili bir kaygıları söz konusu değil.

Bu arada, biraz önce de ben ifade ettim, bu yasa ne getiriyor? Yani bu yasaya ilişkin saatlerce, günlerce değerlendirme yapmak gerekiyor çünkü bu yasa önerisi yüz yıllık bir tarihle aslında hesaplaşmamızı gerektiriyor. Yüz yıldır uygulanan politikaların tekrar tekrar güncellendiğini; tek dil, tek kimlik, tek inanç üzerinden tekrar tekrar güncellendiğini önümüze koyan bir yasa önerisidir. Yani biz, dün "kart kurt"tan bugün "Kürt" demeye vardık ama hâlâ "Kürt halkı", "Kürt illeri" derken burada büyük tepkilerle karşılaşıyoruz.

Bu yasa önerisiyle kesinlikle, realiteden, mevcut Türkiye atmosferinden, çoğulcu yaklaşımdan, farklılıkların eşit ve özgür yurttaş olarak bir arada yaşamasını reddeden, ülkenin bir bölümünde aslında özel olarak orayı öldürme bölgesi ilan eden bir yasa tasarısıyla karşı karşıyayız.

Yani, bunu söylerken böyle çok büyük bir mutlulukla söylediğimizi düşünmeyin, gerçekten canımız yanarak bunu anlatıyoruz. Sizler, belki çoğunuz gitmediniz, belki görmediniz, görenleriniz de vardır ama şu anda Gever'de, Nusaybin'de, Silvan'da, Sur'da insanlar kan ağlıyorlar, insanlar evlatlarını kaybettiler ve bunların hesabını soramazsınız diyen bir yasa önerisiyle karşı karşıyayız.

Bu bir terörle mücadele yasası değil, bu bir halkla mücadele yasasıdır. Bu kendi hak ve özgürlüklerini isteyen, dilini, kimliğini, kültürünü, inancını korumak isteyen, kendi yaşamına karar vermek isteyen halka karşı çıkarılan bir kanun tasarısıdır. Çünkü, dün de böyle yapılıyordu, 1923'ten bu yana, önceki gün de yapılıyordu, bugün de bu tekrar güncelleniyor ve yapılmak isteniyor.

İşte bu nedenle bu kanun çok önemli bir kanundur. Türkiye'nin bu geçen süre zarfında katettiği mesafeleri, aldığı yolu tümüyle geriye saran bir kanun olma özelliğine sahiptir. Biraz önceki konuşmamda şunu söyledim: AKPM'de Türkiye'yle ilgili bugün karar çıktı. Avrupa Birliği her gün kararlar veriyor. Dönem Başkanı Schulz, Cumhurbaşkanın söyleminden dolayı vize serbestisi anlaşmasının şimdilik durdurulduğunu açıklıyor. Her gün Türkiye'ye ilişkin kınama, eleştiri, kararlar yayımlanıyor. Almanya'da yüz yıl sonra yeni bir yasa tasarısı onaylandı. Dış dünyada Türkiye'nin resmi farklı ama bizim Parlamentomuzda çok farklı görünüyor. Biz kulaklarımızı tıkayıp, gözlerimizi kapatıp dünyadan soyutlanabileceğimize inanabiliriz ama öyle değil, dünya çok küçük, herkes bizi izliyor ve şu anda bu yasa önerisiyle hukuk devleti olma ilkesinin tümüyle ortadan kaldırıldığını buradan ilan etmek anlamına geliyor, Anayasa'ya bağlılığın ortadan kaldırıldığı anlamına geliyor. İnsanlığa karşı işlenen suçların, dünden bugüne işlenen suçların cezasız bırakılacağını ilan eden bir kanun tasarısıdır ve Musa Anter'in katilinin de cezasız kalacağı, Miray bebeğin de katilinin, tetiği çekenin cezasız kalacağı, koruma zırhına bürüneceği bir kanun tasarısıdır. İktidar partisi döneminde -2005 yılındaydı yanlış hatırlamıyorsam- Türk Ceza Kanunu değişti, birçok değişiklik yapıldı ve insanlığa karşı suçlarda, işkencede zaman aşımının uygulanamayacağı kararı verildi. Şu ana kadar atılan küçük küçük adımlar da, tümüyle bir anda makara geriye sarıyor ve biz neredeyse yüz yıl geriye doğru gidiyoruz ama emin olun, halk geriye gitmez, gelişmeler geriye gitmez. Şu anda biz tarihin çarkını geriye döndüremeyiz. İstediğiniz kadar buradan Türkiye, Rojava'ya ilişkin, Kobani'ye ilişkin, Rakka operasyonuna ilişkin söz söylesin orada bir şekilde ilerleme var, uluslararası koalisyon güçlerinin desteği var; burada biz üç maymunu istediğimiz kadar oynayalım.

Bu kanun tasarısı sıkı yönetimi aşan bir tasarıdır. Bu ülke sıkıyönetimleri de yaşadı, olağanüstü hâlleri de yaşadı, darbe dönemlerini de yaşadı ama hiçbir dönemde bu şekilde -o "kadife eldiven" dediğim tam da bu- üstü süslenerek "Yok, EMASYA değil", "Yok, sıkıyönetim değil", "Yok, darbe değil", "Yok, OHAL değil" diyerek en ağırını getiren bir yasa tasarısıyla karşı karşıyayız. Bu ülkede birçok ilde sokağa çıkma yasakları ilan ediliyor. Dilimizde tüy bitti, "Bu, anayasal dayanaktan yoksundur. Bir vali sokağa çıkma yasağı ilan edemez." dedik defalarca fakat sokağa çıkma yasakları ilan edilmeye devam etti. Türkiye'nin yeni yönetilme biçimi bu. Saray karar veriyor, diyor ki: "Ben sistemi değiştirdim.", "Ben yeminime uymuyorum.", "Ben Hükûmete istediğim talimatı veririm.", "Ben kendi verdiğim iftar yemeğinde İç Tüzük'ü değiştirin diye emrederim." Bunları fiilen yapıyor ve gerçekten, o söylüyor, burası da çoğunluğun gücüne dayanarak bu değişiklikleri yapıyor. Şu anda fiilen hukuk devleti değiliz. Bir hukuk devleti olmak, hukukun üstünlüğüne dayanmak -orada yazılan kuralları vatandaş da uygulayacak, ben de uygulayacağım milletvekili olarak- hangi statüde olursanız olun hiç kimseye istisna ve muafiyet tanımaz. "Suç işleme özgürlüğü" kavramı diye bir kavram çok tartışılır dünyada. Şu anda Türkiye'de başka bir kavramla, bununla bazı kişilere suç işleme özgürlüğü veriliyor. "İstediğin suçu işleyebilirsin, ben senin arkandayım, senin soruşturulmana izin vermeyeceğim." diyor. Bununla da yetinmiyor, AKP iktidarı büyük bir şehvetle geçmişteki suçları da aklama görevini üstlendi. Tebrik ediyoruz diyorum(!)

Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)