GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: AK PARTİ Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:105
Tarih:22.06.2016

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Ankara) - Sayın Başkan, değerli üyeler; hepinizi saygıyla selamlıyoruz.

"Ne yapacağımızı biliyoruz." diyorsunuz. Aslında artık bizim için -kendi partim adına söyleyeyim- eleştiri sınırlarının bile dışına çıkmış durumdasınız. Sebebi de şu: Buradaki uygulamaları, teamülleri hepimiz biliyoruz, bir gün önceden ya da makul bir saatte getirilen önergeler son dakika geliyor, ucu ucuna. Bugün asker ne diyecek, acaba köşkten ne gelecek, saraydan ne gelecek, Bakanlar Kurulu ne olacak falan... Şimdi bu, tabii ki bunu böyle yapabilirsiniz, yapıyorsunuz da fakat buradan ortaya çıkan bir şey var, bu tespit çok önemli: Yüzde 50 oyla iktidar olmuş bir Parlamento grubu hâli yok, gerçeklik bu. Böyle, yüzde 50 oy almış bir partinin öz güveninden zerrece eser yok; alabildiğine agresyon yüklü, alabildiğine tefrik edici, alabildiğine kutuplaştırıcı. Yüzde 50 oy almış bir iktidarın serdedeceği şeylerden çok uzak yaklaşımlar içindesiniz. Bu, akla şunu getiriyor, bunu soruyoruz yani: Peki, niye bu telaş? Ortada düşman bırakmadınız -kendi tabirinizle söylüyorum- paraleli, Kürtleri, efendime söyleyeyim, sosyal demokratları, sekülerleri, bir zaman birlikte yol yürüdüğünüz liberalleri, aklınıza gelebilecek herkesi daha sonra alabildiğine düşmanlaştırarak kamusal bütün alanlardan tasfiye ettiniz. Peki, nedir bu telaş? Bunun bir tek açıklaması var: Kişi, doğru yapmadığı işi bilir. Doğru işler yapmıyorsunuz, maalesef, faturasını da bütün bu ülkenin hepsi ödeyecek, ödüyor hâlihazırda. Çocuklarımızın geleceğinden çalarak, çocuklarımıza daha stabil, daha özgürlükçü, daha adil bir ülke bırakmak yerine, belki bırakılacak bir ülke kalmayacak duruma geliyor.

O kadar çok ki neyi söyleyelim? Bugün getirdiğiniz EMASYA Protokolü karikatürü daha önce gündemden kaldırılırken bu memlekette veriliş şartlarında -demagojiye hiç gerek yok- hiçbir değişiklik yoktu, üç santim eksik beş santim fazla; üç tane istatistik kıymet başka değişen bu ülkenin veriliş şartlarında hiçbir şey yoktu. O gün aynı şeyi demokrasi adına reddedip bugün aynı şeyi demokrasinin gereği olarak yutturmak ya da yutturmaya çalışmak yüz yılın icadı. Böyle bir şey görülmüş değil, Parlamento tarihinde de görülmüş değil.

Şimdi, bu cesareti nereden alıyorlar? Bu cesareti... Bu Parlamentoda şu laf -bu diğer muhalefet milletvekili arkadaşlarımıza söylüyorum- çınladığından beri "Anayasa'ya aykırı ama destekleyeceğiz." lafı bu kubbede çınladığı gün AKP iktidarı dedi ki biz demek ki her istediğimizi yapabiliriz, yaptırabiliriz. Niye? Hazır bir düşman algısı var, bunu söyleyince hizalanmayacak kimse yok. Onun için burada muhalefet partilerinin yakınması da sahici gelmiyor. Siz bir kez Anayasa'ya aykırı bir tasarrufu yapabileceklerini beyan ettiğiniz anda, bir cam vazo gibidir, paramparça olur ve bir daha da yerine yeniden getiremezsiniz.

Biz nasıl bakıyoruz? Biz sizin bir zevale doğru yürüdüğünüzü görüyoruz. Niye? Sayın Davutoğlu'yla ilgili burada biz de çok eleştirel yaklaşımlarda bulunduk, kendisiyle yüz yüze de birçok tartışmayı yaşadık. Sayın Davutoğlu bu memlekette bir gün Başbakan olmadı ki. Bu öyle saray vesayetiyle falan tarif edilecek bir şey de değil. Bu memleketin en önemli meselesini askere bıraktık. Başbakanlıktan terk etmek, imtina etmek anlamına geliyor bu. Niye? Peki nedir bunun esası, özü? Konuştuğumuz mesele tek yanıyla şiddet içeren bir mesele değildir; binlerce boyutu, onlarca ana boyutu olan bir meseledir. Dolayısıyla çok katmanlı bir yaklaşımı, çok derinlikli bir yaklaşımı ve ince düşünülmüş, uzun vadeli düşünülmüş yaklaşımları gerektirir oysa siz, askere verdiğinizde... Asker aldığı eğitim gereği ölmeye ve öldürmeye koşullanmış bir eğitimden gelmektedir, onun için dost kuvvetler vardır, düşman kuvvetler vardır. Sizin yanlışınıza düşen "Orduyu hoş tutalım, falanca netameli meselede aman orduyu ayaklandırmayalım." diye düşünen bütün siyasal iktidarların devamını bu ülkede darbe dönemleri takip etti. Yani sadece sizin yanılgınızdan ibaret değil. Demirel de bu yanılgıya düştü, Adnan Menderes de bu yanılgıya düştü, Bülent Ecevit de bu yanılgıya düştü; bu yanılgıdan payını almayan olmadı. Dolayısıyla, eğer yapacaksanız, İç Tüzük'le oynamak, muhalefetin sesini kısmak falan...

Bu Meclis, artık tasfiye hâlinde bir Meclistir. Ne zaman ki burada Anayasa'ya aykırı olduğu bilinerek bir yasa teklifi geçti, ne zaman ki Meclis kendi bireylerinin, kendi üyelerinin onurunu, haysiyetini, yasama görevini korumaktan feragat etti artık size gelen vurur, giden vurur. Buna en talimli olan bizleriz; hayatımız mahkemelerde, karakollarda, cezaevlerinde ve sokakta mücadele alanlarında geçmiş. Siz talimli değilsiniz. Çünkü bu hesap geniş bir grubun hesabı, muhasebesi değil; bu, çok dar bir zümrenin, bu parti içerisinde çok dar bir zümrenin sizin de Meclis Genel Kurulunun dışındaki zeminlerde yakınarak bahsettiğiniz, şahsi ikballeri için, şahsi menfaatleri için eylem ve icraatlar yapanların yargı baskısını uzaklaştırmak için keşfettikleri mekanizma ve yöneldikleri otoriter yöntemlerle iş buraya kadar geldi. Otoriterlik şöyle bir fasit dairedir, otoriterleştikçe bir yerde duramazsınız. "Bu kadar otoriterleştik, milleti artık zapturapt altına aldık, bundan sonra işimize bakabiliriz." Bunun sosyolojisi böyle çalışmıyor. Ne kadar otoriterleşirseniz o kadar daha fazla otoriterleşmenizi çağıracak bir mekanizma devreye giriyor. Bunun da bir limiti vardır. O limit bu ülkede doldu. Neyle doldu biliyor musunuz? Birçok şeyi buna sayabiliriz ama en güncel olanını söyleyeyim: 3 tane tutuklama... Özgür Gündem gazetesiyle dayanışma gösteren Sayın Şebnem Korur Fincancı Hanımefendi, Ahmet Nesin ve Erol Önderoğlu'nun tutuklanması için bugün iddianame hazırlanmış.

Değerli vekiller, bilmiyorum haberiniz var mı? Ateş hızıyla bir iddianame hazırlandı, on dört yıl ceza isteniyor. Niye? Kürtlerle yan yana durmuş diye. On dört yıl... Elinizi vicdanınıza koyun, bu dayanışma on dört yıl hapsi gerektirir mi? Çünkü, bunlar müsemma kişiler, bilinen kişiler, kamuoyuna açık ve şeffaf yaşayan insanlar; gelmişleri belli, geçmişleri belli, ne yaptıkları belli, formasyonları belli, barış ve savaş noktasında nerede durdukları belli, net, kesin. Siz bunlara on dört yıl hapsi reva görüyorsunuz. Bu şu demektir: "Elleşmeyin, nasıl olsa kendi kendilerine yıkılacaklar." Siz artık uzatmaları da bitirdiniz, bunu oynuyorsunuz. Bu yüzde 50 oya rağmen bu panik hâlinin, bu telaş hâlinin, bu agresyon yüklü dilin başka da hiçbir açıklaması ve izahı yok.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - Ordu mu size darbe yapacak, başka güçler mi yapacak? Bütün devleti a'dan z'ye zapturapt altına almışsınız, bu telaş niye? Bu on dört yılın cevabı, sizin bu telaşınızda saklıdır.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)