| Konu: | HDP Grubu önerisi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 105 |
| Tarih: | 22.06.2016 |
ZEYNEL EMRE (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlarım.
Aslında konu, Türkiye'nin insan hakları meselesi ve insan hakları karnesi. Olaya önce bu açıdan bakmak gerektiğini düşünüyorum. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine giden dosyalara baktığımızda Türkiye, maalesef, bu alanda 3'üncü durumda. Yani ülkemizden giden dosyalara âdeta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bakamaz durumda ve bu dosyalara bakmak için harıl harıl çalıştığını söyleyebiliriz.
Peki, ilk üçteki ülkeler kimler? 1'inci sırada Ukrayna var, 2'nci sırada Rusya var, 3'üncü sırada Türkiye var. Türkiye'yle ilgili, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine en fazla hangi konuyla ilgili başvuru gidiyor diye baktığımızda; adil yargılanma hakkı. İkinci olarak hangi konuyla ilgili başvuru gidiyor ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye aleyhine karar veriyor diye baktığımızda; kötü muamele şikâyetleriyle ilgili yeterli soruşturmayı yürütmemekten ötürü ülkemiz bu konuda ceza aldı. Aslında, bugün burada önerge konusu da tam olarak bu. İddianın doğruluğu yanlışlığı bir tarafa, bu tip iddialar dile getirildiği zaman hassasiyetle bu konunun üzerine gidip araştırılması en başta Türkiye'nin yararınadır, ortaya çıkan sonuçlardan bunu görüyoruz.
Cezaevi meselesi, Türkiye'de aslında hukuk sistemi, adalet sistemiyle ilintili, birlikte ele alınması gereken temel konulardan biri. Bizim hukuk sistemimizde cezanın amacı ıslah etmektir, topluma yeniden kazandırmaktır. Burada kısasa kısas şeklinde uygulanan bir hukuk yöntemi yoktur. Cezaevlerindeki insan hakkı ihlallerinin tespiti ve önlenmesi Türkiye'nin yararınadır. Bu konuda Meclis çatısı altında özveriyle çalışma yapan tüm arkadaşlarımızı kutluyorum çünkü cezaevlerindeki insan hakkı ihlalleri ne kadar fazla tespit edilir ve Türkiye'nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nezdinde ceza almasının önüne geçilmiş olursa ülkemize o denli hizmet edileceğini düşünüyorum.
Değerli arkadaşlar, cezaevlerinde bulunanlar devlet güvencesi altındadır. Devlet bu kişilere bakmakla, insanca bir yaşam ortamı sunmakla mükelleftir. Şu anda cezaevlerinde bulunan tutuklu, hükümlü sayısı 158 bindir. 2006 yılından beri Türkiye'de 83 yeni cezaevi yapılmış ve her sene de yeni cezaevi yapılması planlanıyor.
Değerli arkadaşlar, dünyada ne oluyor diye baktığımızda aslında enteresan bir tablo var. Demokrasisi gelişmiş Batı demokrasilerini örnek alıp baktığımızda, mesela Hollanda'da geçtiğimiz sene 19 tane cezaevi kapanmış, önümüzdeki sene de 5 cezaevinin kapanması planlanıyor. Orada tartışılan konu ne diye baktığımızda, orada tartışılan temel konu şu: Cezaevlerinde çalışan personele nerede iş bulacağız? Şimdi, bizde maalesef tam tersi bir tablo içerisindeyiz; sürekli yeni cezaevleri inşa ediyoruz, tutuklu ve hükümlü sayısı da her sene artıyor.
Değerli milletvekilleri, adalet sisteminden anlaşılan, dişe diş, kana kan yaklaşımı olmamalıdır. Aslında yapmamız gereken, adalet duygusunu Türkiye açısından rehabilite etmektir. Özellikle son dönemde, son yıllarda şöyle bir durumla karşı karşıyayız: Kamuoyunca tanınan yüzlerce, binlerce insan tutuklandı, yargılandı ve ülkemiz âdeta ikiye bölünmüş bir tarzda, yarısı "Oh, çok iyi oldu." dedi, yarısı da "Yazık oldu." dedi. Ancak, bu tartışmalar eşliğinde hukuk sistemimizin, adalet sisteminin daha fazla yara aldığına hepimiz şahit olduk. Türkiye'nin demokratikleşmesi, insan hakkı ihlallerinin önlenmesi, sağlıklı bir hukuk sistemine kavuşabilmesi için -aynı zamanda Türkiye'nin terörle mücadelesi açısından da çok önemli buluyorum- Türkiye'deki cezaevlerinin, insan hakkı ihlallerinin tespit edilip önlenmesi Türkiye'nin terörle mücadelesine de büyük katkı sağlayacaktır; kimse bu alanda yaşanacak olumsuzluklarla ilgili bu şekilde yeni istismar kapıları aralayamayacaktır.
Bizim ülkemizde şunu iddia edemeyiz: Evet, ilke olarak yasama, yürütme, yargı erklerinin hep bağımsızlığından bahsedilir. Türkiye Cumhuriyeti demokrasiye, çok partili yaşama geçtiğinden beri bu konuda hep tartışmalar yürütülür. Aslında yasama ile yürütmenin iç içeliği hep göz önündeydi, bu hep tartışılırdı. Ancak yargı, evet, belki tam olarak bağımsızdı diyemeyiz, her zaman iktidarın bir ilintisi, ilişkisi olduğu düşünülebilir. Ancak içinde bulunduğumuz son on yıllık dönemdeki gibi hiçbir zaman tartışılmadı. Son on yıllık dönemde öyle davalar, öyle soruşturmalar yaşadık ki, Ergenekon soruşturmalarını yaşadık, Balyoz soruşturmalarını yaşadık; amirallere suikast, askerî casusluk, şike davası gibi kamuoyunda yankı bulan dava dosyalarını gördük. Bu süreçlerin hepsinde de aslında şuna şahit olduk: Türkiye'de temel olarak kabul edilen hukuk normlarına göre işleyen bir adalet mekanizmasından ziyade konjonktürel olarak bir terör ve konjonktürel olarak bir suçlu, suçlular muamelesi gören insanlar olduğuna şahit oluyoruz. Türkiye'nin sağlıklı bir adalet mekanizmasını bir an evvel kurmaya ihtiyacı var. Bunu aslında tüm iktidarlardan, tüm siyasi partilerden bağımsız olarak dile getirmek lazım. Sağlıklı bir hukuk sisteminin inşasıyla birlikte bu tip şikâyetlerin de doğru bir şekilde değerlendirilip, incelenip sonuçlandırılması da mümkün olacaktır.
Önümüzdeki dönem içerisinde, yine, yüksek yargıyı kökten değiştirecek; Yargıtayın, Danıştayın bütün üyelerinin üyeliklerine son verecek ve yargıyı yeniden şekillendirecek bir yasa tasarısı kısa dönem içerisinde Mecliste olacak. Aslında 2010 referandumundan beri bu alandaki "reform" diye getirilen dördüncü büyük düzenleme olacak. Hepsinde de görüyoruz ki, yargı öyle bir şey ki ne kadar tahakküm etmeye çalışırsanız çalışın, ne kadar egemen olmaya çalışırsanız çalışın, yargıyı bağımsız kılmadığınız sürece yargıdan ötürü herkesin mağdur olacağı günleri hep birlikte yaşayacağız.
Dolayısıyla, ben, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak biz, bu konuda, önerge konusunda şunu söylüyoruz: Bu konunun araştırılmasının, incelenmesinin ne gibi bir zararı olacak Meclise? Hiçbir zararı olmayacak. Şayet bu konuda bir ihlal varsa bu tespit edilmiş olacak, bunun önüne geçilmiş olacak. Bakın, çoklukla şunu görüyoruz: Cezaevindeki insan hakkı ihlallerinden ötürü, doğru zamanda, doğru vakitte müdahale edilmediği için, oradan yazılan mektuplara cevap verilmediği için, gerekli yargı mercileri duyarsız kaldığı için, siyasiler gereken özeni göstermediği için intiharlar yaşanıyor, birçok kişinin yaşamı son buluyor. Bir eşitlik ilkesi, bir kıstas olduğunu görmüyoruz burada; suçluların, tutukluların, hükümlülerin işledikleri suçlar nazarında insan haklarından yararlanıp yararlanmayacağı gibi bir anlayışın egemen olduğunu görüyoruz. Aslında ülkemiz açısından en büyük tehlike de bu.
Yine, geçtiğimiz haftalarda, bakın, Gebze Cezaevinde bir kadın mahkûm intihar etti. Bunun gibi birçok olayı hepimiz yaşıyoruz ve her geçen gün de artıyor. Dolayısıyla, ben "Bu iddia doğrudur." ya da "Yanlıştır." diyecek durumda değilim ancak bu tip iddiaların, hele hele sayıları birden fazla olan, açlık grevine girmeyi düşünen ve bunu, şikâyetleri sürekli dile getiren insanların bu şikâyetlerinin insan hakları açısından incelenmesi elzemdir.
Türkiye bu araştırmaları yaptıkça asla küçülmez, incinmez; aksine, büyür, güçlenir, terörle mücadeleye de destek verir. Şunu unutmayalım: Terörle mücadele sadece tek bir alanla sınırlı değildir. Dünyada bu konuda tecrübesi olan ülkelere baktığımızda ve çalışma yapan, akademik çalışma yapan insanların değerlendirmelerine baktığımızda birkaç başlık vardır. Bu başlıkların en önemlilerinden biri de o ülkedeki demokratikleşmedir, kutuplaşmanın önlenmesidir, insan hakları ihlallerinin incelenmesidir. Bütün bunlarla, terörle mücadeleye konu olan, istismar edilen meselelerin de önüne geçilmiş olur diyorum. Dolayısıyla, biz bu konunun araştırılması gerektiğini düşünüyoruz.
Bu düşüncelerle Genel Kurulu saygıyla selamlarım. (CHP sıralarından alkışlar)