GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: MHP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:100
Tarih:09.06.2016

KAMİL AYDIN (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Grubumuzun vermiş olduğu önerge üzerine konuşmak amacıyla söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Son zamanlarda gerçekten Türk kamuoyunu bir hayli meşgul ettiği gibi Parlamentomuzu da meşgul eden, Alman Parlamentosunun aldığı bir karar var. Tabii, bu, sözde Ermeni soykırım iddiaları ve alınan kararlar ışığında yapılan ilk şey değil, bunun tabii ki bir geçmişi var ama biz maalesef başımıza gelince kısmi olarak hatırlıyoruz ve palyatif çözüm, biraz da reaksiyoner bir davranış içerisine giriyoruz.

Bu, Uruguay'ın 1965 yılında aldığı bir kararla başlayan bir süreç. Hatta geçen sene, biliyorsunuz, yüzüncü yılına denk geldiği için Vatikan'daki Papa Franciscus'nun da yaptığı konuşmada "Yüzyılın en büyük soykırımı." gibi talihsiz bir açıklamaya maruz kalmıştık. Maalesef, keşke o yüzyılın iyi okuması yapılsaydı da Papa kendi mezhep çatışmaları içerisinde yaşanan o büyük trajedileri gündeme getirseydi. Bunlar, tabii, mütemadiyen olacak. Bu, yüz yıllık bir hesaplaşmanın sonucu.

Biz daha önce de bunu, Parlamentoda grupları bulunan büyük bir çoğunlukla da aldığımız karar gereği yok hükmünde saydık. Biz de Milliyetçi Hareket Partisi olarak bunun, ne tarihî ne de hukuksal bir geçerliliği olmadığını defaten söyledik. Ama, tabii, "Bu yüz yıllık bir hesap." dedik, ta Sevr'den beri sürekli pişirilerek önümüze konulan bir menü hâline geldi. Ne idi o, kısaca bir hatırlamak gerekirse? Efendim, Sevr'de söz konusu 25 ülkenin Osmanlı bakiyesinden çıkarılması ve 2'sinin bunu başaramamasından dolayı -bu da büyük Ermenistan ve büyük Kürdistan hayalleriydi- diplomatik yollarla sürekli bir havuç-sopa politikası gereği önümüze sürekli konulan bir şey hâlindedir.

Alman Parlamentosu böyle bir karar aldı. Uluslararası ilişkilerde çok şey konuşulmaz, az şey konuşulur ama çok iş yapılır. Uluslararası dilde hamaset yoktur; palyatif, günü kurtarıcı birtakım şeyler dikkate alınmaz; daha çok uzun vade, planlı programlı birtakım eylemler gündeme gelir ve eyleme dönüştürülür. Şimdi, bizler de diyoruz ki, bu anlamda reaktif olmaktan çok "Yani evet, böyle talihsiz bir karar, bağlayıcılığı da yok, rahat olalım." suçluluk psikozuna girerek bizim yapmadığımız bir şeyden dolayı sanki yapmışız da inkâr ediyormuşuz gibi böyle bir suçluluk psikozuna girmeyelim. Allah'a şükür, alnımız açıktır, yüzümüz aktır o konuda çünkü biz yüz yıllardır Ermeni kökenli kardeşlerimizle de diğer etnik gruplara dâhil kardeşlerimizle de bu coğrafyada dostça, kardeşçe yaşamayı başarabilmiş bir milletiz Allah'a şükür ama efendim, ne yaptık biz? Çok reaktif davrandık. Yani her zaman olduğu gibi uluslararası önümüze çıkan herhangi bir engel sonrasında elçilikleri çağırırız, konsoloslukları çağırırız, talimatlar veririz, efendim, protestolar yaparız, siyah çelenkler falan filan, birkaç gün bir gaz alma operasyonu gibi kamuoyunun ufak bir tepkisini yumuşatır, tekrar kaldığımız yerden devam ederiz. Batı, bunu da, maalesef bu zaafımızı da çok iyi bilmektedir. Yani nasıl olsa Türkler yine öfkelenir, kızar, günübirlik birtakım şeyler yapar, ondan sonra unutur, giderler. Artık öyle olmaması gerekir kanaatindeyim.

Bir önceki konuşmamda kısmen bahsetmiştim. Bizim -evet, yok hükmündedir, o konuda hiçbir endişemiz yok ama- yapmamız gerekenleri lütfen bir göz önünde bulunduralım. Almanya özel bir coğrafya. Almanya'da bizim gerçekten "Almanya ikinci vatanımız." diyen bir sürü nüfusumuz var değil mi? Almanya'da üçüncü kuşak, hatta dördüncü kuşak geliyor. 3 milyonun üzerinde bizim vatandaşımız var. Bunların 1,5-2 milyon civarındaki eğitim aşamasında olan gençlerimiz. Bu tasarının geçip geçmemesi önemli değil, biz oradaki nüfusumuz üzerinde yaratacağı travmadan endişe duyuyoruz. Bu anlamda elbette ki yapmamız gereken şeyler var. Neler yapabiliriz? İşte, zaman zaman geriye çağırdığımız o, bizim resmî ve gayriresmî lobi faaliyetlerimizi yürütmekle mükellef elçiliklerimiz, konsolosluklarımız, ataşeliklerimiz -bunun içerisine kültürü katın, eğitimi katın, hatta dinî işlerden sorumlu ataşemiz de dâhil- bu coğrafyada yaşayan 3 milyon insanımıza bu tarihî gerçekleri çok iyi anlatmak zorundadırlar. Bunu yapmazsak kuşaklar arasında çatışma oluştururuz Almanya'daki Türkler arasında. Bunu becermek zorundayız. Bu, bizim millî politikamızın bir parçası olmalı.

Ama Batı -sadece Almanya, Fransa, İngiltere, fark etmeden- bu tür kararları alırken bir taraftan amaçları kendi içerilerinde bir kamuoyu oluşturmak iken, bir başka önemli amaçları da Türkiye'deki kamuoyunun kafasını karıştırmak. İşte bu anlamda bizim, gerçekten, iki yönlü bir strateji geliştirmemiz gerekir. Bir: İçerideki kamuoyunu bu anlamda bilgilendirmek. Hamasetten uzak, tamamen bilgiye, belgeye dayalı, tarihî gerçeklere dayalı millî bir tarihî şuur oluşturarak, yani Tarih Kurumu başta olmak üzere, bütün araştırma merkezlerimizi daha da aktif hâle getirerek, onlara maddi desteği esirgemeden...

Bakın, zengin kaynakları olan bir ülkeyiz, bilime verilen önemin sonuçlarını hepimiz kabul ediyoruz burada. Sosyal bilimlerde gerçekten çok zayıfız. Bu araştırma merkezlerimizi... Bakın, İncil Aramice yazılmış ve bu coğrafyalarda yazılmış olmasına rağmen, Aramice bilen bir bilim adamımız yok. Efendim, bizim Ermeni masalarımız var, Süryani, Ezidi masalarımız var, Pontus masalarımız var; bunları geliştirelim. Bunlar plan, proje olarak düşünülen şeylerdi ama akamete uğradı. Yani Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinin kuruluş felsefesindeki amaçları genel bir devlet politikası hâline getirilip gerçekten, bütün dünya dilleri, kültürleri, değerleri, tarihleri öğrenilmeli, öğretilmeli.

Özellikle, her zaman "kadim coğrafya" diyoruz ama bu kadim coğrafyada yaşamanın gereklerini yerine getirmede biraz sıkıntı yaşıyoruz. Bu coğrafyadan gelmiş geçmiş bütün medeniyetlerin, bütün kültürlerin çok iyi irdelenip araştırılıp bunun bir envanter hâline dönüştürülmesi lazım. Bunlardan bir tanesi de Ermeni masası olmalı, Ermeni araştırmaları merkezi olmalı. Bu anlamda, gerek Batılı arşivlerden belge almak gerek oraya gerçekten bilimsel yetkinliği olan arkadaşlarımızı görevlendirip, orada araştırmalarını yapıp bunu dünya kamuoyuyla paylaştırmak... Bir başka şey de dünyanın her tarafında lobi faaliyetleri olurken bizim buna hareketsiz kalmamız mümkün değil. Dediğim gibi, resmî temsilciliklerimiz başta olmak üzere, yurt dışındaki, yurt içindeki ilgili STK'ları da destekleyerek bu anlamda gerçekten kamuoyumuzu bilgilendirmek zorundayız. Böyle yaparsak geçmişimizle herhangi bir sorunumuz olmaz. Önce biz geçmişimizi öğreneceğiz. Geçmişimizi bilmeden, tarihimizi bilmeden geleceğe yön vermek afaki olur. Bu anlamda hepimize büyük sorumluluk düşmektedir.

Nasıl yapabiliriz bunu? Efendim, sadece politikayla değil, evet siyaset onun bir parçası ama kültürel boyutuyla da yapabiliriz. Geçen hafta o filmden bahsettin bir romana bağlı olarak; senaryosu birazcık -yanlı olarak- değiştirilmiş "Salkım Hanım'ın Taneleri" diye bir filmin vizyona girdiği günleri hatırlıyorum. Büyük bir sinemada ben de seyrettim. Ön sıralarda öğrencilerim vardı ve film bittikten sonra dışarı çıktığımda, inanın, hamaset yüklü o öğrencilerimiz dışarı çıkarken, kendi aralarında konuşurken şuna kulak misafiri oldum: "Ya, biz de bu Ermenilere az etmemişiz." Niye? Çünkü o konuda herhangi bir bilgisi, herhangi bir yetişmişliği söz konusu değil; bilmiyor, kulaktan dolma. Hâlbuki bizim canlı müzelerimiz var, şu anda Doğu Anadolu başta olmak üzere Türkiye'nin birçok yerinde, gerçekten mezalimin çok somut göstergeleri olan toplu mezarlarımız var, bunların müze hâline dönüştürülmüş mekânları var, yakılan, yıkılan, hâlâ daha restorasyonu bekleyen yerlerimiz var. İşte, tarih bazen böyle görselliklerle desteklenir, anlatılırsa kalıcı olur. O film gibi, bizim artık bir propaganda filmine değil, tarihî gerçekler yaşanmışlık çerçevesinde, belgelere dayalı belgesellere, büyük filmlere ihtiyacımız var ve okullardaki ders kitaplarımıza bunları koymamız, bunları anlatmamız gerekir. Hatta, inanın, yurt dışındaki din görevlilerimizin dahi Türkiye'deki, mezhepsel ayrımın nüanslarına takılıp bir şeyler söylemekten ziyade, ülkemizi yurt dışında birinci derecede zor bırakan bu meselelere vakit ayırması dahi inanın büyük bir katkı sağlayacaktır diyorum. İnşallah, bundan sonraki süreçte tekrar bir karar çıkması aşamasında birbirimize düşüp de "Efendim, nasıl protesto ederiz?" değil, "Hayır, biz şu belgeyi açarız, şu belgede şu vardır." deriz -ben bir tanesini sizinle paylaşmak istiyorum- ve bunun psikolojik rahatlığını da yaşarız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Aydın, mikrofonunuzu açıyorum, tamamlayınız lütfen.

KAMİL AYDIN (Devamla) - Teşekkür ederim. Sözlerimi tamamlıyorum Sayın Başkan.

Efendim, 1923 Taşnak Kongresi, bir itiraf: "Türklere biz savaş açtık. Denizden denize Ermenistan hayali için ayaklandık. Olayların sebebi biziz ama aldatıldık. Türklerin uyguladıkları tehcir amaca uygundur. Kendi dışımızda suçlu aramayalım. Yüzlerce yıl birlikte yaşadık, şimdi Türklere bakacak yüzümüz kalmamıştır." Dönemin Ermenistan Başbakanı.

Teşekkür ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)