GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti ile Belçika Krallığı Arasında 2 Haziran 1987 Tarihinde Ankarada İmzalanan Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmasını Değiştiren Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:99
Tarih:08.06.2016

HDP GRUBU ADINA MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

238 sıra sayılı Türkiye Cumhuriyeti ile Belçika Krallığı Arasında 2 Haziran 1987 Tarihinde Ankarada İmzalanan Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmasını Değiştiren Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı üzerinde söz almış bulunmaktayım.

Uluslararası sözleşmelere, bu tip onaylamalara ilişkin bu Meclis kürsüsünden birçok defa açıklamalar yaptık, onlara atıfta bulunuyoruz. Önemli olan, uluslararası anlaşmaları uygun bulmak, onaylamak ya da uluslararası sözleşmelere taraf olmak değil, uluslararası sözleşmelerde yüklenen sorumlulukların yerine getirilmesi, iç hukukun ulusal üstü sözleşmelere uygun hâle getirilmesi ve bu sözleşmeler kapsamında ihlallerin artık son bulmasıdır. Türkiye bu konuda bir yol almış gidiyor, sözleşmeleri imzalıyor, onaylıyor, uygun buluyor ama uluslararası sözleşmelerin gereği hatırlatılınca buna karşı kabadayıca, bazen fırça atan, bazen tehdit eden bir üslupla uluslararası arenada herkese meydan okunmaktadır. Bunu da, gerçekten, bu sözleşmeleri niye imzalıyoruz, niye gereğini yerine getirmiyoruz diye Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütün üyelerinin düşünmesi gerekiyor.

Değerli arkadaşlar, bugün önemli bir dava vardı, Çilem Doğan'ın davası. Çilem Doğan Adana'da yargılanıyordu, Adana 10. Ağır Ceza Mahkemesinde. Çilem Doğan, evlendiği tarihten sonra, bütün evlilik hayatı boyunca eşinden çok ağır şiddetler görmüş ve bu şiddet sonrasında mahkemelere koruma kararı için başvuran bir kadın ve her koruma talebi, maalesef, olumsuz neticelendiği için eşi sadece şiddet uygulamakla yetinmemiş, aynı zamanda kendisini fuhşa zorlayan çok ciddi baskı yöntemlerini de uygulamaya devam etmiştir ve Çilem Doğan, maalesef, bu şiddet ve fuhşa zorlanma sebebiyle ölmemek için eşini öldürmek zorunda kalmıştır, meşru müdafaa hâlinde eşini vurmak zorunda kalmıştır. Bugün, işte, bu davanın karar duruşması vardı ve Çilem Doğan mahkemede bir kez daha şunu söyledi: "Ben, gerçekten, yüzüm morarmış hâlde, vücudum sakatlanmış hâlde, şiddet görmüş hâlde çok bulundum bu koridorlarda. Başka bir seçeneğim kalmadı, keşke olmasaydı." Bu savunmayı -aslında özetini ifade ediyorum- genel hatlarıyla bütün yargılama boyunca her duruşmada ısrarla devam ettirdi. Fakat iddianameyle ağır tahrik altında bu suçu işlediğini iddia eden savcılık makamı, nedense son duruşmada ağır tahriki tahrike indirerek tahrik ve iyi hâl indirimi adı altında on beş yıl ceza verdi Çilem Doğan'a ama bu kararı kesinlikle doğru ve adil bulmuyoruz. Ancak, mahkeme başkanının muhalefet şerhinin de çok değerli olduğunu ve yargılamalarda bu muhalefet şerhlerinin artarak artık gerçekten kadınlara yönelik şiddetin korunmadığı, kadına yönelik baskının yargı erkince arkasında durulmadığı bir döneme doğru gideceğini umut ediyoruz. Çünkü mahkeme başkanı muhalefet şerhiyle, Çilem Doğan'ın meşru müdafaa hâlinde bu suçu işlediğini ve bu nedenle ceza almaması gerektiğini başkan sıfatıyla dercetmiştir.

Değerli arkadaşlar, kadına yönelik şiddetin boyutlarını bu kürsüden her gün olmasa da ara ara ifade ediyoruz ve gerçekten Türkiye'de şu anda çok önemli bir boyutta hâlâ bu şiddet ve cinayetler devam ediyor. Kadınları öldüren erkekler çok ciddi tahrik ve ağır tahrik hükümlerinden faydalanırken, çok istisnaen, mecbur kaldığı için, kendini korumak için, ölmemek için Çilem Doğan'ın fiilinin cezalandırılması yargının kadınlar ve erkekler arasındaki çifte standardını göstermesi açısından oldukça önemlidir ve ibret vericidir. Biz, Çilem Doğan'ın davasını Türkiye kadın hareketinin, kadın örgütlerinin ve avukatların talebi doğrultusunda Yargıtayda mahkeme başkanının meşru müdafaadan bozması gerektiğini buradan da bir kez daha ifade etmek istiyoruz.

Değerli arkadaşlar, başka bir problem: Yüksekova'da sokağa çıkma yasağı kaldırıldı fakat oradaki harabe hâlâ duruyor ve biliyorsunuz iki gündür ramazan başladı, vatandaşlarımız oruç tutuyor. Güvenlik personeli orada iftar çadırlarını engelliyor, yemek dağıtan arabalardakileri ve arabaları kullanan insanları gözaltına almaya başlıyor. Bunun gerçekten etikle, inançla, siyasetle hiçbir ilgisinin olmadığını biliyoruz ve kaymakamlık verdiği cevabi yazıda, resmî cevapta "Hasar tespit çalışmalarının devam etmesi sebebiyle iftar çadırlarının açılması talebinin uygun görülmediğini ve vatandaşların müracaatları hâlinde kaymakamlıkça bu müracaatların alınacağını ve gerekli yardımların idare tarafından yapılacağını" söylemiştir. Değerli arkadaşlar, iftar çadırlarını engelleyenler "Bize müracaat edin, biz size bir tas çorba veririz." diyorlar, ancak şu ana kadar hiçbir katkının, yardımın ve iftar açmak için bir desteğin olmadığını da biliyoruz. Kendine muhtaç ettikten sonra -ağır koşullar altında- zaten evleri yıkılmış, viraneye dönmüş bir topluluğun bu şekilde ayrıca hırpalanması ve iftar açmalarının engellenmesi insanlık dışıdır.

Dün orada bulunan milletvekili arkadaşlarımız, unun yanında vatandaşın ununa fare zehri karıştırıldığını görüp bunu basınla da paylaştı, biz de bunları sizlerin takdirine sunuyoruz.

Yine sokaklarda açık, patlamaya hazır mühimmatın olduğunu ve bunların gerçekten yaşam hakkını ciddi bir şekilde tehdit ettiğini bir kez daha ifade etmek istiyoruz.

Sadece Yüksekova'da değil, sokağa çıkma yasağı devam eden ve kaldırılan bütün yerlerde, bölgelerde, illerde ve ilçelerde bu uygulamaların sistematik bir şekilde devam ettiğini de ayrıca hatırlatmak isteriz.

Yine Hurşit Külter'i bir kez daha ifade etmek istiyorum. Sayın grup başkan vekilimiz tarafından ifade edildi. Hurşit Külter'i gözaltına alanlar ya da kaçıranlar, JÖH, PÖH, BÖF Twitter hesaplarından -hâlâ o Twitter hesapları çalışıyor ve her gün paylaşımlar yapılıyor- kendisinin alındığını ve onlarda olduğunu söylemelerine rağmen, şu ana kadar resmî makamlar Hurşit Külter'in gözaltında tutulmadığını ifade ediyorlar. Biz dakikalar sonra "tweet"lerin ve Facebook paylaşımlarının tespit edildiği bir Türkiye'de yaşıyoruz. O adreslerden herhangi bir yere hakaret, Cumhurbaşkanına bir söz ya da iktidar partisine bir kelam edilmiş olsaydı, o hesaplar derhâl askıya alınır, soruşturma başlatılır ve IP numaralarıyla sahipleri tespit edilirdi.

Hurşit Külter -bugün 14'üncü gün- görgü tanıklarına göre Gümüşdere Karakolu'nda tutuluyor ve Hurşit Külter'le faili meçhul cinayetlerin "start"ı veriliyor, kaygımız çok büyüktür. Bu nedenle, iktidar partisinin, İçişleri Bakanlığının ve Başbakanlığın, Demokratik Bölgeler Partisi Yöneticisi olan, mesajı sabit olan ve Twitter'da bu adresi kullananların fail olduğunu Meclis kürsüsünden bir kez daha söylüyoruz. Bu bir suç duyurusudur. Verilen dilekçelere yanıt verilmemiştir ama bu mesele hayati bir önemdedir. Her fırsatta 1990'lı yılları mahkûm eden anlayış, bugün 1990'lı yılları geri getirmek için büyük bir çaba içindedir.

Değerli arkadaşlar, geçen hafta sonu itibarıyla -daha öncesinden başlayan- demokratik siyaset buluşmalarımız vardı Halkların Demokratik Partisi olarak. Fakat siyaset alanında partimize karşı ayrımcı ve çifte standarda dayalı yaklaşım, demokratik siyaset alanı dışına atma, öteleme duruşu bu miting başvurularımızda da aynen devam etti. Bizim hafta sonu Adana'da, İzmir'de, Diyarbakır'da ve İstanbul'da, dört ilde miting yapmak için yaptığımız müracaatlar maalesef keyfî bir şekilde reddedilmiştir, sadece İstanbul kabul edildi.

Değerli arkadaşlar, bu, Adana'nın bize verdiği cevabi yazı; yasaklama kararı, tebliğ, tebellüğ belgesi. Burada tek bir kanun maddesi yazılmıyor; burada neye göre, hangi kanunun hangi fıkrasına göre bu mitingin yasaklandığı asla izah edilmiyor. Genel gerekçelerle ve özel olarak da siyasi parti temsilcileri başta olmak üzere, terör örgütlerinin hedefi olabilecek kişiler ve diğer vatandaşlarımızın can güvenliklerinin tehlikeye düşürülebileceği gibi genel ve soyut bir kavramla bizim mitingimiz yasaklanmıştır.

Değerli arkadaşlar, siyasi partiler, Anayasa'ya göre demokratik siyasi yaşamın vazgeçilmez unsurlarıdır. Bütün siyasi partilerin yapacakları açık hava toplantıları, karşılamalar, uğurlamalar, kapalı toplantılar, açık toplantılarının 2911'e bile tabi olmadığı düzenlemesi orta yerde duruyor ve 2911'in 4'üncü maddesine göre "Aşağıda belirtilen toplantı ve faaliyetler bu kanun hükümlerine tabi değildir." düzenlemesi vardır. Fakat, maalesef Halkların Demokratik Partisinin mitinglerini engelleyen, eş başkanlarının, genel başkanlarının şehre girişinden sonra bütün ili gaz bulutuna çeviren zihniyet siyaseti doğrudan engellemektedir. Bizim eş genel başkanlarımızın katılacağı mitinglerin bu şekilde yasaklanması siyasi iktidarın, daha doğrusu sarayın talimatlarıyla gerçekleştirilmektedir. Bir yandan halkın bize teveccühünün olmadığını, halkın bizi artık desteklemediğini diğer yandan da halkın bize tavır aldığını her fırsatta ifade edenler, on binlerce insanın, yüz binlerce insanın mitinge geleceğini görünce mitingi yasaklayarak bizle halkın arasına bir set çekmek istemektedir ve bu tam da HDP'nin çalışmalarını, siyasi faaliyetlerini engellemedir ve bu bir suçtur, bizim iç hukukumuza göre bile bu bir suçtur. Sadece fetih toplantıları için, kutlamaları için on binlerce güvenlik görevlisi görevlendiren anlayış, gece yarıları havaalanında dönemin Başbakanı Sayın Tayyip Erdoğan miting yaparken, istediği gün istediği saatte istediği ilde konuşma yaparken, bütün kanallar canlı yayınlarken bizim mitinglerimiz, bizim buluşmalarımız TOMA'larla, akreplerle müdahaleye maruz kalmaktadır.

Bizzat Adana'da ben, o gün gaza maruz kalan bir arkadaşınız olarak, yüzü kapalı, maskeli bir güvenlik görevlisiyle muhatap olmak zorunda kaldım.

İSMAİL TAMER (Kayseri) - Hiç öyle bir şey olmaz.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - Ve onlar JÖH mü, PÖH mü, BÖF mü bilmiyoruz. Orada valilik, İçişleri Bakanlığı ve Hükûmet görevdeyken bu engellemelerin HDP'yi zayıflatmaya dönük olduğunu ama bunun asla zayıflatmadığını, çok daha fazla güçlendirdiğini söyleyeyim. Adana'da da, İzmir'de de, Diyarbakır'da da bütün bu engellemelere rağmen binler karşılamaya geldi ve bu yasak kararını verenlere karşı en iyi cevabı verdi. Her ne kadar kendi basınları bunu farklı göstermek istese de biz bu basının neye hizmet ettiğini, propaganda malzemelerini nereden temin ettiğini ve nasıl bir yalan üzerine bunları ürettiğini artık ezberledik, bütün Türkiye de ezberlemiştir.

Değerli arkadaşlar, son olarak, Cumhurbaşkanının gerçekten kadınlara yönelik sözleri, tespitleri ve açıklamaları -artık, bardağı taşırdı demeyeyim, bıçak kemiği de geçti- artık, dayanılamaz, kabul edilemez bir hâl almaya başladı. En son, biliyorsunuz, Cumhurbaşkanı şöyle bir açıklama yaptı 5 Haziranda: "Anneliği reddeden, evini çekip çevirmekten vazgeçen bir kadın iş dünyasında istediği kadar başarılı olsun, özgünlüğünü kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadır, eksiktir, yarımdır."

30 Mayısta yine: "Nüfus planlamasıymış, doğum kontrolüymüş; hiçbir Müslüman aile böyle bir anlayışın içerisinde olamaz. Rabb'im ne diyorsa, sevgili Peygamberimiz ne diyorsa biz de o yolda gideceğiz, buna bakacağız." diyor.

8 Martta: "Benim için kadın öncelikle annedir. Açık söylüyorum: Bana göre, kadına en büyük zararı hayatı ekonomik özgürlük parantezine mahkûm eden anlayış vermiştir." Buranın altını çiziyorum değerli arkadaşlar: "Ekonomik özgürlük parantezi." Yani, kadınların iş yaşamında, üretim yaşamında var olmasını doğrudan hedeflemiştir.

"Nüfus artırmamız gerekiyor. Burada bir numaralı aktör annelerdir..."

Yine, Cumhurbaşkanının buna benzer açıklamaları oldukça fazla, sadece son iki aya ilişkin olanı söyledim.

Şimdi, Cumhurbaşkanı bunları söylerken gündemi değiştirmek istiyor, her sıkıştığında kadınlara ve kadın haklarına saldırıyor. Bunu yaparken de gerçekten karanlık, cinsiyetçi ve kadın düşmanı çağ dışı fıtratını da bir kez daha açığa çıkarıyor.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) - Cumhurbaşkanına hakaret ediliyor, siz dinliyorsunuz.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - Erdoğan'ın, bugün, kadınlara yönelik düşmanca tavrı kadın haklarını çiğneyen, toplumdaki cinsiyet kodlarını yeniden üreten, güçlendiren söylem ve politikaları sadece kendine has değildir. Bu söylem ve politikalar Hitler'den, Mussolini'den, Arabistan krallarından aşina olduğumuz söylem ve politikalardır. Çok uzağa gitmeye gerek yok, daha hemen yanı başımızda IŞİD barbarlığının, kadın düşmanı çetelerin kadınlara dönük söylem ve politikalarını görüyoruz. AKP ve IŞİD zihniyetinin buluştuğu en temel, en somut göstergelerden biri de kadına bakış açısıdır. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

Şimdi, ne demek bizim anne olmamız, ne demek bizim yarım olmamız, ne demek bizim işte çalışıp çalışmamamız? Bu konular bir erkeğin, hele hele Cumhurbaşkanlığı makamında bulunan bir şahsiyetin işi değildir. Kadınlar kendi kararlarını verebilecek yaştadır. Ben Meclis kürsüsünden Sayın Cumhurbaşkanına şunu söylüyorum: Size ne?

ALİ AYDINLIOĞLU (Balıkesir) - Senin haddine değil ya Cumhurbaşkanına oradan konuşmak.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - Bizim çalışmamız, bizim anne olup olmamamız, bizim kürtaj olup olmamamız, bizim nerede, ne iş yapacağımız sizi niye ilgilendiriyor?

ALİ AYDINLIOĞLU (Balıkesir) - Sana mı soracak da konuşacak Cumhurbaşkanı ya?

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - Biz bu ülkenin yurttaşları olarak, birer birey olarak kendi kararlarımızı alabilecek yaştayız. Bari anneliğimizi nasıl yapacağımızı da gösterin bize, nasıl çocuk bakacağımızı da gösterin. Böyle bir fütursuzluk, böyle bir aymazlık olamaz. Gerçekten, burada, hem büyük yalanlar söyleniyor hem de dinî inançlarla insanlarımız kirli siyasete alet ediliyor.

Biz kadınlar senin emir buyurduğun sarayın kulları değiliz, asla da olmayacağız. Kadınlara emir vermek, rol, misyon biçmek, "Benim dayattığım kadın değilseniz eksik ve yarımsınız." demek senin ne hakkına ne de haddinedir.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) - Çarpıtma, çarpıtma! Çarpıtıyorsun.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - Önce, erkek olarak kendi yerini bileceksin; annen var, eşin var, kızların var; bu, hepimiz için geçerli ve burada sadece Halkların Demokratik Partisine üye milletvekili kadınlar olarak söylemiyorum, bizim arkadaşlara da söylemiyorum, bütün kadınlara yönelik söylüyorum: Bizim yarım olduğumuza, tam olduğumuza karar verme konusunda bu kadar fütursuzca açıklamaları reddediyoruz ve bu konuda, bütün kadınları da bu düşüncede buluşmaya çağırıyoruz ve şunu da hatırlatmak istiyoruz: Gerçekten, bu dünyada herhâlde en fazla annenin ahını, bedduasını alan siyasi lider Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'dır.

MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) - Nereden biliyorsunuz?

FUAT KÖKTAŞ (Samsun) - Annelerin dualarıyla ayakta o.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - Daha dün, "Kıyamete kadar bu savaş devam edecek." dedi yani annelere dedi ki: Kıyamete kadar siz evlatlarınızı toprağa vereceksiniz. Doğurun, biz öldürelim, ölsünler savaşta, ama orada ama burada. Bu anlayışı kabul etmemiz mümkün değil, hiçbir şey Cumhurbaşkanı söyledi diye kıyamete kadar devam etmez. Bu savaşı bitirmektir bizim görevimiz, Meclisin görevi buna siyasi çözüm aramaktır.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) - O zaman, terörü desteklemeyin.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - Yoksa, insanları savaşa hazırlamak, annelere "Çok çocuk yapın, nüfus planlamasını reddedelim ve biz bu çocukları askere gönderelim, savaş alanlarına gönderelim." demek siyasetin işi değildir, bizim görevimiz yaşatmaktır. Yaşatmak için halk bizi buraya göndermiştir ve gerçekten, bu konuda, anneliği ve kadını ağzına almasından artık büyük bir rahatsızlık duyuyoruz. Çünkü herkesin nasıl yaşayacağına, nasıl dizayn olacağına, nerede görev yapacağına kendisi karar vermek istiyor. Bunun amacı, kadınları -o diyor ya, parantez- ekonomik yaşamın dışına atmak. Bu aynı zamanda, işsizlikle mücadele etmenin de bir yöntemidir. Dünya tarihinde de savaşlarda, işsizliklerde ve ekonomik buhranlarda ilk başta eve kapatılanlar kadınlardır. Evet, gerçekten, Cumhurbaşkanı da dünya tarihini kendi bakış açısına göre iyi okumuştur, Türkiye'de kadınları eve kapatarak ve sadece çocuk doğuran bir insan olarak değerlendirdiğini her gün göstermektedir.

Son olarak şunu söylemek istiyorum: Şu Mecliste -demin de bir iki milletvekili arkadaş söyledi- "adam gibi" lafını artık kullanmayın, biz kadınlar da buradayız ve bu cinsiyetçi bir dildir.

ALİ AYDINLIOĞLU (Balıkesir) - Dağa kaldırılan kadınları bir gün ağzına almadın be.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - "Adam gibi olun.", "Adam gibi konuşun.", "Adam gibi davranın..." Bu dili de reddediyoruz, insan olma temelinde hareket edelim diyoruz. (HDP sıralarından alkışlar)