GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: HDP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:98
Tarih:03.06.2016

KAMİL AYDIN (Erzurum) - Sayın Başkan, çok kıymetli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

HDP Grubunun verdiği araştırma önergesi üzerine Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış bulunmaktayım.

Elbette ki yolsuzluklarla ilgili söylenecek çok şeyler var, bugüne kadar mütemadiyen söyledik, hatta Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz 17-25 Aralığı yolsuzlukla mücadele haftası ilan etmiştik. Ama şu anda Türkiye gündeminde gerçekten bundan daha vahim, daha ciddi bir mesele var; o konuda bir iki şey söylemek için huzurlarınızdayım, tekrar saygılarımı iletiyorum.

Efendim, atasözleri hakikaten çok güzel şeyler söyler, kıssadan hisselerdir, "Bir müsibet bin belayı defeder." Şimdi, Avrupa'nın ve dünyanın çeşitli parlamentolarında sürekli alınan bu kararlara baktığınız zaman sanki bizim en büyük zaafımız, en büyük eksikliğimiz, kusurumuz, sıkıntımız "1915'teki yaşanan olaylar tehcir mi, soykırım mı?" ve hangi parlamentoda gündeme gelirse gelsin hemen bir savunma mekanizması oluşturuyoruz bir yenilmişlik psikolojisiyle, bir ezilmişlik psikolojisiyle. Niye? Çünkü, tarihimizi bilmiyoruz maalesef. Her şeyde olduğu gibi tarihî meselelerde de günü kurtaran, palyatif birtakım üretimlerde bulunuyoruz ve o gün geçiyor ama uzun vadeye, bilime, teknolojiye, bilgiye dayalı programlarımız yok.

Yıl 2003. Yaşadığım bir örnekten hareketle bir şey söyleyeceğim, bir şeyleri paylaşacağım sizlerle. Ben bir akademisyenim aynı zamanda. Niye bunları söylüyorum? Çünkü, Platon'un çok güzel bir lafı var, diyor ki: "Siyasetten uzak duran aydınların kaçınılmaz sonu cahiller tarafından idare edilmektir." 2003'te akademik bir amaçla Amerika'ya gittik. New Mexico eyaletinde bir insan hakları, soykırım müzesi gezdirdiler. Gittik, küçük bir yer. Başında yaşlı bir adam "Efendim, burası soykırım müzesi." Fakat, dolaşırken dikkatimi çekti, 1915'e atıfta bulunan küçük bir masa da var. Yetkili şahsa dedim ki: "Siz burayı kurumsal olarak mı açtınız?" Dedi ki: "Hayır, ben Holokost 'tan, Yahudi soykırımından mağdur olmuş, Amerika'ya göç etmiş bir ailenin mensubuyum. Bütün maddi varlığımı da burada, soyuma, ceddime yapılanları göstermek için adadım." Dedim ki: "Peki, tamamen Yahudi eksenli, Holokost eksenli bir müzede şu köşede de..." Baktım o envantere, kitaplara, malum kurumlar tarafından yazılmış inanın, birkaç tane böyle propaganda şeyleri, Mavi Kitap'tan alınmış şeyler. Malum, İngilizlerin Sykes-Picot'dan önce ortaya attıkları, bu coğrafyayla ilgili bir kitaptır. Daha sonra itiraf ettiler "Siyasi bir propaganda kitabı." diye. Şimdi, dedi ki: "Siz nerelisiniz?" Dedim: "Türk'üm." Dedi ki: "Ben, 16'ncı Yüzyıl'da mezhep kavgaları yapılırken İspanya'da, ecdadım sınır dışı edildiğinde Osmanlının bize kucak açtığını çok iyi biliyorum, 500'üncü Yıl Vakfının da üyesiyim. Ama bir şeyi üzülerek itiraf edeyim ki ben sizleri çok sevmeme rağmen, böyle bir şeye inanmamama rağmen sizlerden bir sürü talepte bulundum, bana yetkili hiçbir ağızdan bir destek gelmedi; 1915'le ilgili bu iddiaları çürütecek materyal, kitap, belge ulaştırılmadı." Ben de o notumu aldım, Türkiye'ye döndüğümde Tarih Kurumuna uğradım, bu bilgiyi verdim. Daha sonra, Erzurum Atatürk Üniversitesindeki Ermeni Araştırmaları Merkezine de aynı bilgiyi verdim ve maalesef, bakın, buradan nereye geleceğim. Kanuni Sultan Süleyman, biliyorsunuz, Muhteşem Süleyman. Muhteşem, ihtişamlı dönemlerin Sultanı olmasına rağmen bir gün Beşiktaş Tekkesi'nin Şeyhi Yahya Efendi'yle sohbet eder, der ki: "Şeyh Hazretleri, Osmanlı da bir gün yok olur mu?" Yahya Efendi'nin cevabı çok ilginçtir, der ki: "Sultanım, olur." "Nasıl olur, hangi şartta olur?" diye Kanuni Sultan Süleyman biraz heyecanlanınca, Yahya Efendi "Efendim, bu ülkede neme lazımcılık başladığı anda Osmanlı da bunun karşısında duramaz, çöker." der.

Şimdi, bu sözden hareketle, Almanya'nın, Alman Parlamentosunun dün almış olduğu karar "yok" hükmündedir, bunu hepimiz dün söyledik çok büyük bir çoğunlukla Allah'a şükür; aynen Millî Mücadele yıllarında olduğu gibi "hattı müdafaa" demedik, "sathı müdafaa" dedik, burada kararımızı aldık. Fransız Parlamentosununki de bağlayıcı değil, Amerika'nınki de bağlayıcı değil, uluslararası geçerliliği de çok yok ama doğuracağı sonuçlara, travmalara dikkatinizi çekmek istiyorum. Bakın, Almanya'da 3 milyon nüfusumuz var. Çocuklarımız var, üçüncü kuşak, dördüncü kuşak geliyor. Bu çocukların ders kitaplarında dedelerinin, büyükbabalarının katil olduğu yazılacak ve bu çocuklar bu travmayla eve gidip diyecekler ki: "Baba, dedelerimiz gerçekten katil mi, Ermenileri mi kesmiş, katletmiş?" Ama maalesef, içeriye döndüğümüz zaman aynı sorgulamaya içeride de zaman zaman tabi oluyoruz.

Şimdi, burada siyaseti bir tarafa bırakıp gerçekten dün yaptığımız gibi, o kararlılığımızı biraz da uygulamalara aktarsak güzel şeyler olacak. Hemen ilk tepkiler ne oldu? "Efendim, Alman mallarını boykot edelim." Artık yeter, hamaset bitsin; günü kurtarma, palyatif çözümlerden uzak duralım, yarın tekrar olacak. "Mercedes'e binmeyelim." Neyi çözeceğiz? Mercedes yapıyor musun Mercedes'e binmeyeceksin, önce Mercedes yapacağız ki Mercedes'e binelim. Önce, o zihinsel olgunluğu göstereceğiz.

Şimdi, ne yapabiliriz? "Efendim, işi tarihçilere bırakalım." Ya, bu da hakikaten maksadını çok aşan bir kelime, tarihçilere hakarettir.

Değerli milletvekilleri, tarihçiler işini yaptı dün, bugün de yapıyor ama tarihçilerin önünü açmıyoruz ki. Bakın, şimdi eksiklerimizi söyleyeceğim: Tarih Kurumunda Süryani masası da vardı, Ermeni masası da vardı, Rum Pontus masası da vardı ama maalesef, Tarih Kurumundaki bu masalar üç beş gönüllü, idealist akademisyenin sırtında. Bunlar, Almanyalara gittiler, dünyanın her tarafına gidip konferanslar verdiler uçak biletlerini zaman zaman ceplerinden alarak büyük araştırmalar yaptılar. Efendim, Tarih Kurumuna küçük bir kaynak aktarıldığı zaman, bu Ermeni belgelerinin yoğunlukta olduğu ama açılmadığı, yasaklandığı yerlerden gerekirse o belgelere paralar ödendi, alındı ve gerçekten Türkiye'de yeni bir ufuk açıldı. Ama, maalesef bu masalar kapatıldı değerli milletvekilleri, bundan haberiniz var mı bilmiyorum.

Bu ülkede "Salkım Hanımın Taneleri" diye filmler vizyonda kaldı. Lütfen, dikkatinizi çekiyorum, o filmi seyredenler hatırlar, benim kanım donmuştu çünkü orada 2 ana karakter var; birisi Türk, her türlü rezaleti işleyen, sahtekâr, üçkâğıtçı, dolambaz, ırz düşmanı bir karakter; karşısında masum, mazlum, çok ezilmiş, kakılmış, dürüst bir Ermeni karakter. Bunu yazan hesabını versin indallahta. Ama, yazmasıyla senaryo arasında öyle bir fark var ki inceledim, medyaya da ilgi duyuyorum ara sıra; incelediğimde baktım ki senaryoya aktaran o kadar çok ilave şeyler yapmış ki. Yani, şimdi eğri oturup doğru konuşacağız, Almanya'ya hesap sormadan önce kendimize hesap soracağız. Biz, tarihçilere hangi desteği verdik? Nerelerin önünü açtık? Atatürk Üniversitesinde Türk-Ermeni İlişkileri Araştırmaları Merkezi var, inanın Edebiyat Fakültesinin ücra bir köşesinde, küçük köhne bir oda. Dünyanın her yerinde araştırma merkezleri böyle mi olur? Mademki bizim ecdadımıza atılan bir iftirayla ilgili sıkıntımız var, o zaman gereğini yapacağız. Bir an önce, efendim, şaşaalı açılışlar yapmaktansa... Sayın Başbakanımız ve Maliye Bakanımız söylemedi mi, "Para sorunumuz yok." Allah aşkına para sorunumuz yoksa AR-GE'yi 0,5'ten 1'e çıkarmak değil maksat, araştırma merkezlerine destek olmak. Türkiye'nin geleceğini siyaseten tıkayacak birtakım yolların açılması lazım. Bunlar nedir? Araştırma merkezleridir, kültürel anlamda yapılacak filmlerdir. Yani, bazı kavramlarımızı itibarsızlaştırmayalım. Osmanlı'yla ilgili film yapıyoruz, 10 tane karakter arasında geçiyor, bir pembe dizi gibi, bunu yapmaktansa İstanbul'u 60 milyon TL'ye yeniden kurtarmaktansa, bu 60 milyon TL'yle... İstanbul ayağımızın altından kayıyor değerli milletvekilleri, bunu bilelim, bunu yapacağımıza bu 60 milyon TL'yi aktaralım bu araştırma enstitülerine, filmler yaptıralım profesyonelce, amacına uygun, danışmanlıkları düzgün alalım. Ama bunları yapmadık bugüne kadar. Dolayısıyla, bundan sonra tek vücut olup hep beraber bunu yapmak için azim ve kararlılık göstereceğiz.

Bugün, Erivan'da, Avrupa'nın çeşitli başkentlerinde soykırım müzelerini gezenlere söylüyorum, Iğdır'daki müzeyi gezdiler mi hiç? Pespaye, şu anda bakıma muhtaç.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

KAMİL AYDIN (Devamla) - Bakü'dekini gezdiler mi? Hayır, gezmediler, biz de teşvik etmedik, biz de sahip çıkmadık o müzelere. Dolayısıyla, önce kendi içimizdeki algıyı düzeltmemiz için gerçekten buna hem tarihî hem kültürel hem de siyasi anlamda sahip çıkıp Alman Parlamentosundaki Cem Özdemirlere de cevap verecek duruma gelelim. Ama ben buradan -özür dileyerek, vaktinizi alıyorum ama- bir şey söylemek istiyorum o Cem Özdemir'e. Uzantıları, ataları Osmanlı Meclis-i Mebusanında da vardı onların, Ali Kemal'in torunudur o. Çünkü Ali Kemal o dönemde İngiliz mandasını savunmuş...

BAŞKAN - Sayın Aydın, teşekkür ederim.

KAMİL AYDIN (Devamla) - Özür diliyorum. Cümlemi bitiriyorum.

...İngiliz mandasını savunmuş ve gerçekten İngiliz mandacı olduğu da torununun İngiltere'de Londra Belediye Başkanı olmasıyla tescillenmiştir.

Ey Cem Özdemir, senin Ali Kemal'den farkın yok, diyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)