| Konu: | Başbakan Binali Yıldırım tarafından kurulan Bakanlar Kurulunun Programı'nın görüşülmesi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 93 |
| Tarih: | 27.05.2016 |
HDP GRUBU ADINA MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Evet, Hükûmet programı üzerine grubumuz adına söz almış bulunmaktayım.
Doğrusu yani şu anda bir Hükûmet programı görüşmesi var mı emin değilim. Yani doğru, şeklî olarak, usulen bu program üzerinde konuşuyoruz ama bizzat Hükûmet programının sahibi olan, arkasında olan iktidar partisi milletvekilleri bu programın okunmasına ve görüşmelerine nedense ilgi göstermemişler. Bu da Hükûmet programının görüşülmesinin, bu konuşmaların çok da bir kıymetiharbiyesinin olmadığını aslında şu anda tüm Türkiye'ye gösteriyor. Takdir edersiniz ki zaten kongrede tüm milletvekilleri bir kez daha saraya imanlarını tazelediler. Ayakta sarayın, Cumhurbaşkanın konuşmasını büyük bir hazır ol vaziyetinde izlediler, alkışlarını da yaptılar. E, görünmek istedikleri yer de orasıydı zaten. Burada dinlemişler, dinlememişler, Hükûmet programında ne var hiç önemli değil. Bu da bütün Türkiye'ye bir ders olsun. Yani bu manzarayı görsünler diye bunları ifade ediyorum.
Evet, gerçekten, Hükûmet programı nasıl hazırlandı, nasıl ortaya çıktı, bu yeni Hükûmet nasıl kuruldu, eski Başbakan Davutoğlu nasıl alındı, bütün bunları böyle âdeta bir çizgi film modunda, hızlılığında hızlandırılmış bir şekilde yaşadık ve yani daha dün Davutoğlu Başbakanken bugün Sayın Binali Yıldırım yeni Başbakan; kendisi de yok bu arada.
Hükûmet programı Hükûmet kurulmadan çıktı. "Çizgi film" dememin sebebi de o. Herkes, bütün Türkiye kimin gideceğini, kimin geleceğini, kimin Başbakan olacağını, hangi bakanların değişeceğini neredeyse her şeyi günler öncesinden öğrendi ama daha komik olanı var: İktidar partisi yandaşı, saray yandaşı bir kısım medya, Türkiye'de bir de bir heyecan dalgası yaratmak için garip garip manşetler attılar: "Kongre heyecanı", "Yeni kongre oluyor.", "Yeni Başbakan seçiliyor." Böyle bir heyecan falan yok arkadaşlar, kendi kendimizi aldatmayalım. Sonuçta kimin neye karar verdiğini, nasıl bu Hükûmetin değiştiğini, darbenin kodlarını hepimiz gayet iyi biliyoruz. Bu nedenle, aslında bugün Hükûmet programını mı konuşalım, yoksa saray politikalarını mı emin değilim ama mecburen yöntem gereği de Hükûmet programının asıl arka planını değerlendirmekte fayda var. Gerçekten şu anda fiilî saray programı nedir, bunun tartışılması gerekiyor ve yürürlükte olan otoriter politikaları tartışmamız gerekiyor.
Evet, bugün, Hükûmet programına girecek olursak "Çoğulcu, özgürlükçü, demokratik" diye yazanlar, Silvan sokaklarında "Türk'sen öğün, değilsen itaat et." sloganlarını yazıyorlar. Hükûmet programlarında herkesin fikirlerini özgürce ifade ettiği bir toplum vadediliyor fakat milletvekillerinin fikirlerinden dolayı, düşüncelerinden dolayı Millî Güvenlik Kurulunda bile tartışıldığı, "terörün uzantısı" diye nitelendirildiği ve aslında hiçbirimizin düşünce ve ifade özgürlüğünün olmadığı bir parlamenter faaliyet yürüttüğümüzü de söyleyebiliriz. Ve tabii ki şu anda Türkiye ifade özgürlüğünde 197 ülke arasında 157'nci sırada, özgür olmayan ülkeler arasında, bunu da belirtmekte fayda var.
Şimdi, "Yeni anayasa önceliğimiz var." diyor yeni Hükûmet programında. "Vesayete karşı yeni sistem." diyorlar gerçekten ama bunu da vesayet altında söylüyorlar. Nasıl bir şeydir? Hani, bu, bazı meseleler kabulle çözülmez. Vesayeti sizler gönüllü kabul etmiş olabilirsiniz, hükûmet edenler; Başbakan, Bakanlar Kurulu, bir parti "Biz bu vesayetle yolumuza devam edeceğiz." diyebilirler ama bu, vesayetin antidemokratik özelliğini, hukuk dışılığını, Anayasa'ya aykırı olduğunu göstermez. Doğru, yani ortada bir vesayet var ve bu vesayet böyle gizli saklı değil, alenen, açıkça bütün Türkiye'ye ve tüm dünyaya ilan ediliyor. Şu anda yegâne vesayet odağı saraydır ve bu vesayeti, dediğim gibi, vesayet edilenler de kabul edip övdükleri için bunu artık yine halkımızın takdirine sunuyoruz.
Gerçekten burada yeni anayasa Türkiye'deki yurttaşların, halkların ve tabii ki partimizin de öncelikleri arasındadır. Çoğulcu, eşitlikçi, kadın özgürlüğünü esas alan, bütün farklılıkları kapsayan yeni bir anayasa Türkiye'nin temel özlemidir ama şu anda yeni anayasa derken kesinlikle burada kastedilen bu söylediklerimiz değildir. Yeni anayasa derken aslında direkt şu anda saray baskısının, saray yönetiminin, başkanlık sisteminin getirilmesi ve otoriterliğin yükseltilmesidir. Bu nedenle halkın duygularıyla, özlemleriyle ve beklentileriyle âdeta alay edilmektedir.
Evet, gerçekten barış iklimi olmadan, şu anda düşünce ve ifade özgürlüğü olmadan, basın-yayın özgürlüğü olmadan, siyasi partiler serbestçe ve özgürce siyaset yapamadan, özgürce "Yeni anayasa nasıl olmalıdır?" tartışması yapılmadan bu anayasayı tek merkezden tartışmak ve bunu yönetmek gelecek günlerinde diktatörlüğün de faşizmin de çok ciddi habercisidir.
Hak ve hürriyetler konusunda da şunu söylüyorlar, gerçekten trajikomik; AKP iktidarı döneminde devletin topluma kimlik biçme ve dikta etme hakkının ortadan kaldırıldığı belirtiliyor. Oysa, AKP iktidarı döneminde ülke içerisinde Sünni bir Türklük anlayışı, temel ideolojik ve kültürel hat olarak örülmüştür. Bu anlayış, dışarıda ise, Orta Doğu ve özellikle Suriye'deki Selefi cihadist gruplara yoğun destek verilerek aleni bir biçimde ortaya konulmuştur. "Vatandaşların hak ve özgürlüklerini güvence altına alacağız." derken, attığımız "tweet"lerden yargılanıyoruz.
Değerli arkadaşlar, benim 6 fezlekem var, 3 tanesi attığım "tweet" ve kürsü dokunulmazlığı kapsamında. Bütün dosyalarımız bu şekilde, düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında fakat bunlar savcılara fezleke konusu olabiliyor. Bizim bile buna muhatap olduğumuz bir dönemde vatandaşın hak ve özgürlüklerini tartışmak herhâlde büyük bir lüks olarak ortada duruyor.
Tabii ki burada bol bol "eşit vatandaşlık" ve "adaletin AKP eliyle kurumsallaştığı" vurgusu var Hükûmet programında. Burada Alevilerin, Kürtlerin, diğer inanç gruplarının anayasal vatandaşlıktan eşit yararlanamadığı gerçeğiyle yüzde 100 bir çelişki arz etmektedir. Özellikle son dönemlerde Cumhurbaşkanının "tek devlet", "tek bayrak", "tek millet", tek, tek, söylemleri, pratik yaşamda "tek mezhep" ve "tek ırk" kavramıyla aslında özdeşleşmiştir ve AKP iktidarının katıksız bir milliyetçi ve mezhepçi karakteri de ortaya saçılmıştır.
Evet, Kürt sorunu, Türkiye'nin en önemli meselesinin Kürt meselesi olduğu gerçeği, HDP'li olsun olmasın, hangi siyasi düşünceden olursa olsun herkesin üzerinde mutabık olduğu bir meseledir. Kürt meselesi çözülmeden Türkiye demokratikleşemez, Türkiye demokratikleşmeden de Kürt meselesi çözülemez. Ama bu programda Kürt sorunu yok, yokmuş gibi davranmışlar. Çözüm sürecinden esame okunmuyor; sıklıkla etkin mücadele, terörle mücadele vurgusu yapılıyor.
Evet, biz etkin mücadelenin nasıl yapıldığını aylardır yaşıyoruz. Sivillerin topluca öldürülmesiyle bu etkin mücadelenin nasıl yapıldığını biliyoruz. Kürt meselesini buraya yazmamakla Kürt meselesi yok olmuyor, buharlaşmıyor. Çözüm sürecine hiç değinilmemesi bu Hükûmetin en büyük çelişki ve handikaplarından biridir ve başarısızlığa zaten mahkûmdur. Bu meseleyi bu şekilde güvenlikçi politikalarla ele alması da kendisinin bu meseleye yaklaşımının ne kadar samimiyetsiz olduğunu ortaya koymuştur. Geçen dönemde çözüm sürecine ilişkin bölüm yolda düşmüştü. Açıkladılar, yolda düşmüş, nasıl düşüyorsa bilgisayarda kayıtlı bir dosya! Bu dönem herhâlde düştüğü yerde bulunamadı ya da atıldı ama nereye atıldı onu gerçekten Hükûmet yetkilileri herhâlde açıklarlar.
İşte, Kürt meselesinin çözümünün demokratik bir anayasayla olacağı gerçeği, eşit yurttaşlık ve özgürlükle çözülmesi gerektiği gerçeği bu kürsüden defalarca grubumuzca da ifade edilmiştir. Hükûmet programı bu yönüyle Türkiye'de 25 milyona yakın yurttaşını, hak ve özgürlük istemini görmezden gelmiştir. İşte bu, Hükûmetin en büyük handikaplarından biri olarak önünde duruyor.
Güvenlik meselesinde hukukun üstünlüğüne bağlı kalınacağı ilkesi ister istemez acı acı bizi güldürüyor gerçekten. En ironik maddelerden biri. Hak ve özgürlüklerden nasıl söz edilebiliyor bu Hükûmet programında, ona da büyük bir soru işareti koymak istiyorum gerçekten. Çünkü, bu hesap verilebilirlik meselesinde de hukukun üstünlüğünde de boş boş, uzun uzun cümleler, ulusal üstü ilkelerden toplamışlar ama asla uygulamada bunların esamesi okunmuyor. Son ablukalarda hukukun üstünlüğü ve sivillere zarar vermeme meselesinde 700'den fazla sivil yurttaşın yaşamını yitirdiğini bir tek an unutmayın sayın milletvekilleri, tek bir an aklınızdan çıkmasın. Türkiye, Birleşmiş Milletler Dünya İnsani Zirvesi'ne ev sahipliği yaptı ama İnsani Zirve Sonuç Bildirgesi'ni imzalayamadı. Evet, nasıl imzalasın, hangi yüzle imzalasın? Doğrusu bu tutumunu da takdirle karşıladığımı şahsen ifade etmek istiyorum çünkü o bildirgenin altına imza atmış olsaydı onun gereğini yerine getirmek zorunda kalırdı. Şimdiden ilan etti İnsani Zirve sonucunda "Ben insan hakları ihlallerine devam edeceğim, insanların ölümüne ve öldürmeye devam edeceğim." işkenceye devam edeceğini ilan etmiştir. Burada güvenlik kısmını şöyle yazsalardı büyük bir takdirle karşılardım: "Yurttaşların güvenlikleri önemli değil, iktidarın bütün odaklarının güvenceye alınmasıdır önemli olan; asıl güvenlik politikası budur."
Adalet sistemini emin olun konuşmaya gerek var mı bilmiyorum. Adalet Bakanımız Sayın Bekir Bozdağ Büyük Kongre'de 23 Nisan konuşması yaptı. Zaman olsaydı o konuşmanın hepsini burada tekrar okumak isterdim. Gerçekten bir Adalet Bakanı, bir hukukçu, bir milletvekili hem de Anayasa'ya tümüyle aykırı bir altyapıyla bu konuşmayı yapıyor. Konuşmanın tümü var önümüzde ama şu cümleler herhâlde bir fikir verir size; şunu söylüyor: "Sayın Cumhurbaşkanım, yolun yolumuzdur, davan davamızdır, hedefin hedeflerimizdir." Bir şiir gibi okudu gerçekten. 23 Nisanda öğretmenlere, müdürlere şirin görünmek çabasıyla... Adalet Bakanı bir utanç vesikasına daha imza atmıştır kongrede ve adalet sisteminin bütün kodları da aynen o konuşma gibi işlemektedir, yaşamımızda devam etmektedir.
Avrupa Parlamentosu Türkiye Raporu'nda, 2016 demokrasi ve hukuk devleti alanlarındaki gerilemeye dikkat çekilmiştir; yargı bağımsızlığı, toplanma ve ifade özgürlüğü, insan haklarına ve hukuk devletine saygı gibi bazı alanlarda Kopenhag Kriterlerinden hızla uzaklaşıldığı, adalet alanına ilişkin de not edilmiştir.
Yine, Ensar Vakfı ve KAİMDER'e bağlı ev ve yurtlarda asıl sorumluların nasıl korunduğunu büyük bir ibretle izledik. Tek bir kişiye ceza verilerek, Türkiye tarihinde görülmemiş bir şekilde bir duruşmada sanığa en yüksek ceza verildi arka plan ortaya çıkmasın diye. Biz bunların hepsinin yakın takipçisiyiz.
Evet, gerçekten, değerli arkadaşlar, burada on dört yıllık AKP iktidarı döneminde hukuka ve Anayasa'ya aykırı bir şekilde kanun hükmünde kararnameler, torba yasa, yönetmelik, genelge ve tebliğlerle yürütülen süreçler hukuk sistemini âdeta kevgire çevirmiştir. Kamu İhale Kanunu ve diğer kanunlardaki değişiklikler bunun bariz örneğidir. Bu konuda aslında hepsine ilişkin çok ciddi eleştirilerimiz var ama yirmi dakikada, toplamda kırk dakikada bunların hepsini ifade etme olanağımız yoktur.
Bir de programın bir bölümünde de şu var: "Hükûmet olarak adalet sisteminde kadınlar, çocuklar ve engellilere yönelik kolaylaştırıcı uygulamaları hayata geçireceğiz." Fıtratımızda eşitlik yoktu, hangi uygulamayı hayata geçiriyorsunuz? Gerçekten bu konuda kadın sicilini birazdan daha ayrıntılı anlatacağım. Bu konuda İstanbul Sözleşmesi -bütün taleplere rağmen, Türkiye kadın hareketinin bütün tepkilerine rağmen- hâlen gereklilikleri yerine getirilmeden orta yerde duruyor.
Değerli arkadaşlar, yargıya güven olmadığı zaten bizzat iktidar partisi yetkilileri tarafından sıklıkla artık vurgulanıyor. Size iki pasaj okuyacağım. 22 Nisan 2016'da Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanı içinde bulunduğumuz günlerin yargı sistemi açısından cumhuriyet tarihinin en utanç verici dönemi olduğunu savunarak şunu söylüyor: "Yargı sopa gibi kullanılıyor, kaldıralım bu cenazeyi." Yine, Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit şunu dedi: "Geçmişte yargıya güven yüzde 70 idi, şimdi yüzde 30'lara düştü." Peki, biz sizin yargınıza niye güvenelim? Siz kendi inşa ettiğiniz yargıya güvenmiyorsanız bizim güvenecek hiçbir yargı erki fantazimiz yoktur. Bizler, yargının bağımsız ve tarafsız olmadığını düşündüğümüz için ve sizlerin de hem açıklamalarınızla hem de pratiklerinizle bizleri doğruladığınız ve haklı çıkardığınız için, dokunulmazlığı kaldırılan milletvekilleri, ifadeye gitmeyeceğiz. Bu yargıya güveni asla göstermeyeceğiz. Bunu buradan da söylemiş olayım. (HDP sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri, kadınların, gerçekten, bu iktidar partisine yaklaşımı şudur: On dört yıllık iktidarda kadınlar nasıl ki her sene o yıl içinde AKP'nin kadın hakları gasbını, kadın cinayetlerini ve kadına yönelik şiddetin çetelesini tutuyorsa AKP'nin seçim beyannamelerini, Hükûmet programlarını da AKP bu sefer kadınlara neyi reva görüyor, hangi kadın haklarını gasbediyor, şiddeti, tacizi ve tecavüzü hangi kanun, program veya düzenleme adı altında meşrulaştırıyor diye inceliyoruz. Bu gözle baktığımızda, gerçekten bu aynayı tuttuğumuzda korkunç bir tablo görünüyor. Bu aynada şu görünüyor: Kadınları aileye, şiddete, yoksulluğa ve sömürüye sıkıştıran, "esnek çalışma", "özel istihdam büroları" adı altında neoliberal sömürü politikalarıyla kadın emeğini, emeğin hakkını, kadının sosyal ve güvencelerini gasbeden, kadınlara kölece çalışmayı ve yaşamayı dayatan emek düşmanı yasalar AKP'nin aynasıdır. Abluka altındaki Kürt illerinde özellikle kadın şahsında geliştirilen kolonyal şiddetin ve cinsiyetçi faşizmin ürünü, 21'inci yüzyılın en büyük insanlık suçları AKP'nin aynasıdır. Sokak ortasında onlarca kurşunla katledilen kadınlar, evde, okulda, sokakta, yurtlarda, otobüslerde, mülteci kamplarında cinsel istismara ve tecavüze uğrayan yüz binlerce kadın ve çocuk AKP'nin aynasıdır. Abluka altındaki kentlerde kadınların teşhir edilen bedenleri AKP'nin aynasıdır. Çocukları kucağında katledilen anneler, annelerinin kucağında katledilen çocuklar, hamile oldukları hâlde karınları hedef alınarak vurulan kadınlar, annelerinin karınlarında henüz doğmadan katledilen bebekler AKP'nin aynasıdır. Bilinçli bir şekilde hedef alınarak vurulan, can çekişerek ölümü izlenen ve cenazesi günlerce yerde çürümeye bırakılan 11 çocuk annesinin insanlık tarihine kara bir leke olarak düşen görüntüsüdür AKP'nin aynası. Evet, bu ayna maalesef çok şey içeriyor.
Son olarak şunu diyorum: Bu yaklaşım yaşama ve kadına düşmandır. Kürtçede "..."(x) ve "..."x) eş anlamlıdır aslında. Kadın ve yaşam. Yaşam "..."x)dır, "..."x) yaşamdır. İşte "..."x) düşmandır AKP iktidarı ve bu gerçekten, buna rağmen, bu zihniyete karşı kadınlar direnişlerine ve çalışmaya devam edecek. Bu zihniyet, kadın iradesine ve kadınların özgürlük mücadelesine yenilecektir.
HDP'yi Parlamentodan atmanın temel amaçlarından birinin de bu kadın iradesini, güçlü kadın duruşunu atmak ve tasfiye etmek olduğunu da çok iyi biliyoruz ve anlıyoruz.
Değerli arkadaşlar, "güçlü Türkiye" üzerine söyleyeceğim çok söz vardı ama maalesef sonlara geldik. Gerçekten "güçlü Türkiye" ne? Sessiz, edilgen, hiçbir şeye itiraz etmeyen, bütün toplumsal muhalefet odaklarının hedef alındığı, yok edildiği, tutuklandığı, öldürüldüğü, sürgün edildiği, işten atıldığı bir Türkiye güçlü olabilir mi? Kimdir "güçlü Türkiye"? "Güçlü Türkiye" derken neyi kastediyorsunuz? En ufak muhalefete karşı asker ve polis ordusunu yığan bir iktidarın asla güçlü bir Türkiye kuramayacağı tartışma götürmez bir gerçektir.
Türkiye, NATO'nun en güçlü 2'nci ordusuna sahiptir ama bu ülke, NATO ülkeleri arasında en yüksek sivil ölüm oranına sahip ülkedir Türkiye.
Evet, gerçekten, Türkiye'nin güçlü olması vatandaşlarının hak ve özgürlüklerden yararlanmasıyla ölçülür, ekonomik düzeyle ölçülür, haklarla ve özgürlüklerle ölçülür.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Bir dakika veriyorum Hanımefendi.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - Son bir dakikamı dış politikaya ayıracağım değerli arkadaşlar, yetmeyecek tabii.
Gerçekten, Dışişleri Bakanı bir Cumhurbaşkanımız var. Aslında her sıfatı hak ediyor ama Dışişleri Bakanı Cumhurbaşkanımız bütün politikayı baştan sona belirliyor. Ve gerçekten, bu konuda sadece Kürt karşıtlığını söyleyeyim. Dış politikaya ilişkin olarak yazılan onca sözün içinde tek bir Kürt ifadesi geçmemektedir. En önemli ticari ortaklarından biri olan Kürdistan'ın adı bir kez programda yer almamaktadır. Kürt ve Kürdistan'ı bu kadar yok sayan bir anlayışın bölgesel ölçekte güçlü olması imkânsızdır.
Bir de, Mısır'ı unuttunuz herhâlde değerli arkadaşlar. O Rabia işaretleriyle, o suni ağlamalarla bugün Hükûmet programında Mısır'ın esamesi okunmuyor. Yoksa vaz mı geçtiniz, Sisi'yi desteklemeye mi karar verdiniz?
Gerçekten bunları Hükûmet yetkililerinden duymak istiyoruz diyorum ve bu Hükûmetin programına güvenoyu vermeyeceğimizi de son olarak ifade etmek istiyorum. (HDP sıralarından alkışlar)