GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:90
Tarih:17.05.2016

MHP GRUBU ADINA KAMİL AYDIN (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi adına 2'nci madde üzerinde konuşmak üzere söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, bir konuyu ya da bir meseleyi gündeme getirirken ya da siyasi bir söylem hâline dönüştürürken kullandığımız farklı yöntemler vardır: Zaman zaman teoriden hareket eder pratiğe yöneliriz; zaman zaman pratikten hareket eder, oradan geriye, teoriye döneriz; bazen de -benim de şimdi, yapmaya çalışacağım gibi- örneklerden, daha anlaşılır olsun diye somut örneklerden hareket ederek kurallara, teorilere ulaşırız.

Değerli milletvekilleri, bir örnekten hareketle bir şeyler söylemeye çalışacağım. Malumunuz, birçok şehir girişlerinde olduğu gibi, Ankara'nın da farklı giriş güzergâhlarında sürücüler olarak bizleri, üzerinde "82" yazan bir ışıklı üst tabela karşılar. Bizler de o anda hızımızı düşürür ve yazılı kurala uyarız. Aslında insan doğası gereği biyolojik, siyasi, psikolojik, ekonomik bir varlıktır yani hisleri, duyguları, ihtirasları, idealleri, düşünceleri, egosu olan bir varlıktır. Bizim orada, aracımızın markası ne olursa olsun, isteklerimiz, ihtiraslarımız hangi boyutta olursa olsun bir anda yüksek hızdan düşük hıza düşürüp kendimizi bir kontrol mekanizmasına ait hissetmemizin nedeni o kuraldır. O "82" rakamı bizi bir anda kanuni bir zorunluluk olarak hızımızı düşürmeye yöneltir. Yani bunu şöyle ifade edebiliriz: Fiilî durum, yasa veya kural karşısında kendini bağlayıcı hisseder. Yani önce kanun, kural gelir.

Efendim, hukukun etkisi altında kalan fiilî durumu izah ederken doksan altı yıllık genç parlamenter sistemimizi zaman zaman değiştirmeyi gündeme getirerek Batı demokrasilerinden bazı örnekler veriyoruz. Şimdi, aynı, benzer örnekleri bir iki Batı demokrasisinden alıntı yaparak sunmak istiyorum.

Efendim, fiilî durum ile hukuki durum arasındaki ilişkiyi ifade eden gerek iki yüz elli yıllık bir geçmişi olan Amerika'daki başkanlık sisteminden ve gerekse sekiz yüz yıllık bir İngiltere parlamenter sisteminden örnek vermek gerekirse şunu görmekteyiz, çok somut bir örnek vereceğim: Efendim, Bill Clinton'ın, Amerika'daki bireysel bir hatasından dolayı yüksek yargı karşısında kendini savunup ve Amerikan toplumundan özür dilemesini çok iyi hatırlıyoruz.

Yine, 1997 yılında, İngiliz İşçi Partisi Başkanının kazandığı seçim sonrası -bizim de taklit etmeye çalıştığımız- meşhur balkon konuşması yaparken aşağıda kendi özel aracı için trafik polisleri ceza yazarlar ve buna herhangi bir müdahale söz konusu değildir. Bu da çok tipik bir örnektir.

Değerli milletvekilleri, bu örnekleri sizlerle neden paylaştık? Demokratik yönetim sistemlerinde en temel kural erkler ayrılığıdır yani yasama, yürütme ve yargı arasında mesafe söz konusudur. Çünkü demokrasi yasama, yürütme ve yargısıyla kurallı bir yönetim biçimidir. Bu kurallar manzumesinin de kendine varlık bulduğu yer, Anayasa'da ve onun ışığında çıkarılan kanunlar ve tüzüklerdedir. Yani Anayasa'dan, kanunlardan, kurallardan ve tüzüklerden fiilî durumlar oluşur. Demokratik sistemlerde önce fiilî durum, sonra fiilî duruma kılıf olabilecek kanunlar gelmez; tam tersi, fiilî durumlar kanunlardan güç alır ve öyle hareket eder. Fakat bizim son zamanlardaki yürütme uygulamalarımızda "Ben istediğimi yaparım, her ne kadar Anayasa'daki kurallara göre seçilmiş olsam da şimdi Anayasa bana uymak zorunda." demek demokratik bir tutum ve davranış olarak izah edilemez.

Bunu biraz daha somutlaştırmak gerekirse, toplumun, her kesimin bağlayıcı birtakım kuralları vardır. Efendim, Millî Eğitim Bakanlığı başta olmak üzere, örneğin, eğitimi dikkate alacak olursak, Millî Eğitimi, YÖK'ü, üniversiteleri, rektörlükleri, fakülteleri dikkate alarak, bir öğrencinin keyfî davranarak "Evet, devamsızlık söz konusu ama ben devam etmeyeceğim. Evet, kopya çekmek yasak ama ben kopya çekmeye devam edeceğim." ya da iş adamlarımızdan "Evet, sabit rakamlarla vergiler belirtilmiş ama ben kafama göre vergi vereceğim, siz buna uygun bir madde çıkarın." demek, gerçekten, demokratik bir tavırla izah edilecek bir şey değildir.

Değerli milletvekilleri, dokunulmazlık konusu, kırk yedi yıllık uzun bir geçmişi ve köklü bir geleneği olan Milliyetçi Hareket Partisinin her zaman gündeminde olagelmiştir. Bunu biraz daha somutlaştırmak gerekirse, 8 Kasım 2009'da yapılan 9'uncu büyük kurultayda parti programımıza alınan ve 2011 ve 2015'de yapılan genel seçimlerde de sıklıkla parti programımıza ve seçim beyannamelerimize koyduğumuz çok önemli bir husustur. Dolayısıyla, yani, kısaca, yüce Meclisimizin yasama ve denetleme işleri dışındaki tüm faaliyetlerin dokunulmazlık kapsamı dışında bırakılması gerektiği partimizin öncelediği bir husustur. Kısaca, kürsü faaliyetleri dışındaki tüm eylemlerin bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için, kanunla öngörüldüğü gibi, milletvekilleri için de geçerli kılınması partimizin önceliklerinden biridir. Hatta, son zamanlarda, özellikle iktidarın on dört senelik icraatlarına bağlı olarak yeniden toparlanıp ülkemizin başına bela olmaya devam ederek yüzlerce gencimizin kanına giren PKK terör örgütünün, ülke huzurunu, birliğini ve beraberliğini yeniden tehdit altına almasıyla dokunulmazlık meselesi, MHP için bir kez daha bir ehemmiyet ve önem kazanmıştır.

Ülkenin, Türkiye Cumhuriyeti'nin, millî değerlerin varlığını koruyacağına yemin edip terörist cenazelerinde ve taziyelerinde boy gösteren birtakım milletvekillerinin bu tutum ve davranışları aziz milletimizin maşerî vicdanını kanatmış ve şehitlerimizin ruhaniyetini incitmiştir.

"Önce ülkem ve milletim." diyen bir hareketin siyasi temsilcisi olarak Milliyetçi Hareket Partisi 3 Mart 2016'da bu konuda yüce Meclise başvurmuş ve terör içerikli fezlekelerin bir an önce Meclise getirilmesini istemiş olmasına rağmen, özellikle iktidar partisi bu teklife sıcak bakmamıştır. Bugün bulunduğumuz nokta itibarıyla, artık milletin bu kadar ihanet karşısında sabrı taşmış ve bıçak kemiğe dayanmıştır. İktidar partisi, buna daha fazla kayıtsız kalamayacağını anlayınca 316 milletvekiliyle çok rahat bir biçimde terör bağlamlı fezlekeleri işleme koyacağı yerde daha dolambaçlı bir yolu seçerek sapla samanı karıştırıp Anayasa maddesi değişikliği önerisi getirmiştir.

Bir tür ipe un serme olarak da değerlendirilebilecek bir durum olmasına rağmen, Milliyetçi Hareket Partisi milletimizin acısının azalmasına kısmen vesile olacağı düşüncesinden hareketle üzerine düşen katkıyı sağlayacaktır fakat bunu yaparken şimdiye kadar terörün yeniden canlanmasına neden olan siyasi tutarsızlıkları da eleştirmekten, kamuoyuyla paylaşmaktan uzak durmayacaktır diyorum.

Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)