GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:90
Tarih:17.05.2016

HDP GRUBU ADINA İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AKP Grubunun, dokunulmazlıkların kaldırılması kılıfıyla getirdiği, özünde halk iradesini tasfiye, Meclisi feshetme olarak değerlendirebileceğimiz geçici Anayasa düzenlemesiyle ilgili HDP Grubunun görüşlerini aktarmak üzere söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, kuşkusuz bugün Türkiye siyasi tarihinin en önemli oturumlarından birini gerçekleştiriyoruz. Yapacağımız iki oturum ve iki oylamayla parlamenter demokrasinin geleceğini belirleyecek tarihî bir vebalin altına gireceğiz. Bizim açımızdan, görüşülen bu anayasa teklifinin Anayasa'ya ve İç Tüzük'e aykırı olduğu hususu açık ve nettir. Ben burada, bu anayasa teklifine getirmiş olduğumuz teknik eleştirilerin ve buna alternatif olarak grubumuzun sunmuş olduğu dokunulmazlık teklifinin ayrıntılarına girecek değilim. Komisyon üyesi arkadaşlarımız maddeler üzerinde konuşmalar yaparken o detayları Türkiye kamuoyuyla paylaşacaklar. Daha çok, bu teklifin siyasal ve toplumsal yaşamımıza olan yansımaları üzerinden bir çerçeve ortaya koymaya çalışacağım. Ancak, bununla birlikte, önümüze getirilen bu mevcut teklifin, dokunulmazlıklar konusunda bırakalım demokratikleşme ve şeffaflaşmayı sağlaması, demokrasiye karşı tam bir darbe mekaniği işlevi gördüğünü ifade etmek durumundayız. Teklifin sadece gerekçe kısmı incelendiğinde bile Halkların Demokratik Partisi milletvekillerinin dokunulmazlıklarının hukuk dışı bir şekilde kaldırılmasının amaçlandığı açık olarak görülecektir.

Kuşkusuz, HDP'nin Parlamentodan ve demokratik siyasetten tasfiyesiyle birlikte tüm muhalefetin tasfiye edilmesi ve en nihayetinde halk iradesinin tamamen feshedilmesiyle sonuçlanacak olan bir sürecin işletilmek istendiğini görmek zor olmasa gerek. Çünkü, 7 Hazirandan sonra devreye konulan saray darbesi, ülkemizde çok sesli, çoğul kimlikli parlamenter bir demokratik rejim yerine; tek sesli, tek partili, tek adam kimliğine hapsedilmiş bir diktatöryal rejim tahkim etmeyi amaçlamıştır.

Bu saray darbesiyle inşa edilmek istenen Türk işi başkanlık sisteminin, dünyada eşi benzeri olmayan totaliter bir rejim olduğu hususunda, gelinen aşamada, bütün Türkiye halklarının, bütün Türkiye kamuoyunun fikri oluşmuştur.

Bir zamanlar, başkanlık sistemini "Amerikan emperyalizminin bize dayatmış olduğu bir fikir." şeklinde söyleyen Erdoğan'ın, bugün aslında AKP tabanının büyük bir kısmının da karşı olduğu bu sistemi bize ve halklarımıza dayatmak istemesi tarih önünde büyük bir çelişki olarak ifade edilmelidir.

Değerli milletvekilleri, bu totaliter rejim için en büyük engel olarak gördüğü HDP'yi tasfiye etmek, Erdoğan ve saray için artık bir hayat memat meselesi olarak ele alınmaktadır. Çünkü HDP, 7 Haziran seçimleri öncesi, bu otoriter tehlikeye karşı Türkiye halklarına duymuş olduğu sorumluluğun gereği olarak "Seni başkan yaptırmayacağız." demiş, darbe barajı, genel merkeze yapılan saldırılar, parti çalışmaları, parti çalışanları ve miting etkinliklerine yapılan bombalamalara rağmen bu iddiasını hayata geçirmeyi başarmıştır. Aynı şekilde, 7 Haziran sonrasında devreye konulan darbe ve savaş konseptine rağmen, HDP 1 Kasım seçimlerinde bu darbe barajını aşmayı başarmış, Parlamentonun üçüncü büyük grubu olarak Erdoğan'ın bu totaliter rejim planlarını boşa çıkarmıştır.

1 Kasım seçimlerinden sonra da HDP'ye yönelik her türlü karalama, itibarsızlaştırma ve linç saldırıları kesintisiz bir şekilde sürdürülmüştür. Sur, Cizre, Silopi, Şırnak, Yüksekova ve Nusaybin başta olmak üzere, devreye konulan vahşet tabloları ve katliam planlarıyla da HDP'nin mücadelesi hiçbir şekilde bastırılamamıştır. Bu kapsamda, başta Tahir Elçi, Taybet ana, Miray bebek, Seve Demir, Pakize Nayır, Fatma Uyar ve Mehmet Tunç olmak üzere, daha onlarca arkadaşlarımızın katledilmesi bizleri derinden yaralamış olsa da anılarına bağlılığın bir gereği olarak mücadelemizi yükseltmiştir.

Yine, tüm ülke sathında, akademisyenlere, gazetecilere, aydınlara, yazarlara, demokrasi ve barış isteyen bütün kesimlere karşı yürütülen baskılar bizlerin iradesini teslim alamamış, tam tersine, dayanışma mücadelemizi güçlendirmiştir.

Burada detaylarına giremeyeceğim birçok girişimden sonuç alamayan saray-AKP iktidarı, HDP'yi tasfiye etmenin son girişimi olarak, Meclise getirmiş olduğu hukuk dışı dokunulmazlık hamlesini devreye koymuş, HDP'nin şahsında demokratik siyasetin tasfiye edilmeye çalışıldığı mesajını tüm muhalefete ve tüm Türkiye kamuoyuna iletmiştir. HDP'nin Parlamento ve siyasetten tasfiyesi başarılırsa, CHP başta olmak üzere bütün muhalefete sıranın geleceği hususu açık ve nettir.

CHP başta olmak üzere bütün muhalefete bu tarihî günde seslenmek isteriz: Tarih, diktatörlüğe yürüyen tüm siyasi aktörler için felaket tohumlarını sadece bir bölgeye değil, ülkenin dört bir köşesine savuran sayısız pratikleriyle doludur.

Bugün saray darbesinin Meclise uzanması, sadece HDP'yi tasfiyeyle sınırlı kalmayacaktır. Gelişmeler, saray darbesinin diğer bütün partilerin içine uzandığını ve daha fazla derinleşeceğini zaten göstermeye başlamıştır.

CHP'nin, HDP'yle başlayacak Meclisin tasfiyesi ve egemenliğin kayıtsız şartsız milletten alınarak tek bir kişiye bağlanması hususunda, kendi tabanı başta olmak üzere, bütün Türkiye'deki demokrasi ve barış çevreleri karşısında tarihî bir sınavla karşı karşıya olduğunu buradan hatırlatmak isteriz.

Yine, net bir şekilde ifade etmeliyiz ki CHP'nin tarihsel bir kırılma yaratacak bu saray darbesine vereceği cevap, halklarımızın ve ülkemizin demokratik geleceğini doğrudan etkileyecek, tarih önünde parlamenter demokrasinin saray bahçesine gömülüp gömülmeyeceğine açık bir şekilde not düşecektir.

Kaldı ki CHP adına bu kürsüden konuşan birçok yetkili de bu kanun teklifinin Anayasa'ya aykırı olduğunu, siyasi ahlaktan uzak olduğunu ve hayata geçmesi durumunda da toplumsal barışımızı havaya uçurduğunu defalarca, tarih önünde burada bir kez daha ifade etmek isteriz. CHP'nin yani ana muhalefet partisinin Anayasa'ya aykırı gördüğü bir teklife onay vermesi kendi misyonunu inkâr etmesi anlamına gelecektir. Çünkü aksi durumda, sarayın ve AKP'nin neredeyse her gün Anayasa'yı çiğneyen, yasaları hiçe sayan tutumu CHP tarafından meşrulaştırılmış olacaktır. Ana muhalefet partisi, "Anayasa'ya aykırı ama 'evet' diyorum.", "Anayasa'yı ayaklar altına alıyor ama kabul ediyorum." tavrını ortaya koyduğu andan itibaren, Anayasa'yı her gün çiğneyen Erdoğan'a, Meclis Başkanına ya da AKP'li yetkililere en küçük bir eleştiriyi bile getiremez bir duruma gelecektir. O nedenle, özetlediğim bu sebeplerden dolayı, CHP şahsında, Anayasa'yı, halk iradesini ve egemenliğini esas alan bütün milletvekillerine bu tarihî hatırlatmayı yapmayı şahsım ve partim adına ahlaki ve vicdani bir tarihî görev olarak ifade etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, bu tablo içerisinde AKP'nin Parlamento grubuna ve AKP'nin tabanına da şu sözü özellikle hatırlatmak istiyorum: "Dünyanın büyük acılar çekmesi, kötü insanların gücü ve şiddetinden değil, iyi insanların sessizliğindendir." AKP'nin Parlamento grubunda ve tabanında bulunduğuna inandığımız vicdanlı insanlara da, ülkemizin çektiği acılara yeni acıların eklemlenmesi anlamına gelecek bu yanlışa karşı sessiz kalınmaması çağrısını yapmak istiyoruz. Tek adam otoriterliğinin hangi sonuçlara yol açacağının aslında en yakın tanıkları sizlersiniz. Bunun için AKP'nin ilk yıllarında işlettiğiniz siyasi istişare ve diyalog mekanizmalarının nasıl devreden kaldırıldığı, sosyal ve politik tarafları kapsayan değil, onları kutuplaştıran, dışlayan, hatta düşmanlaştıran bir hatta doğru nasıl savrulduğu hususu eminim ki hepinizin hafızalarında tazedir.

2002'den 2009'a kadar olan süreçte, sizler, demokrasi, özgürlükler, siyasi ve ekonomik reformlar, AB kriterlerini yakalama iddianızın bugün nerelere savrulduğunu görmüyor musunuz? Yola ilk çıktığınızda muhafazakâr, demokrat, liberal, AB yanlısı, hatta sol, sosyal demokrat siyasetçileri içinde barındırarak tekçi, statükocu, vesayetçi anlayışlara karşı çoğul kimlikçi, özgürlükçü söylemlerle iddia ortaya koyan siz değil miydiniz? O çoğulcu anlayıştan bugün tekçi bir yapıya, gücü tek kişide kartelleştiren farklı kimliklerin bir aradalığından bugün tek adam sultasına gelişinizi sorgulamanın zamanı gelmedi mi? Birçok kurucu kadronuzun tasfiyesi, kadro hareketinden tek adam partisine doğru gidişinizi açık bir şekilde ortaya koymuyor mu? Abdüllatif Şener, Abdullah Gül, Bülent Arınç, Hüseyin Çelik, Nihat Ergün, Sadullah Ergin gibi kurucu kadrolar eğer size bir çağrışım yapmıyorsa, son olarak yüzde 49,5 oy almış bir Başbakanın yani Sayın Davutoğlu'nun bir saatlik bir süre içerisinde tasfiyesine kayıtsız mı kalacaksınız? Yüzde 49,5 oy alan bir Başbakanın etrafının nasıl boşaltıldığını, yetkilerinin nasıl tırpanlandığını ve en nihayetinde gönüllülük temelinde değil, dayatılan zaruretlerden dolayı nasıl görevden alındığını göz önüne getirdiğinizde, bırakın ülkenin geleceğini, AKP'nin geleceği hakkında saray darbesinin neler yapabileceğini görmüyor musunuz?

Burada özellikle saray rejimini herhâlde tanımlamak lazım. Başbakan ve Hükûmet deviren bir trol ve troliçe yığınını, geçimini ve yaşamını linç kampanyalarından idame ettiren devşirme sanal şarlatan takımını, partinize ve hükûmetlerinize en ağır hakaretlerde bulunmuş ama biat bildirdiği için bugün bakanlık sıralarını işgal eden kraldan çok kralcı bakanları ve en son 90'lı yıllarda Kürtleri katletmiş, köyleri yakmış, yıkmış, binlerce faili belli cinayeti işlemiş ve Kürt gençlerini asit çukurlarına atmış olan Ergenekon ittifakını hâlâ görmeyecek misiniz?

Şimdi bu ekip HDP üzerinden Kürt siyasetini ve ezilen Türkiye halklarının demokrasi mücadelesini Parlamentodan atmak istiyor, kaosu ve çözümsüzlüğü daha fazla derinleştirerek demokratik siyasi çözüm yerine her gün can alan, can yakan savaş ortamının daha fazla derinleşmesini istiyor; freni boşalmış bir kamyon gibi ülkemizi ve halklarımızı derin bir uçuruma sürüklemek istiyor; Türkiye'deki demokrasi krizini tam bir demokrasi tasfiyesine çevirmek istiyor. Saray etrafında sıralanmış aynı ekip, HEP ve DEP sürecinden bugüne uzanan ve bugün HDP sıralarında temsil edilen Türk, Kürt, Arap, Mıhellemi, Ermeni, Asuri, Süryani, bütün farklı kimliklerimizi dışlamak istiyor; Alevi, Sünni, Ezidi, Hristiyan, bu topraklara ait bütün farklı din ve inançların aynı sıralarda oturma ruhunu tamamen tarih dışına atmak istiyor. Sadece eş başkanlık örneğinde görüldüğü üzere, kadın özgürlükçü paradigmayı, Gezi, Yırca, Cerattepe, Lice, Amed, Dersim örneklerinde de görüleceği üzere karakol, kalekol, HES, nükleer santraller, maden ocakları gibi doğa karşıtı talan politikalarına karşı ekoloji paradigmasını tasfiye etmeyi amaçlıyor. HDP sıralarında temsil edilen sol, sosyalist, laik kesimler ile muhafazakâr, mütedeyyin, dindar kesimlerin bir arada radikal demokrasi mücadelesi yürüteceği fotoğrafını ortadan kaldırmak istiyor. İşte bizler bu sebeple bu darbeye karşı direnmenin farz olduğunu düşünüyoruz.

Bakın, bu yaklaşım çözüm getirseydi 2 Mart 1994 darbesiyle cezaevine yaka paça götürülen rahmetli Orhan Doğan başta olmak üzere milletvekillerimizin cezaevlerine atılması herhâlde Türkiye'nin köklü sorunlarına çözüm getirmiş olacaktı. Ama, tarih, DEP milletvekillerini yaka paça cezaevlerine götürenleri, haklı olarak, kendi çöp sepetine gönderirken, Sırrı Sakık, Hatip Dicle, Leyla Zana, Ahmet Türk örneğinde de görüleceği üzere milletvekillerimizi tekrar halk iradesini temsil eden demokratik siyasetin onurlu kurumlarının başına getirmiştir.

Bakın, o dönem dokunulmazlık görüşmelerinde rahmetli Orhan Doğan Genel Kurulda şunu ifade etmişti: "Dokunulmazlığımın kaldırılmasından ve yargılanmaktan korkmuyorum çünkü ben rüşvet almadım, ihaleye fesat karıştırmadım, vergi kaçakçılığı yapmadım. Ben tarihe ve tarih içinde halka hesap vermekten korkarım. Bugün yüce Parlamentonun katkısıyla birileri beni ve arkadaşlarımı yargılayabilirler. Beni, fikir ve düşüncelerimi kendi düşünceleriyle mahkûm edemedikleri için ellerime kelepçe vurulmasına onay da verebilirler ama beni, beynimi, demokrasiye olan tutkumu ve insanlığa olan sevdamı asla teslim alamayacaklar." demişti. Bugün HDP Grubu olarak rahmetli Orhan Doğan'a rahat uyumasını bir kez daha buradan haykırıyoruz. (HDP sıralarından alkışlar) Bizler de ne olursa olsun demokrasiye olan tutkumuzu, insanlığa olan sevdamızı asla ve asla hiç kimseye teslim etmeyeceğiz.

Değerli milletvekilleri, yine, bu Meclis sıraları 22 Mayıs 1999 yılında Merve Kavakçı'nın yaşadıklarını eminim ki hatırlıyordur. Merve Kavakçı'nın temsili sadece başörtülülerin mücadelesinin temsili değil, muhafazakâr ve mütedeyyin kesimlerin Meclise gelip gelmemesi mücadelesini temsil ediyordu. O dönem, hatırlayın, 12 Eylül darbecileri ve 28 Şubat uygulayıcıları tıpkı bugün sizin yaptığınız gibi büyük baskılar ve yasaklar getirmişlerdi. Genel Kurulda başörtülü, ezilen kesimleri temsil eden bir kadın milletvekiline dönemin Başbakanının çıkıp, tıpkı bugünkü cümlelerle, tekçi, statükocu, devletçi ve kendisini muktedir sanan bir edayla "Burası devlete meydan okunacak yer değil, bu kişiye haddini bildirin!" cümleleriyle yani bugünkü aynı cümlelerle hitap etmesi büyük bir ironidir. Ancak, trajik olanıysa dün had bildirilenlerin bugün had bildiren konumuna geçmeleridir; dün zalim karşısında mazlum olanların bugün yetkiyi aldıktan sonra mazlumun üzerine zulümle yürümesidir. Acı olan, devlet ile birey ya da toplum ilişkisinde, dün toplumu, insanı ve birey hakkını kutsayanların bugün devleti kutsama pervasızlığını göstermesidir. Oysa bizler biliyoruz ki devlet ile toplum arasındaki ilişki, devletin toplumu ve bireyi baskı altına aldığı değil, devletin toplumun ve bireyin ihtiyaçlarını karşıladığı ölçüde sağlıklı ve güvenilir olur.

Gelinen noktada, devlet hakem olma vasfını yitirmiş, adalet tamamen tarafgir, siyasal bir hâl almış, toplumun yargıya olan güveni tamamen sarsılmıştır. Neredeyse saatlik kararlarla hukukun ne kadar ayaklar altında olduğu ortaya çıkmıştır. İşte, böylesi bir yargı ve adalet ortamında Meclise yapılacak olan bu darbeyle ortaya çıkacak olan şey, adaletsizlik ortamının toplumsal ve siyasal yaşamın bütün hücrelerine nüfuz etmesidir.

Değerli milletvekilleri, demokrasi, hepinizin bildiğinin aksine, çoğunluğun her şeyi yaptığı düzenin adı değil; azınlığın, sesi kısılmış olan kesimlerin sesini duyurabildiği bir düzenin adıdır. Bu Meclis çatısı altında da çoğunluğun her gün bağrışmaları arasında HDP Grubunun yaptığı en önemli şey bu ülkedeki dışlanmış toplumsal kesimlerin veya sınıfların sesini duyurmaktır. Dolayısıyla, bu darbeyle tehdit altında olan sadece Kürtler ve muhalifler değil ülkenin bütünüdür.

Bugün, istikrar söylemiyle gelenler istikrarsızlığın bizatihi kaynağı olmuştur, devirdikleri çözüm masasıyla ülkeyi âdeta savaş ve yangın yerine çevirmişlerdir. Her gün onlarca cenazenin kalktığı, geride kalan anaların, babaların, eşlerin her gün öldüğü tablonun yanı sıra, ekonomi başta olmak üzere tüm toplumsal dinamikler felce uğramıştır. "Millete efendi olmaya değil hizmetkâr olmaya geldik." diyenler tek efendi olma adına bugün büyük bir yangını ülkemizin içine taşımışlardır.

Bugünkü görüşmelerin 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve 27 Nisandaki darbe süreçlerinden hiçbir farkı yoktur. Bizler dün o darbe süreçlerine nasıl direndiysek bu darbe sürecine de direnmeye devam edeceğiz. Başı dik, alnı ak, tarih önünde halkımıza karşı onurlu bir duruş göstermek için bu darbe tasarısına "hayır" diyeceğiz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İDRİS BALUKEN (Devamla) - Barışa sahip çıkma adına getirdiğiniz savaş tasarısına "hayır" diyeceğiz. Özgürlükleri koruma, özgür bir ülkede eşit ve kardeşçe yaşama adına bu diktatörlük tasarınıza "hayır" diyeceğiz diyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)