| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Birleşmiş Milletler İnsani İşler Eşgüdüm Ofisi Arasında Türkiyede Bir Ülke Ofisi Kurulmasına İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 88 |
| Tarih: | 11.05.2016 |
MHP GRUBU ADINA KAMİL AYDIN (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Birleşmiş Milletler İnsani İşler Eşgüdüm Ofisi Arasında Türkiyede Bir Ülke Ofisi Kurulmasına İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı'nın 1'inci maddesi üzerinde konuşmak üzere Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.
Saygıdeğer milletvekilleri, güçlü ve yerleşik demokrasinin en belirgin göstergesi kuvvetler ayrımının sağlıklı işlemesidir. Bu da, gerek yargı gerekse yasama ve yürütmede bireysel, keyfî veya belirli bir grubu önceleyen beklentileri dikkate almadan Anayasa'yla güvence altına alınmış kanun, tüzük, kural ve ilkeler ışığında olabildiğince tarafsız hizmeti öngörmektedir. Bütün bu bağlayıcı kanun, kural, tüzük ve ilkeler hazırlanırken güvenlik ve refah başta olmak üzere, kısaca, ülkenin ve milletin yüce menfaatleri dikkate alınır. Uluslararası ilişkilerde de benzer saikten hareketle uygulamalar planlanır, düzenlenir ve eyleme dönüştürülür.
Bu bağlamda, Türkiye Cumhuriyeti devleti kuruluşundan bugüne kadar birçok uluslararası kurum, kurul, antlaşmalara ve sözleşmelere taraf olmuştur. Son zamanlarda yüce Meclisteki mesaimizin de büyük bir bölümünü kapsayan Avrupa Birliği ülkelerine vizesiz seyahat için istenilen şartların yerine getirilmesi en son yaşadığımız somut bir örnektir.
Daha önce, NATO üyesi olmamız hasebiyle yaşadığımız birtakım gelgitler gibi bugün de Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizde benzer siyasal veya yürütmeyle ilgili sorunlar yaşamaktayız. Bunu biraz daha somutlaştırmak gerekirse, üç gün önce AB'ye meydan okuyarak "Siz yolunuza, biz yolumuza." deyip üç gün sonra ise çark edip "AB stratejik hedeflerimizdendir." demek, izaha muhtaçtır.
Yine, Brüksel'e hitaben benzer bir bağlamda, Avrupa Parlamentosu önünde kurulan PKK çadırlarını göstererek "Bu çadırları kaldırın, ondan sonra görüşelim..." Ama bunun karşılığında da birileri de bize istihzalı gülücüklerle şunu diyebilmektedirler: "Benzer çadırları çadır mahkemesi formatında Habur'da kurduğunuzda bir şey yoktu da şimdi Brüksel'de kurulmasına niye itiraz ediyorsunuz?" Böyle bir çelişkili durum gerçekten izaha muhtaçtır.
Dolayısıyla, günübirlik değişkenlik arz eden uluslararası ilişkiler, uluslararası platformlarda güven sorunu doğurduğu gibi muhatapları da itibarsızlaştırmaktadır. Doğru olanı ise tutarlı davranarak bireysel veya siyasi erkin menfaatlerinden ziyade siyaset üstü gruplar ülkenin ali menfaatlerini dikkate alarak kısa, orta ve uzun vadeli bir yüksek ilişkiler profili oluşturmak ve her siyasi iktidarın bu profili sekteye uğratmadan hedefine ulaştırmada kendi adına düşeni gerçekleştirmektir. İşte, Milliyetçi Hareket Partisinin mütemadiyen tekrar ettiği "Önce ülkem ve milletim sonra partim ve ben." İlkesi, böyle bir perspektifin, böyle bir olgunun ürünüdür. Aksi takdirde sizin ülke ve millet adına önceleyemediğinizi muhataplarınızdan beklemek abesle iştigaldir. Şayet tavrımız şimdiye kadar böyle olsaydı aşağıda birkaç madde altında sıralayacağımız şeyleri yaşamamış olurduk.
Saygıdeğer milletvekilleri, hatırlarsınız, 1990'lı yıllarda "1 koyup 100 alacağız." diyerek Çekiç Güç'e "evet" deyip evdeki bulgurdan olmuştuk.
Yine, hafızamızı biraz tazeleyelim. 2000'li yılların başında ise tezkere olayı ve akabinde askerin başına çuval geçirme utancını yaşamıştık ve o dönem, çok iyi hatırlıyoruz, dönemin başbakanına basın mensupları bu yüce Mecliste sorduğunda: "Efendim, bu utanç verici olay karşısında herhangi bir nota ya da benzeri bir tepkiniz olacak mı?" dendiğinde "Ne notası be kardeşim, müzik notası mı?" deyip olay tiye alınmıştı.
Yine önemsemeden göz yumduğumuz IŞİD'in korkusuyla, egemenlik altındaki topraklardan Süleyman Şah Türbesi'nin apar topar kaçırılması da ayrı bir uluslararası ilişkiler bağlamında utanç vesilesidir.
Diğer yandan "Yurtta sulh, cihanda sulh" ilkesinden fantastik hayallerle uzaklaşarak başka devletlerin iç işlerine karışıp özgürlük havarisi kesilmeseydik kucağımızda 3 milyon mülteci bulmayacaktık. Hatırlayın, hep beraber bunlara tanıklık ettik bu Mecliste, değil mi? Neydi söylenen o romantik söz? "Emevî Camisi'nde cuma namazı kılacağız." dedik ama maalesef bugün itibarıyla geldiğimiz noktada, Diyarbakır'da -bin üç yüz yetmiş altı yıl sonra- camide cuma namazı kılamadık ve güneydoğuda birçok operasyonun yapıldığı ilçemizde haftalarca cuma namazı kılınamadı. Bu çelişkiler, uluslararası platformlarda izah edilecek şeyler değildir.
Bu da yetmezmiş gibi, Kilis'te son zamanlarda meydana gelenlerden hareketle, iç güvenliğimizin bu kadar tehdit altında olması da yine yanlış bir adımın, öngörüsüzlüğün bir ifadesidir. Efendim, bu gerçekten uzun vadeli, planlı, projeli bir siyasetin ürünü değil. Bunu sadece "Roketler düştü." ifadesiyle açıklamak çok yerinde olmasa gerek diye düşünüyoruz.
Yine, uluslararası platformlarda bizi şaşırtan ya da muhataplarımızı gerçekten bizi dikkate almamaya yönelten bir başka çelişkimiz de şuydu: PYD'nin temsilcileriyle İstanbul'da bilinen adreslerde flört edip, günlerce görüşüp daha sonra, işimize gelmediği bir noktadan itibaren, Avrupa Birliği ülkelerine: "PYD bir terör örgütüdür, sizin de bunu böyle kabul etmeniz gerekir." Avrupa Birliği ülkelerinden yine istihzalı bir gülmeye muhatap oluyoruz. Diyorlar ki: "Siz niye baştan bu tavrı takınmadınız? Önce siz yapacaksınız, biz de sizden örnek alacağız."
Dahası, bugün, Avrupa Birliği sınırları içerisindeki diğer mültecileri de para karşılığında kabul etmeye uğraşıp ülkemizi mülteci istasyonu hâline getirmek de yine ayrı bir uluslararası öngörüsüzlüğün sonucudur.
Dolayısıyla, bu kadar keyfî davranmak yerine, yerleşik demokrasilerde görüldüğü gibi, kritik ve hayati önemi haiz meselelerde risk oranı arttığında bunu iç kamuoyuyla paylaşarak ve hatta referandum yoluyla onların kararına bırakmak daha yerinde olurdu. Fakat, maalesef, bir şarkı sözünde olduğu gibi, "Ben sizin babanızım, ben ne dersem o olur." mantığı demokrasi değil ancak başka bir şeyle izah edilir diyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)