| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Belçika Fransız Toplumu Hükümeti, Valonya Hükümeti ve Brüksel-Başkent Bölgesi Fransız Toplumu Komisyonu Heyeti Arasında Kültür, Eğitim ve Bilimsel Araştırma Alanında İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 87 |
| Tarih: | 10.05.2016 |
HDP GRUBU ADINA MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri ve Genel Kurulun sevgili emekçileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, 29 sıra sayılı Uluslararası Anlaşma'yla ilgili söz almış bulunuyorum.
Anlaşmanın başlığına baktığımda hakikaten Türkiye Cumhuriyeti devletinin çoğulculuğu önemsemeye başladığı duygusuna kapılıyorum. Çünkü, bu anlaşma Türkiye Cumhuriyeti ile Belçika Hükûmeti arasında değil, Belçika Fransız Toplumu Hükûmeti, Valonya Hükûmeti ve Brüksel-Başkent Bölgesi Fransız Toplumu'yla yapılmış ve bu toplumlarla, bu hükûmetlerle Türkiye'nin eğitim, spor, kültür, sanat alanında çeşitli iş birliklerini öneriyor.
Değerli arkadaşlar, bugün Avrupa'da, daha doğrusu dünyada giderek artan trend çoğulculuktur. Çoğulcu, tüm farklılıkların bir arada, birbirini değiştirmeden, birbirini değişime zorlamadan bir arada yaşamaya çalışmaktır. Buna negatif hep bir örnek verilir, Yugoslavya'nın parçalandığı söylenir. Ama Yugoslavya'nın parçalanma süreci, aslında şu andaki Türkiye'nin yaşadığı iç sorunla aşağı yukarı benzerlik gösteriyor. Yugoslavya'nın parçalanma sürecini hızlandıran şey: Yugoslavya, çok farklı, çok kültürlü, çok etnisiteli bir topluluğa Sırplığı dayatması, Sırp kültürünü dayatması sonucu bir parçalanma süreci geçirmiştir.
Dediğim gibi Türkiye şu anda maalesef yüz yıllık tekçi, her şeyi tek gören, tüm farklılıkları yok eden, kendi içinde eriten yüz yıllık bir tekçi paradigmayla işleri yürütüyor. Hâlbuki Türkiye, çok kültürlü, çok etnisiteli, çok farklı inançları olan, neredeyse birçok kültürün üzerine basarak geçtiği bir coğrafyadır Anadolu toprakları. Dolayısıyla, Anadolu'da farklılıklar aslında ayrışma nedeni değil, tam tersi, farklılıklar bir bütünleşme aracıdır; farklılıklar, birbirini olduğu gibi kabul etmektir.
Bugün, yüz yıllık tekçi paradigma maalesef Türkiye'de çatırdadığı için Türkiye şu anda bir savaş koşulunda, Türkiye bir iç savaşa doğru evrilmek durumunda kalıyor.
Türkiye çoğulcudur, yerinden yönetimi... Bakın, küçücük Belçika'da işte 3 farklı grup kendi kültürünü, kendi dilini, kendi bölgesini yönetme esasına dayanıyor. Bizim de söylediğimiz şey, aslında demokratik özerklik tam da budur; farklı etnisiteler, farklı bölgeler, kendi kültürünü, kendi dilini, bölgesinde kendi kendisini yönetmesini esas alan bir sistemdir.
Şimdi, neresinden bakarsanız bakın, bu ülkede 25-30 milyon Kürt yaşıyor ama daha öncesinde biyolojik varlığı dahi yok sayılan Kürtler hâlâ ana dilde eğitim yapamıyorlar. Hâlbuki, dünyada artık tüm dillerin yaşatılabilmesi için özel kültür programları uygulanıyor, diller ölmesin, kültürler ölmesin diye Avrupa Birliği nezdinde projeler geliştiriliyor.
Bugün içinde bulunduğumuz hafta Kürt Dili Bayramı Haftası'dır değerli arkadaşlar. 1932 yılında, Mir Celadet Bedirhan'ın Şam'da ilk kez Kürtçe alfabeyle Hawar dergisini çıkardığı gün olan 15 Mayıs tarihi Kürt Dili Bayramı olarak kutlanıyor. Bu haftayı da Kürt Dili Bayramı Haftası olarak ifade ediyoruz ancak maalesef bugün, yurttaşı olduğu 30 milyon civarında insan, hâlâ kendi dilinde eğitim yapamıyor, kendi diliyle konuştuğu veya kendi dilini kullanmak istediği için birçok baskıya, birçok gadre uğruyor. Daha iki gün önce, Uşak'ta, Kürtçe konuştukları gerekçesiyle işçiler linç edildi.
Şimdi, bu tekçi paradigma artık dikiş tutmamak üzere dağılmış durumdadır. Bu tekçi paradigma artık bu ülkede bizi bir arada tutmayacaktır. Artık bu tekçi paradigmanın yerine çoğulcu, farklılıkları kabul eden, farklılıkları kendi içerisinde bir zenginlik kabul eden bir anlayışı egemen kılmamız gerekiyor. Bu, son dönemde bölgede yaşadığımız çatışmaların da aslında temelinde yatan nedenleri oluşturuyor, bu tekçi paradigma. Bizim -dediğim gibi- çoğulcu bir paradigmayla, çoğulculukla farklılıklarımızı zenginliğimizin bir aracı olarak görüp bunu yeşertmemiz, bunu büyütmemiz gerekiyor. Farklılıklar, bölünme nedeni olarak gösterilmeye çalışılıyor ısrarla. Böyle değil değerli arkadaşlar; tam tersi, farklılıklarımız, bizim zenginliğimiz olarak öne çıkarıldığında birleştiren, kaynaştıran, farklı kültürleri daha da zenginleştiren bir anlayışa, bir toplumsal yapıya evriliriz.
Değerli arkadaşlar, bir diğer taraftan, Avrupa Birliğiyle her gün mülteciler üzerinden pazarlıklara girişiyoruz. Mülteciler üzerinden, işte "Veriyorsanız 3 milyar euroyu verin; vermiyorsanız siz yolunuza, ben yoluma." diye, her gün, aslında, yürütmenin başı olmayan Cumhurbaşkanı tarafından dış politikamıza ayar verilmeye çalışılıyor. Aslında, sıkışmış, içeride katliamlarla sıkışmış... Bugün biraz önceki hatip arkadaşım Birleşmiş Milletlerin verdiği kararı okudu. Kendi iç sıkışmışlığını aşmanın bir yolu olarak Avrupa'yla mülteciler üzerinden bir pazarlık geliştiriliyor.
Değerli arkadaşlar, bu pazarlık, ahlaki, insani, vicdani değildir. Biz, Suriyeli mültecileri sadece dış politikada bir araç olarak kullanmıyoruz, aynı zamanda ülke içerisinde de bir araç olarak kullanıyoruz. Kendimize muhalif gördüğümüz kesimler üzerinde, maalesef, bugün, bölgede Alevilerin içerisine, Kürtlerin içerisine bu mültecileri yerleştirmek suretiyle, muhaliflerimizin de demografik yapısını bozmaya ve onları da kendi iç hukukumuza göre, kendimize göre dizayn etmeye ve orada gelecekte belki bir üstünlük sağlamaya yönelik bir çaba var.
Avrupa Birliğiyle vizesiz girişle ilgili günlerdir burada çalışmalar yapıldı, yasalar çıkarılmaya çalışıldı ama değerli arkadaşlar, bu yasaların hiçbiri, maalesef, gerçekten, bu ülkenin çağdaş uygarlığa, Avrupa Birliğine girişi için yapılmış olan şeyler değil, tam tersi "yapılıyormuş" gibi yapmak ve kendimize göre dizayn etmek ve yine kendi bildiğimiz gibi, bunun üzerinden siyaset yapmak üzerine kuruluyor.
Bugün, aslında, fiilî olarak Hükûmet çökertilmiş durumda, fiilî olarak Bakanlar Kurulu çalışmaz durumda, fiilî olarak aslında AKP Hükûmeti, Türkiye'ye hükûmet etmemektedir. Başbakanın yetkileri sınırlandırılıyor. Şu anda, Türkiye, 4 Mayıstan bu yana, aslında Başbakansızdır. Türkiye, şu anda Başbakansız olarak, Meclis de bir bütün olarak, saraydan verilen emirler neticesinde, burada "çalışıyormuş" gibi, Meclisi de boşa çıkaran, anlamsızlaştıran ve gittikçe tek adam diktatöryasını egemen kılmaya yönelik bir iş ve işlem görüyor. Saraydan verilen emirlerle Meclis maalesef iş göremez hâle gelmiştir. Meclisin gündemi her gün, her an değişebilmektedir. Günlerdir siyasi etik yasasının geleceği söyleniyor ama gelmiyor bir türlü. Bugün sabahleyin geldiğimizde elektrik piyasası yasasının geleceği söylendi ama gelmedi. Çünkü gerçekten Meclis çalıştırılmak istenmiyor, Meclis burada devre dışı bırakılarak tek adam diktatöryasının egemen kılınması için "Meclis çalışmıyor." gibi bir algı Türkiye kamuoyuna yedirilmek isteniyor.
Değerli arkadaşlar, bu politika, maalesef, Türkiye'nin geldiği son noktadır. Türkiye tek adam diktatöryasına doğru hızlı adımlarla ilerliyor. Bunun önünde HDP engeldir, engel olmaya devam edecektir.
Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)