GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: CHP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:87
Tarih:10.05.2016

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, evet, 10 Ekimde, bizzat tanık olduğum, çok ciddi, büyük bir katliam yaşadık Ankara'da ve bu katliamdan... Aslında "yaşadık" değil, yaşatıldı bu katliam ve adım adım gelindi Ankara katliamına. Örneğin, ülkenin en barışık, en güler yüzlü insanlarının olduğu Hatay'da IŞİD militanları hastanelere doldurulup tedavi edilerek; yapılan bütün uyarılara rağmen dokunulmayan Dokumacılar gruplarıyla; daha sonra "Çocuğum IŞİD'e katıldı." diyen aileler dikkate alınmayarak; MİT tırlarını değil, bunları soruşturarak değil, bunları yazan gazetecilere açtığınız soruşturmalarla; binlerce insanı yerinden yurdundan eden ve daha sonra cesetleri denizlerde kıyılarımıza vuran, bununla bize bir vicdan yarası daha açtığınız, savaş sonrası rant üzerine kurulu Suriye politikalarınızla adım adım Ankara katliamına getirdiniz bizleri. Sadece katliam değil, aslında, daha sonrasında yaşattıklarınızdan da hukuki olarak da siyasi olarak da sorumlusunuz çünkü iktidardasınız ve iktidarda olanın sorumluluğu vardır. Devletin önleme yükümlülüğü vardır, pozitif sorumluluğu vardır ve hukukta da bunun karşılığı vardır. Bu nedenle, sadece bir tane Emniyet görevlisini görevden almakla bu sorumluluktan hiçbir şekilde kurtulamazsınız.

Katliamın sonrasında insanların üzerine gaz sıkıldı. Katliamın sonrasında ortada yeterli ambulans olmadığı için özel araçlarla hastanelere yaralılar taşındı. Katliamın sonrasında insanlar ikide bir patlayan lambaların altında, Ankara'da morgda, hastanenin önünde, ortalığa saçılmış cesetleri teşhis etmeye çalıştılar. Daha sonra 6 tane morg yeri yapıldı ve çadır içerisine alınarak burada daha -tırnak içerisinde- insani ortamda teşhisler yapılmaya çalışıldı. Ne bir psikolojik yardım vardı ne bir dayanışma vardı, sadece Kızılay bir çorba dağıttı, o kadar. Ama en güzel yapılan şey cenaze kaldırma işiydi, bu gerçekten çok iyi yapıldı.

Ankara katliamında 101 yurttaşımızı kaybettik, 500'den fazla kişi de patlamadan yaralı olarak kurtuldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, katliamı değerlendirirken suları daha da bulandırmak maksadıyla "terör kokteyli" sözünü icat etti ve gerçeklerden uzaklaştırmak, aslında gerçeğe işaret etmemek, "IŞİD" dememek için ortaya çıkarılan bir şeydi bu. Devletin en üst yetkililerinin bu ciddiyetsiz açıklamalarına rağmen gerçek saklanamadı. İlerleyen süreçte saldırılarla ilgili müfettişlerin hazırladığı ön inceleme raporu ve eklerinde ortaya büyük skandallar çıktı. Patlamadan yirmi beş gün önce IŞİD'in mitinglerde birden fazla canlı bombayla eylem yapacağına dair istihbarat alındığı, ancak bilginin mitingle ilgili önlem alan güvenlik şube müdürlüğüne iletilmediği ortaya çıktı. Raporda, o tarihteki emniyet müdürü, TEM, güvenlik ve istihbarat şube müdürlerinin de ihmal suçundan soruşturulması gerektiği belirtilmişti. Raporda yer alan "Adli soruşturma açılmasında kamu yararı vardır." görüşüne rağmen söz konusu personel hakkında valilik soruşturma izni vermemişti. Raporun eklerindeyse 1 Ocak 2015 ile 10 Ekim 2015 tarihleri arasında polis ve MİT'in canlı bomba saldırılarına ilişkin 62 ayrı istihbarat notu olduğu bilgisi yer aldı. Müfettişlerin hazırladığı tabloya göre, son istihbarat notunda 10 Ekim tarihinde canlı bomba "Yunus Alagöz"ün adı da yer alıyordu, Suruç bombacısının kardeşi. Bu istihbarat aslında 10 Ekim sabahı Emniyete iletilmiş ve Emniyet tarafından biliniyordu yani Ankara katliamının yapılacağı biliniyordu. Bu nedenle, hukuki olarak da siyasi olarak da sorumlusunuz.

Evet, hepimiz biliyoruz ki -Suruç, Reyhanlı, Diyarbakır, Sultanahmet, Ankara'da- birçok katliam yaşandı. Kimi hedef gösterelim istersiniz? On dört yıldır bu ülkeyi yönetiyorsunuz ve samimiyetle sormak isterim: Bu olanlardan, hukuken önleme yükümlülüğü olan bir idare olarak kim sorumludur? Adliyeleri, statları, camileri, sarayları koskocaman yapmayın; bırakın, adaleti, eşitliği, barışı, insanlığı büyütelim. Barış isterken ölen o insanlara karşı, devlet ve iktidar, sorumluluğunu başka türlü asla ama asla ödeyemez.

CHP'nin araştırma önergesine "evet" oyu vereceğimizi ifade etmek isteriz.

Ankara katliamı ve diğer katliamlardan sonra aslında bir başka olayı daha yaşıyoruz biz. Bu hafta Engelliler Haftası ve bütün bu katliamlarda maalesef çok sayıda engelli yurttaşımız da oldu; bu katliamlardan sonra engelli oldular onlar.

Ben, özellikle engelli nüfusu içinde azımsanamayacak oranda olan, öyle yüzdelerle ifade edilen engelli kadınlarla ilgili birkaç söz de söylemek istiyorum. Engelli kadınlar hem engelli hem de kadın olmaktan kaynaklı çifte ayrımcılığa maruz kalıyorlar ve temel hak ve özgürlükleri çoğu zaman ihlal ediliyor. Engelliliği yanı sıra kadın olmanın getirdiği ayrımcı tutumların ve kalıplaşmış yargıların baskısı altında olan kadınlar, toplumsal cinsiyet dayatmaları sonucu doğan cinsiyet eşitsizliği nedeniyle üzerlerinde daha ağır bir etki taşıyorlar. Eğitim çağına geldiklerinde engelli kadınlar ya hiç eğitim alamıyorlar ya da çok kısa bir süre sonra eğitimden uzaklaştırılıyorlar, istihdam, sağlık gibi en temel insan haklarından ise yeterince yararlanamıyorlar. Engelli kadınlar aynı zamanda ciddi biçimde şiddete maruz kalıyorlar ve bu kadınların şiddete maruz kaldıklarına dair bir saha çalışması dahi yok. Dünya Sağlık Örgütünün verilerine göre dünya genelinde her 3 kadından 1'i hayatında en az 1 kere şiddete maruz kalıyor. Türkiye'de her 5 kadından 2'sinin fiziksel şiddet mağduru olduğunu gösteriyor bu durum. Görüldüğü gibi gerek WHO gerekse ülkemizdeki ilgili kurumların engelli kadınlara uygulanan şiddetle ilgili herhangi bir istatistikleri, verileri yok. Engelli kadınlar şiddet ortamını terk edemiyorlar. Çünkü özellikle sığınaklar onlara erişilebilirlik sağlamıyor ve engelli kadınların, zaten engelli olmayan kadınların dahi ulaşmasının çok güç olduğu sığınaklara erişmesi neredeyse mümkün değil. İhbar hatları ise duyabilen, işitebilen, konuşabilen insanlara göre ayarlanmış. Oysa bir mesajla aslında bu ihbarın engelliler tarafından şiddete maruz kaldığının iletilmesi çok mümkün ve bu çok da yapılması karmaşık bir şey değil. Evet, ancak uzun vadeli önlem ve planlamalarla engelli kadınların yaşadıkları şiddet ve buna ilişkin önlemler alınabilir, gelişmeler sağlanabilir diye düşünüyoruz.

Ben, hayatımıza, aslında birçok kadının hayatına çok ciddi etkiler bırakmış bir engelli kadından bahsederek sözlerimi bitirmek istiyorum: Ressam Frida Kahlo. Frida Kahlo'yla ilgili, Meksikalı yazar Carlos Fuentes onu ilk gördüğü anı söyleyerek şöyle diyor: "Frida Kahlo, asırlar boyu kıskançlıkla saklanmış eski mücevherlerini sefaletten koruyup sadece hasat şenliklerinde sergileyen Meksikalı köylü kadınlara has şaşırtıcı şatafatıyla, kurumuş bacağı, sakatlanmış ayağı ve ortopedik korselerini işkence edilmiş bedeninde saklayan kırık bir Kleopatra'ydı. Onu göğe taşıyan saç süsleri, orada hazır bulunanların hepsine, hepimize onun sonsuz çeşitlilikteki kadınlığını ne acının soldurabileceğini ne hastalığın buruklaştırabileceğini söylüyordu. Meksika Devrimi'nde dökülen kan ancak Hitler ve Stalin'in emrini verdiği infazlarla kıyaslanır. Omurgasını güçlendirebilmek için çırılçıplak vaziyette başını askıya aldılar ama..."

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - Sözlerimi tamamlayabilir miyim?

BAŞKAN - Sayın Kerestecioğlu, bir dakika ek süre veriyorum, pozitif ayrımcılık yapıyorum.

Buyurunuz tamamlayınız.

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - Teşekkür ederim.

"...Frida Kahlo, ölüm usul usul yaklaşırken bile o tören giysileri içinde yatağında yatmaya ve resim yapmaya devam etti. 'Hasta değilim.' diye yazacaktı, 'Kırığım ama resim çizebiliyor olarak yaşamaktan mutluyum..."

Evet, umut hiçbir koşulda bitmeyecek bir şeydir ne Ankara katliamında kaybettiklerimizin aileleri ne sakat kalarak kurtulan yoldaşlarımız ne de engelli vatandaşlarımız için. Bize verilmeyen ister sosyal güvence ve eşit haklar isterse barış olsun, onu bizler alacağız.

Bu inançla hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlarım. (HDP sıralarından alkışlar)