| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti ile Avrupa Birliği Arasında İzinsiz İkamet Eden Kişilerin Geri Kabulüne İlişkin Anlaşma ile Oluşturulan Ortak Geri Kabul Komitesinin 2/2016 Sayılı Kararının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 84 |
| Tarih: | 03.05.2016 |
HDP GRUBU ADINA ERDAL ATAŞ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; diğer yasa tasarılarında olduğu gibi maalesef bu yasa tasarısıyla da ülkemizin temel sorunlarının çözümüne yönelik bir çalışma yürütmek yerine ülkemizin sorunlarına bir sorun daha eklenmiş durumdadır.
İki yönlü içeriğe sahip olan bu yasa tasarısının bir yanını vize serbestisi oluştururken asıl ve gizlenen yan olarak ikinci yanını mülteci meselesi oluşturmaktadır. Avrupa Birliği ve dünyanın çözemediği bir sorun Türkiye halklarının omzuna yüklenmiş durumdadır. Hükûmet ve Başbakan Kayseri pazarlığıyla bu meseleyi çözdüklerini, önemli oranda bu meseleden kârlı çıktılarını ifade etseler de 30 tane Avrupa ülkesinin baş edemediği bir sorunu, 3 milyar dolara ya da 6 milyar dolara Türkiye halklarının, Türkiye kuzey kürdistan halklarının omzuna yükleyen Hükûmetin, aslında bu meselenin farkında olmadığını açık bir şekilde bir kez daha görmüş oluyoruz. Çünkü Kayserililerin eğitim aldığı yer yani o pazarlığı öğrendikleri yer, Avrupa kapitalistlerinin bizzat kendisidir. Bunların, asla 1'e 10, 1'e 100 elde etmedikleri müddetçe hiçbir şekilde 3-5 milyara ya da vize serbestisi üzerinden bu meseleyi kabul etmeyecekleri açık olarak bilinmelidir.
Hükûmet de sürekli "Vize serbestisi olacak, gideceksiniz gezeceksiniz. Bu mesele çözüldü." biçiminde ifade etse de yüzlerce mesele Türkiye'nin omzuna yüklenmiş durumdadır. Bu meselede de kabul edilip edilmeyeceği belli olmayan bir vize muamması da gündem içerisinde dolaşıp durmaktadır.
Öncelikle şunu ifade edeyim: Biz HDP olarak kesinlikle vize serbestisine karşı falan değiliz. Biz, tam tersine, sınırların kaldırılmasından yanayız, insanların seyahat özgürlüğünden yanayız, engellerin kaldırılmasından yanayız, pasaporta karşıyız. Bütün bunların tümünün kaldırılmasından yanayız. Karşı çıktığımız nokta, vize serbestisi üzerinden dünyanın en büyük sorunlarından bir tanesinin Türkiye kuzey kürdistan halklarının sırtına yüklenmesi meselesidir.
Vize konularını her ülkeyle elbette görüşebiliriz, bunun bir şeyi yok bizim açımızdan. Tam tersine, bu ülkenin bütün hükûmetleri ve bütün bürokratik kesiminin bunu görüşmesi ve bütün bu meseleleri çözmesi gerekiyor. Bizim onlarla aramızdaki vize sorununu ortadan kaldırabilecek nedenler neyse bunları tek tek ele alarak çözmemiz gerekiyor. Ama burada Hükûmetin uyanıklıkla aslında halkların sırtına yüklemiş olduğu mesele kesinlikle vize serbestisi değil, dediğim gibi, mülteci yükünün Türkiye'deki halkların üzerine yıkılması meselesidir.
Vize serbestisine yönelik getirilen planda da şöyle bir durum var: Yani bunun sonunda Avrupa ülkelerinin bu ortaya konulmuş olan yasayı kabul edip etmeyecekleri de pozitif bir oylamayla, puanlamayla ancak sonuçlanıyor. Yani mülteci meselesi, belki de 100 milyarları bulabilecek bir mülteci meselesi Türkiye'deki halkların sırtına yüklenirken vize serbestisinin de serbest hâle getirilip getirilmeyeceği maalesef hâlâ belli değil.
HDP olarak mülteci kabulüne de karşı değiliz ama dediğimiz gibi, 30 tane ülkenin tek başına yıllardır baş edemediği bir sorunu bu ülke halklarının sırtına yükleme meselesine biz karşıyız. Hükûmet insan hakları kurumlarıyla görüşmemiş, meslek örgütleriyle görüşmemiş, hiçbir şekilde sağlık, eğitim ve benzeri örgütlenmelere yönelik bunlara danışmamış, siyasal partilerle bir değerlendirme gerçekleştirmemiş yani bunun bizim ülkemize getirileri götürüleri üzerine hiçbir değerlendirme yapmadan kendilerine talimat olarak verilen bu meseleyi kabul etmiş, kendisi de buradan çıkacak olan bu yasa üzerinden yani mültecilerin kabulü üzerinden Avrupa'nın burada yapılan hukuksuzluklara sessiz kalmasını, bir şekilde bu meseleyi örtbas etmesini sağlamaya çalışmaktadır.
Mülteci politikası öyle iyi niyetle aşılabilecek bir mesele değil. "3 milyon geldi onları kucakladık, 2 milyon geldi bunları sahiplendik." meselesiyle çözülebilecek, bir günlük iki günlük bir mesele değil. Bu, onlarca yılı alabilecek ve o kabul eden ülkenin altyapısı buna uygun değilse büyük tahribatları beraberinde getirecek, yaratacak olan bir sorundur ve bütün hepimizin ortak sorunudur.
Bizim ülkemizde ne yasalar ne toplum ne ekonomik altyapı ne demokratik haklar ne Hükûmet, hiçbir tanesi buna hazır değil ama dediğim gibi, Hükûmet bu meselede, belli siyasal kazanımlar sağlamak için başkanlık sistemini geçirme üzerinden bu ülkede yapmış olduğu hukuksuzlukları gizlemek, AB ve diğer kesimlerin buna göz yummasını sağlamak için bu politikayı kabul etmiş durumdadır.
Biz HDP olarak, dediğim gibi, ne vizeye ne de bu noktada mülteci kabulüne karşı değiliz. Biz, işte bu politikalar üzerinden, hazırlıksız bir şekilde hem mültecilerin yaşamını mahvedecek hem de bu ülke halklarının sırtına yüklenebilecek büyük bir sorunun karşısında mücadele yürütüyoruz. Bu öyle bir sorun ki yani şöyle düşünün: 3 milyon insanı hesapladığımızda bile 18 tane ile, 200'e yakın ilçe ve beldeye, 10 bin tane köy nüfusuna denk geliyor. Yani birçok ilçenin bir ton sorunu varken, biz bunların hiçbir sorununu çözmezken, onların insani haklarını dahi bir şekilde kabul etmezken 3 milyon insanı getirerek burada hapishanelerde, işte, 3-5 milyara onları tutuklu bir şekilde tutup, bir biçimde, bu ülkede "Biz mültecileri çok seviyoruz, onlara kucağımızı açmışız." durumunda halkları bir şekilde kandırma siyasetiyle politika üretilmektedir, sürdürülmektedir.
On yıl sonra bu 10 milyona çıktığında -ki bu politika sona ermeyecek- Suriye'deki sorun çözüldüğünde de bu mesele sona ermeyecek. Bundan sonraki süreçte bu mesele giderek derinleşip milyonlarca insanın akın ettiği, Avrupa'nın politikalarıyla buraya yığıldığı bir sorun hâline dönüştürülecek. Avrupa eskiden Yunanistan, Bulgaristan, Portekiz, İspanya gibi yerlerde tutuyordu bu insanları, bu mültecileri. Bir biçimde bunu şimdi Avrupa sınırlarının dışına iterek mevcut sorunu kendi üstünden atmış durumdadır.
Bu insanların, iş alanı, eğitim, sağlık, konut, kültürel sorunları ve benzerlerinin tümü de dâhil olmak üzere, demografik yapıya ilişkin meseleler de dâhil olmak üzere, önemli oranda çözülmediği takdirde büyük sorunlar getirebilecek bir sorun olarak önümüzde duruyor.
Mülteci sorununun çözümü belli kriterlere bağlıdır yani böyle kritersiz bir sorun değil. Bunun, belli temel altyapısının olması gerekiyor. Birincisi, öncelikle, bu mülteci sorununu ortaya çıkaran savaş ve ekonomik yoksulluğun ortadan kaldırılması lazım. İkincisi, buna sebep olan, bir biçimde bu politikaları açığa çıkaran bütün bu ülkelerin tümü de dâhil olmak üzere, dünyanın tümünün bu meseleye ortak edilmesi gerekiyor. Üçüncüsü, kabul eden ülkenin, eğer bu bizim ülkemizse bu kabul eden ülkenin demokratik altyapısının, ekonomisinin, sosyal altyapısının bu ülkedeki haklarının, gelen ülkeden yani mülteci gelen ülkeden ileri olması gerekiyor. Eğer bunlar çözülmemişse, dördüncüsü olan, yani buna uygun uluslararası alanda insan haklarına uygun olan yasalarla birlikte garanti altına alınmış olan bir mülteci politikasının yaratılması gerekiyor. Bizim ülkemizde bu var mı? Maalesef, bizim ülkemiz, mülteci sorununu çözebilmenin yanında, küçük bir şey olarak bile geçmek bir tarafa dursun, bunların sorunlarını 3-4 kat artırabilecek bir politikaya sahip durumdadır. Savaş politikasının tümü, bizzat bu Hükûmet tarafından destekleniyor yani Suriyelilerin, 3 milyonun buraya gelmesini sağlayan politikanın altında bu Hükûmetin asıl olarak sorumluluğu söz konusudur. Oradaki bütün örgütler destekleniyor; oradaki sorunun çözümüne yönelik atılmış olan bütün adımların hepsi engelleniyor; oradaki, Suriye'deki demokratik güçlerin, bir biçimde kendi mevzilerini, kendi ülkelerini, kendi topraklarını koruması dahi terör saldırısı biçimiyle tehditler altında, oradaki, ülkedeki insanlar bir şekilde işgal ve benzerleriyle tehdit edilmeye çalışılıyor. Sürdürülen bu politikada, desteklenen bu örgütler üzerinde, oradaki karışıklık 2 kat artıyor ve böylece mültecilerin büyük çoğunluğunu oluşturan Suriyelilerin de bu ülkeye gelmesi devlet tarafından sağlanmış oluyor.
AB'nin bu politikaya yani bir şekilde bu meselelere sessiz kalması ve teslim olması da tamamen Türkiye'de bu politikanın tümünü buraya yıkma meselesinden ileri geliyor. Yani başkanlık sistemi, bu Kürt kentlerinde yapılan bütün bu meseleler, bu antidemokratik uygulamalar, bu katliamlar, bu saldırıların tümüne göz yumulması tam da bu politikanın geçirilmesinden kaynaklıdır. Bu yüzden oranın başkanları gelerek burada anlaşmalara imza atıp buradaki hapishaneleri yani mültecilere ilişkin yapılmış olan "kamp" denen hapishaneleri açarak gidiyorlar.
Yine, Türkiye'nin, dikkat edilirse, bütün bu mevcut meselelerin tümünde sorumluluğunun olduğu buradaki üslerin, savaş üslerinin -Libya'da, Irak'ta, Suriye'de, diğer bütün alanlarda- kullanılması da savaş noktasında Hükûmetin politikası aslında hiç de Orta Doğu'da yani bu göçü yaratacak olan kesimlerin sorunlarını çözme değil; tam tersine, hem ekonomik olarak oraları darbelemeye, oraları zayıflatmaya, hem de orada büyük göçlerin bu tarafa gelmesini sağlamaya çalışıyorlar.
HASAN BASRİ KURT (Samsun) - Kobani'den kaç kişi girdi, haberin var mı?
ERDAL ATAŞ (Devamla) - Sebep olanları dâhil etme meselesinde de bir şey yok. Yani Avrupa, Amerika, Rusya, hepsi orada bir rol oynuyor, hepsi orada bir şekilde bu saldırılarla bu meseleyi gündeme getiriyor, yoksulluğu ve savaşı ortaya çıkarıyor ama maalesef bizim ülkedeki Hükûmet o ülkelerin sorumluluklarını bu meselenin içerisine katmak yerine, tersine, bu meselenin içerisinden onları çıkarıyor, bir tarafa itiyor, diyor "Siz bana 3-5 milyar verin, ben bu insanları bir şekilde burada hapishanelerle, farklı politikalarla tutar, bu meseleyi çözerim."
Bu mesele öyle büyük bir sorundur ki Avrupa'da, dediğim gibi, 30 ülke bu meseleyle baş edemedi, edemiyor yani. Çünkü dünyanın her tarafında savaş var ve bu savaş sonucunda milyonlarca insan kendi yerlerinden yurtlarından ediliyor, ekonomik yoksullukla kendi ülkelerinden koparak geliyor. Hükûmetin bir an önce bu meselenin ortağı olan kesimlerle bu politikayı yürütmesi lazım ve bu anlaşmayı reddetmesi gerekiyor.
Ülkemizdeki yasalar açısından da bu mesele problemli. Yani düşünün ki mülteciler insan, onlar buraya gelecekler ve belli haklar talep edecekler. Bu insanların yaşamaya, konut ve diğer meselelere de hakları söz konusu. Ama bizim ülkemizdeki haklara bakın, yani bunların tümü o gelen insanlara yeniden bir zulüm yaşatmanın zemininin tümünü taşıyor. Ekonomik bölüşüm öyle bir derecededir ki yüzde 1'lik kesim yüzde 90 ekonomiyi cebine indiriyor, bu ülkenin halklarının sadece yüzde 10'u bu ekonomiden pay alıyor. Gelen insanlara yönelik yani bu ülkenin halklarına yönelik bile sadece yüzde 1 dahi sosyal pay ayırmayan bu Hükûmetin gelen mültecilere ne ayıracağını artık siz düşünün. Geçen burada bir hatip Avrupalıların sadece Suriyelilere bir yıl içerisinde -ki öyle 3-5 milyon da değil- 600, 700 bin nüfus için harcadıkları miktarın 25 milyar olduğunu ifade etti. Bugün sadece 6 milyara 3 milyon insan... Ki bunun devamı da gelecek yani Suriye meselesi bittiğinde şey olmuyor ki; Afganistan'dan tutalım da dünyanın neresinden olursa olsun Avrupa'ya giden bu insanların hepsini Türkiye'ye sürme planı yapılıyor, Hükûmet de bu meseleyi kabul ediyor.
Sadece bu noktada da değil yani şöyle de düşünün: Diller yasaklı değil mi bu ülkede? Gelen insanların kendi dillerini konuşması peşinen yasak. Ya, Kürtler daha dillerini konuşamıyor, ana dilinde eğitim yapamıyor. Gelen insanlara bunlar sağlanacak mı? Hayır. İnançlar yasaklı yani ben sadece Kürtler, Araplar, diğer hepsi için söylüyorum, inançlar noktasında da bu yasaklar devam ediyor. Aleviler, Ezidiler, Hristiyanlar, diğerleri; bunlarla ilgili bütün bu problemler varken gelen mültecilerin burada inanç sorunlarını çözmesi nasıl sağlanabilecek? Asla sağlanamayacak. Zaten Hükûmetin de bu meselede politikası bellidir. Bunları "hapishane" denilen o kampların içerisine sokarak onlar üzerinden para kazanmaya çalışacak ve yapılan bütün insanlık dışı uygulamalar -ki şimdiye kadar Af Örgütü de dâhil bütün hepsi bunları ifade ettiler- bütün bu hukuksuzluklar içerisinde bu meseleyi sürdürerek aslında Avrupa'nın dayatmış olduğu politikayı da peşinen kabul etmiş oluyor.
Kadınlar ve çocukların çoğunluğunu oluşturduğu bu mültecilerle ilgili bizim coğrafyamızdaki sorunlara bakın yani istismarlara bakın, çocuklara yönelik yapılan haksızlıklara bakın, yine, kadınlara yönelik uygulanan şiddet ve diğer meselelere bakın, fuhşa, tacize, tecavüze bakın. Yani bütün bu meselelerin olduğu, cinsel şiddet de dâhil olmak üzere bütün bu sorunların devam ettiği bir koşulda gelen bu 3 milyon da dâhil... Ki on yılda bunu 10 milyona çıkaracak, Avrupa asla bundan vazgeçmeyecek. Kayserilileri eğitenlerin... Ki ben Kayserililerle ilgili şey yapmıyorum, iyi pazarlık yapıyor olabilirler ama maalesef Hükûmet bu meseleden öğrenememiştir ve bu sorunun içerisinde Avrupa'nın... On yıllar sürebilecek bir sorun, trilyonlarca para yani bu halkın parası gidecek. Mültecilerin de mağdur edildiği, halkın da mağdur edildiği bu sorun Türkiye halklarının sırtına yüklenmiş oluyor. Yani bu tekçi zihniyet, bu ırkçı anlayış, bu demokrasi düşmanlığı, bu eksikliklerin tümünün sürdüğü bir coğrafyada bunları çözmek yerine, yeni bir sorunun getirilip bu ülkenin sırtına yüklenmesi asla kabul edilir değildir.
Dediğim gibi, sadece bugün dahi 18 tane ile, 200 tane ilçe ve beldeye, 10 bin tane köye denk gelen bir nüfus şu an bizim ülkemizdedir. Yani bizim ülkemizdeki illerin ve diğer bütün kesimlerin sorunları belli. Biz bu meselede tabii ki mülteci kabul edeceğiz ama bu ülkenin altyapısının kaldırabileceği kadarını kabul etmemiz lazım. Kalanını Avrupa'nın, Amerika'nın, Rusya'nın, diğer bütün dünya ülkelerinin sahiplenmesi gerekiyor. Dünyada nasıl bu yoksulluk yaratılmışsa, nasıl bu savaşlar yaratılıyorsa bunun yükünü de hepsinin taşıması gerekiyor. Bu ülkedeki Hükûmetin bunu zorlaması gerekiyor ama tersi bir politika uygulanıyor.
Eğitim açısından da böyle, diğer meseleler de böyle.
Eğer bu yapılmazsa ortaya ne çıkacak? Açık olarak ifade edeyim: Birincisi, AB'nin kendi hukuksuzluklarına göz yumması, AB de büyük bir yükü bize gol atmayla bir şekilde bertaraf etmesiyle birlikte, sessiz bir şekilde gidilen bu meselede açık olarak Hükûmetin yapmak istediği mesele şudur: Birincisi, kamplar oluşturarak buranın üzerinden kâr sağlamaya çalışıyor. Hiçbir kâr elde edemeyeceğiz, daha büyük zararlar göreceğiz. İkincisi, demografik yapıya yönelik bir politika yürütülüyor. Yani düşünün ki 2 bin kişilik bir tane yere -hangi inançtan olursa olsun, Aleviler bu meselede bir tepki gösteriyor, isterse Sünni olsun, isterse Hristiyan, isterse başka- sen 30 bin tane farklı kültürden insan getirip yığdığında otomatik olarak oranın kültürü, altyapısı, diğer meseleleri de tahrip olacak. Yani Hükûmetin bu meseleleri görmesi, buna yönelik önlem alması gerekirken 2 bin kişilik yerlere götürüyor, Alevilerin bulunduğu yerlerde yani birçok kaygının bulunduğu, geçmişten bu yana katliamların yaşandığı yerlere götürüyor 30 bin kişilik insanı yerleştiriyor, oradaki bütün demografik yapı da, ekonomik altyapı da, kültürel yapı da tahrip olmuş oluyor.
HASAN BASRİ KURT (Samsun) - Senin aklın fesat, aklın.
ERDAL ATAŞ (Devamla) - Bu meselelerde de böyle. Bu meselede eğer önlem alınmazsa bu ülkedeki eğitim kampları örgütlerin eğitim kamplarına dönüşecek yani IŞİD ve benzeri örgütler bu kampları kendi ellerine geçirerek buralarda militan devşirmenin yollarına bakacaklar.
Ucuz iş gücü önemli bir tehlikedir. Bakın, bu ülkenin ekonomisini çökertecek en büyük şeylerden bir tanesi hem emekçileri tehdit ediyor hem de bu meselede bütün diğer kesimlere zarar veren ucuz iş gücü üzerinden hem mülteciler mağdur olacak hem de bu ülkenin emekçileri yoksullaşarak birbirleriyle karşı karşıya getirilecekler.
Devlet bu politikalardan vazgeçmediği müddetçe, sadece bu dediğim sorunlar değil yani elini savaştan çekmezse, bu meseleyi yaratanları bu soruna ortak etmezse, yine aynı şekilde demokratik bir altyapı oluşturup gerçekten alabileceği kadar mülteci alıp onlara insanca davranmazsa yani bu kamplara... Kamp dediğin nedir? Kamp dediğin şeydir işte, açık cezaevi. Dünya üzerinde kampın karşılığı böyle konutların, sitelerin olduğu şeyler değil ki; bunlar açık cezaevleridir, başka bir şey değil. Bir de doğru bir mülteci politikası yaratılmadığı müddetçe birkaç yıl sonra bu ülkede ne meydana gelecek? Avrupa'da geldiği gibi burada ne meydana gelecek onu ifade edeyim: Birincisi; yoğun bir fuhuş, uyuşturucu, yine buna bağlı olarak hırsızlık, kriminal meselelerin derinleşmesi gibi büyük sorunlar, şiddet ve benzerleri gündeme gelecek. İkincisi; bunlara yönelik ucuz iş gücünden kaynaklı yoğun bir ekonomik darbe ve bunun üzerinden yaşanan yoksulluklar meydana gelecek. Irkçılık ve ayrımcılık artacak çünkü işçi ve emekçiler bu politikayı anlayamadıklarında ister istemez onlara... Eğitimsizlik, geleceksizlik, yoksulluk bu ülkeyi bekliyor, hem mültecileri hem de bizim halklarımızı bekliyor. Bu noktada, hemen yani bu Hükûmetin bu meseleden vazgeçerek, dediğim gibi bu sorunu yaratanlarla birlikte bu meseleyi sürdürmesi gerekiyor.
Mülteciler de insandır; onların konut, seçme seçilme hakkı, bu ülkede demokratik yapıya katılma, yine aynı şekilde sağlık, eğitim, ulaşım, bütün haklarının da sağlanması ancak bizim ülkemizin payına düşebilecek bölümü sahiplenmeyle mümkün olabilir.
Saygılar sunuyorum, teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)