GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: HDP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:82
Tarih:27.04.2016

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Ergenekon davası konusunda Meclis araştırma önergemize geçmeden önce, üç gün önce yaşanan ve bugün öğrendiğimiz bir meseleyi kısaca paylaşmak istiyoruz.

Doğrusu, biz burada bu tartışmaları yaparken hayat Türkiye'nin farklı illerinde çok ağır bir şekilde seyrediyor ve buradaki tartışmaların yerele, illere, bölgelere yansıması bazen ölüm, bazen bıçaklı saldırılar, bazen cinayetler olabiliyor. Uşak'ta üç gün önce iki işçi, Ufuk Çelik ve Eren Sönmez -biri Şırnaklı, biri Siirtli iki yurttaş- gece dolaşırken birisi -Eren sanırım- telefonda annesiyle Kürtçe konuşuyor ve o sırada oradan geçen biri "Siz Türkçe dışında bir dille konuşamazsınız, burası Türkiye." diyerek müdahalede bulunuyor. Söz konusu şahıs Ufuk da "Ben istediğim dilde konuşurum, bu benim ana dilim, siz müdahale edemezsiniz." diyor ve bunun üzerine bıçaklı bir saldırıya uğruyorlar ikisi. Şu anda ikisi de -Ufuk Çelik ve Eren Sönmez- Uşak'ta yoğun bakımda ve ikisinin de hayati tehlikesi devam ediyor sadece telefonda Kürtçe konuştukları için. Başhekim ile ilgili emniyet müdürlüğüyle görüşme yaptım acaba yakalandılar mı, tutuklandılar mı diye, maalesef her iki failin bugün adli kontrolle serbest bırakıldığını öğrendik. Yani, bu işte açıkçası yargının tutumu da, kolluğun tutumu da, siyasetin tutumu da bu tip ırkçı, faşizan yaklaşımları ödüllendirmek şeklinde oluyor. Bu işin peşini hiçbirimiz bırakmamalıyız. Hiç kimse kullandığı ana dilinden dolayı öldüresiye bir yaralamaya maruz kalmamalı ve şu anda Ufuk Çelik'in de Eren Sönmez'in de başhekimlikten aldığım bilgiye göre, hayati tehlikeleri devam ediyor. Umarız en kısa zamanda sağlıklarına kavuşurlar.

Değerli arkadaşlar, Ergenekon davası Türkiye tarihinde önemli dönemeçlerden birini teşkil etti. Gerçekten siyasetin yargı üzerindeki vesayetini, direktiflerinin nasıl karşılık bulduğunu ve bu direktiflerin tersine dönmesi hâlinde aklama kararlarının da nasıl bir hızla verildiğini çok açık bir şekilde gözlerimizin önüne bir kez daha serdi. Dönemin Başbakanı, şimdiki Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Ergenekon davası ve ardılı diğer davalarla ilgili konuşmaları bugün gibi hafızalarımızda yerini koruyor. Bu davanın savcısıydı, evet, bu davanın açılması için ciddi konuşmalar yaptı, cemaatle o dönem yaptıkları iş birliği sözde vesayeti, darbecileri, iktidara karşı olan darbe girişimlerini cezalandırmak amacıyla Ergenekon davasını açtırdı.

Ergenekon davası 12 Haziran 2007 tarihinde İstanbul'un Ümraniye ilçesinde, Çakmak Mahallesi'nde, iddiaya göre bazı el bombalarının, 27 tane TNT kalıplarının bulunmasıyla başlatıldı. Fakat davanın ayrıntısından önce Yargıtay kararıyla birlikte bu sorunun tekrar ne kadar önemli olduğunu bir kez daha Türkiye kamuoyunun gözleri önüne sermek istedik ve bu davanın ve diğer davaların siyasi arka planının, anlaşmaların, iktidar kavgasının ve iktidar bölüşümünün bu davalara nasıl yansıdığının gerçekten çok önemli olduğunu ve bu konuda Türkiye Büyük Millet Meclisinin mutlaka bir araştırma yapması gerektiğini gündeme getirmek amacıyla araştırma önergemizi sunduk.

Gerçekten "Derin devleti ve vesayeti ortadan kaldıracağız." iddiaları vardı, fakat bu iddiada bulunanlar aklama görevini gördüler, şu anda bu aklama faaliyetini hızla devam ettiriyorlar. O dönem tutuklananlar şimdi dışarıda fakat onları tutuklayanlar cezaevine konuldu. Rüzgâra göre, rüzgârın estiği yöne göre yargılamalar ve tutukluların kimlikleri değişebiliyor Türkiye'de. Siyaset ne emrederse emirleriyle hemen yargı hizaya giriyor maalesef.

Şimdi, bu Ergenekon kararı, Türkiye'nin, Yargıtayın kararı şüphesiz hukuken -zamanım olsa onlara da gireceğim- kesinlikle yerinde bir karar değil demiyorum, usul açısından Yargıtayın kararı kesinlikle isabetlidir. Söylediği gerekçeler nedir? Yani hukuk açısından sadece bakacak olursak diyor ki: "Avukatların bürolarının aranması, usulsüz dinlemeler, savunma hakkının kısıtlanması, dijital imzaların arama mahallinde alınmaması, kopyasının sanığa verilmemesi, yine davaların birleştirilmesi, yargılamaların uzatılması..." Buna ilişkin birçok usuli eksiklik sıralanmış ve Yargıtay bunları bozma gerekçesi yapmış. Peki, Yargıtayın burada belirttiği bozma gerekçeleri şu anda Türkiye'de binlerce dava dosyasında uygulanmıyor mu? Uygulanıyor. Birçok dava dosyasında usulsüz telefon dinlemeleri, yine aramalar, yine avukatların savunma hakkının kısıtlanması, sanıkların savunma hakkının kısıtlanması, hızlı yargılamalar, davaların birleştirilmesi devam ediyor. Ergenekon davasında verilen bu hukuki kararın en azından usul açısındaki eleştirilerin, Yargıtay kararının bütün davalara uygulanması gerekiyor. Ama tabii Ergenekon davasında bir iktidar savaşı vardı. Yani iktidar savaşına yargı ve hukuk alet edilmişti. Asıl mesele orada.

Biz, Ergenekon davaları açıldığında da söyledik. Birkaç boyutu var. Bir boyutu, tabii ki mağduriyetler, çok büyük mağduriyetler yaşatıldı; insanlar suçlu-suçsuz, iddiaların vasfına, niteliğine bakılmadan birçok kişi torba olarak o davalara konuldu, sonra bunlar ayıklanırken daha büyük mağduriyetler oluşturuldu. Bu doğru ve şu anda Yargıtay kararıyla, bu cadı avına dönüşen operasyonlar bir nebze de olsa durdurulmuş olabilir ama bu mağduriyetler davanın esasını gözümüzden asla kaçırmamalı. Nedir o esas? Bir kere, burada, kim "Şu anda Türkiye'de bir derin devlet yoktur." diyebilir? Kim, 1990'lı yıllarda kontrgerilla faaliyetleri ve on binlerce insanın faili meçhul cinayetlere gitmesinin doğrudan derin devletle ilişkilenmelerle, Ergenekon ve benzeri yapılanmalardan bağımsız olduğunu iddia edebilir. Bir kere, burada toplumun bütün o hukuksuzluklara rağmen, o siyasi hesaplaşma dışında bunları öğrenmeye hakkı vardır. Gerçekten bu beklenti, yani davalarda ciddi mağduriyetlerin ortadan kaldırılması olumlu olmakla birlikte, fakat toplumun hukuk ve adalet beklentisi siyasi çekişmelere araç edilmiştir ve bu çok korkunçtur Türkiye toplumu açısından. Hakikatler açığa çıkarılmadı bu davalarda. Geçmişle yüzleşmeye olanak verecek yargılamada argümanlar kullanılmadı ve kullanılmasına da izin verilmedi.

Neydi? Gerçekten Ergenekon davasında ve diğer davalarda yargılananların dava dosyalarında, 90'lı yıllarda işlenen insanlığa karşı suçlar dava konusu yapılmadı. Ben isim isim o davada yargılanan bazı sanıkların -kişilik hakları sebebiyle isim vermek istemiyorum yoksa hepsini çok iyi biliyorum- onlarca cinayetten sorumlu olduğunu biliyorum. Şırnak'ta, Diyarbakır'da, Siirt'te, Cizre'de, Mardin'de, Nusaybin'de o dönemdeki askerî statüde konumlanmalarda olan kişilerin işledikleri cinayetler o dava dosyasına bütün çabalarımıza rağmen dâhil edilmedi. Aslında işin esası buydu. İktidar partisi kendisine karşı oluşan fiilleri önlemeye çalıştı, engellemeye çalıştı. Sorun, gerçekten onların işledikleri suçlar değildi, onların işledikleri suçların açığa çıkması değildi.

"Levent Ersöz" ismini sadece vereceğim, bilindiği için veriyorum, Serdar Tanış ve Ebubekir Deniz kaybettirildiğinde Silopi'de, Jandarma Alay Komutanıydı ve 2 kişi kaçırıldıktan sonra hâlâ akıbetleri bilinmiyor. Ama ona tek bir soru sorulmadı bu konuda. "O dönemde, görev yaptığın sırada bunlar nereye gitti, nasıl kayboldu?", onun buna ilişkin sorumluluğu tartışılmadı bile. Buna ilişkin binlerce ölüm örneği, cinayet örneği, faili meçhul örnek verebilirim.

Yani özcesi şunu demeye çalışıyoruz: Ergenekon davaları bir siyasi rüzgârdı, Hükûmet kendi lehine çevirmek istedi. Şimdi anlaştığı için Ergenekon'la başka bir yöne evrildi bu iktidar paylaşımı ama sorun Kürtler olunca, Kürt halkı olunca, Kürtlere karşı işlenen suçlar olunca iktidarı da, maalesef muhalefeti de diğer Ergenekon ve benzeri yapılanmalarda ortaklaşıyorlar, aynı kararda buluşuyorlar; Ergenekon davaları bir kez daha bunu ortaya koymuştur.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)