GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Kolluk Gözetim Komisyonu Kurulması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:81
Tarih:26.04.2016

HDP GRUBU ADINA OSMAN BAYDEMİR (Şanlıurfa) - Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Saygıdeğer milletvekilleri, 277 sıra sayılı Kolluk Gözetim Komisyonu Kurulması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı'yla ilgili, grubum adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi bu vesileyle selamlıyorum.

Doğrusunu ifade etmek gerekirse bir kez daha gecenin grubum adına son konuşmasını yapmak bana nasip oldu, tevafuk etti diyelim. Gecenin bu ilerleyen saatinde şüphesiz ki sizleri çok sıkmayacağım, şüphesiz ki sıkılmayacaksınız. Emin olun, içeriği itibarıyla sıkılmayacaksınız. Gönül isterdi ki burada gecenin bu saatine kadar yürütmüş olduğumuz yasama faaliyeti ve neredeyse haftanın beş günü, altı günü birlikte yürütmüş olduğumuz yasama faaliyeti, gerçek manada 78 milyon insanın temel ihtiyaçlarına yanıt olabilecek nitelikte olsaydı. Varsın o zaman haftanın beş günü değil, yedi gün yirmi dört saat esası üzerinde bir çalışma yürütmüş olsaydık ve halklarımıza karşı sorumluluğumuzun gereğini yerine getirmiş olsaydık.

Her şeyden önce siyaset kurumu, siyasi partiler demokrasinin olmazsa olmazlarıdır. Siyasi parti demiyorum, siyasi partiler demokrasinin olmazsa olmazıdır çünkü çoğulcu toplumun esası, çoğulcu toplumun gereği tek bir siyasi anlayışla yönetilmek değildir. Bu, sayısal olarak, oy oranı olarak çokluk olsa bile çoğunluğun iradesiyle çıkmış olan yasalar ancak genel kabul görür ve aidiyet duygusunu geliştirir. Toplumun aidiyet duygusunun gelişmediği safhalarda, çok açık ve net söylüyorum, o yasa bir nevi havada kalır, bir nevi karşılık bulmaz. Bugün bir kez daha aslında böylesi bir yasanın, yasa tasarısının kanunlaşması sürecini tartışacağız.

Tasarının amacı, İçişleri Bakanlığına bağlı Emniyet Genel Müdürlüğü, Sahil Güvenlik ve Jandarma Genel Komutanlığına bağlı kolluğun eylem ve işlemlerine dair ihbarları işleyen ve veri tabanına -tabir caizse- depo eden bir kurul, bir komisyon kurulması ve bu komisyon, topluma "Reform yapıyoruz." diye yutturulmaya çalışılıyor. Ama aynı zamanda bu komisyon, bu yasa tasarısıyla, "Türkiye'nin AB'ye dâhiliyeti sürecinde müktesebatın gereğini yapıyoruz." diye Avrupa Birliği ve mekanizması âdeta kandırılmaya çalışılıyor.

Bana sorarsanız, toplum bunu yutmayacaktır. Bana sorarsanız, AB mekanizmasını ya tanımamazlık vardır ya müktesebatına, Sayın Bakan, hâkimiyetsizlik vardır ya da bir kez daha "Ben Kayseri pazarlığıyla bu sorunu çözerim." diye bir yanlış algı, yanlış beklenti vardır.

Her şeyden önce neden böylesi bir gözetim, böylesi bir mekanizmaya ihtiyaç var? Bakın, üyesi olmuş olduğumuz Birleşmiş Milletler, tarafı olmuş olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve aynı zamanda içtihatlarının, iç hukuk içtihatlarımızı bağlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin içtihatları ve Avrupa Konseyi Venedik Komisyonunun temel perspektifi bütün üye devletlerin kolluk mekanizmalarının dışsal denetime açık tutulması perspektifinden hareketle bugüne kadar Türkiye'ye yapılan, Hükûmete yapılan çağrıların sözüm ona bu yasa tasarısıyla gereği yerine getiriliyor. Oysaki adı üzerinde, amaç, dışsal bir denetimi oluşturmak ve dışsal bir denetimle kolluğun eylem ve işlemlerini yaparken hukukun, yasanın, kanunun ve temel insan hakları sözleşmelerinin belgelerinin dışına çıktığında onun raporlaştırılması, müeyyidelendirilmesi suretiyle bir hak ihlalinin bir daha gerçekleşmemesi perspektifi üzerine kurulmuş bir ihtiyaca yanıt olun çağrısıdır.

Ama gelin görün ki bu kurul nasıl oluşuyor, kimlerden oluşuyor? İçişleri Bakanlığı Müsteşarının başkanı olduğu, Başbakanlık İnsan Hakları Başkanının, İçişleri Bakanlığı Mülkiye Teftiş Kurulunun, yine Başbakanlık 1. Hukuk Müşavirliğinin ve Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün yani olası ihlal alanlarının olduğu tüm kurum ve kuruluşların üst düzey bürokratlarının içerisinde yer alacağı bir kurul kuruluyor ve bu kurul, sözüm ona, gözetim görevini görecek. İyi de siyasi sorumluluk, her hak ihlali olduğunda siyasi sorumluluk doğal olarak Hükûmetindir ve objektif sorumluluk doğal olarak o mekanizma içerisinde, o devlet erki içerisinde üst düzey bürokraside bulunan, tam da bu kurulda ismi geçmiş olan üst düzey bürokratlara aittir. Yani bir nevi "Kol kırılır, yen içinde kalır." ya da bir başka deyimiyle "Bozacının şahidi şıracıdır." Bizim orada, Kürtçede bir deyim vardır. "..."(x) Aynen de mekanizma budur. İlgili, alt düzeydeki kolluk personel ihlal alanını gerçekleştirecek, bunu denetleyen mekanizma, bunu inceleyen mekanizma onun bir üstü olacak. Bu, hiçbir şart ve koşulda ihtiyaca yanıt vermeyecek bir pratik olacaktır. Kaldı ki Birleşmiş Milletler, AB mevzuatı ve Venedik Komisyonunun yerleşik içtihatlarında "Kolluğun dışsal denetimi bir ihtiyaçtır, bir zarurettir; demokrasilerde vazgeçilmezdir." demesinin bir diğer nedeni de devlet içerisinde kolluğun bir başka devlet algısını, bir başka devlet gerçeğini hayata geçirmesinin önüne geçecek bir set, bir mekanizma oluşturma çabasıdır. Vallahi, bana sorarsanız, tam da hani dananın kuyruğunun kopmuş olduğu yer burasıdır ya da -daha iyi anlaşılması açısından söylüyorum- zurnanın zırt dediği yer burasıdır.

Zaten şu anda bu ülkenin temel sorunu, en büyük sorunu, bana göre, paralel devlet gerçekliğidir. Tamı tamına on bir aydır bu ülkede Anayasa tuzla buz olmuştur. 1982 Anayasası'nın savunuculuğunu Rabb'im hiçbir şart ve koşulda bana nasip etmesin. Asla ve kata 1982 Anayasası'nı, darbe anayasasını, işkence anayasasını savunacak bir grup da değiliz, savunacak bir yurttaş da değilim. Ancak, bir anayasanın değiştirilmesinin şartı, zemini, yöntemi vardır. Ya siz tümden gelirsiniz, anayasayı oluşturursunuz ve ondan sonra anayasaya uygun yasal düzenlemeleri gerçekleştirirsiniz ya da kendinizi kurucu irade ilan edersiniz, dersiniz ki: "Bu ülkenin sahibi benim. Ben mevcut Anayasa'yı tanımıyorum, Anayasa Mahkemesini de tanımıyorum, mekanizmaları da tanımıyorum." Ve kendi kafanızdaki anayasanın, tekçi anayasanın destekleyicisi niteliğindeki yasaları çıkaracaksınız. On bir aydır bu ülkenin ve bu Parlamentonun yaşamış olduğu tam da budur. 12 Eylül rejiminden, emin olun, daha kötü bir yöntemle şu anda bir anayasa bu ülkeye dayatılıyor ve bu anayasanın özünde de -açık ve net söylüyorum- rejim değişikliği vardır.

Benim inancım şu ki: Bugün bu sıralarda bulunan, iktidar partisine mensup milletvekillerinin de belki pek çoğu bu realitenin gerçekten farkında değildir ama gerçekten farkında değildir çünkü bu gidişat, bu perspektif hepinizin, hepimizin temel zeminini yani demokrasi zeminini ortadan kaldırıyor. Şimdi, diyeceksiniz ki: "Ya, kardeşim, sen bunu nereden çıkarıyorsun?" Size nereden çıkardığımı birkaç örnekle söyleyeyim: Hükûmet partisinden bir milletvekilinin, yetkili bir milletvekilinin yapmış olduğu 2 Nisandaki bir açıklama, diyor ki: "1982 Anayasası'nın yürürlükten kaldırılması yeni anayasanın yapılmasından, yapılmış olmasından daha önemlidir. Giderek -parti görüşü olmaksızın ifade etmeye mecburum ki- yeni anayasa yapmasak dahi bu Parlamentonun kurucu iktidar yetkisi içerisinde, yürürlükteki Anayasa'yı yürürlükten kaldırması gerçek bir demokratik kazanım olacaktır. Çok önemli, beş yıl, iki yıl, üç yıl anayasasız kalabiliriz." Şu anda, on bir aydır bu ülke anayasasızdır, anayasasız yönetiliyor. Ama aynı zamanda, bir paralel Hükûmet var, külliyede bir paralel Hükûmet var.

Her pazartesi günü, Hükûmet sözcüsü çıkıp Hükûmetin icraatlarına, Bakanlar Kurulunun icraatlarına dair, kamuoyuna açıklama ve değerlendirmelerde bulunuyor ama Cumhurbaşkanı sözcüsü çıkıyor, bütün bakanlıkların icraatlarına dair açıklamalarda bulunuyor. Yani bir nevi ikili bir Hükûmet hâli şu anda Türkiye'de derdesttir. Siz bugün bunu elbette ki bu Genel Kurul salonunda ifade etmezsiniz, aslında edemezsiniz. Ama elinizi vicdanınıza koyduğunuzda gerçekliğin bir demokrasi rejimi, bir demokrasi pratiği olmadığını benden çok daha iyi bildiğinize ben inanıyorum.

Peki, ne oldu da bu noktaya geldi? Ve belki de bu yasa tasarısının esas amacına eğer hizmet etmesini istiyorsak o hâlde mutlak suretle bir dış denetim mekanizmasına kapısını aralaması gerekiyor. Dış denetim mekanizmasının olabilmesi açısından da mutlak suretle oluşacak gözetim komisyonunun bu hâliyle değil, kendi arasındaki sivil üyeden seçeceği başkanın başkanlığında, İnsan Hakları Derneği, MAZLUMDER, Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Uluslararası Af Örgütü Türkiye temsilciliği, Türkiye Barolar Birliği, Türk Tabipleri Birliği temsilcileri ile kadın hakları konusunda çalışma yürüten örgütlerin üst temsilcisi üye, yine Adalet Bakanlığı, İçişleri, Millî Savunma Bakanlığı müsteşarları, Başbakanlık İnsan Hakları Başkanı ve Mülkiye Teftiş Kurulu ve Başbakanlık hukuk müşaviri ama aynı zamanda üniversitelerin ceza ve usul hukuku ana bilim dalında görevlileri ve kendi aralarında seçim yapmak suretiyle oluşturacakları, önerecekleri üyelerden oluşursa ancak bağımsız ve dış denetime açık bir mekanizma hâline gelmiş olur. Ve o zaman hem Birleşmiş Milletlerin hem Venedik Komisyonunun ama aynı zamanda bu ülke insanlarının tümünün acil ihtiyaç duymuş olduğu bir mekanizmayı kurma imkânına sahip olmuş oluruz.

AB Uyum Komisyonuna geldiğinde bu yasa, saatlerce muhalefet partisi milletvekilleri, üzerinde tartıştık; bir virgülü dahi değiştirilmedi, bir virgülü, bir virgülü dahi değiştirilmedi. Peki, bu gerçekten demokrasi midir? Çoğunluk ve çoğulculuk... Demokrasinin özü çoğunluk değil, çoğulculuktur. Peki, nereden buraya geldik ve nereye gidiyoruz? Esas mesele bence budur, esas mesele budur. Dün de ifade etmeye çalışmıştım, bu coğrafya kadim bir coğrafya olduğu kadar maalesef büyük acıları ve büyük travmaları da bünyesinde yaşamış olan bir coğrafyadır. Benim korkum ve endişem odur ki daha büyük acılara, daha büyük travmalara yol alıyoruz biz.

Bakın, Anayasa'nın fikir hürriyeti tamamen ortadan kaldırılmış durumda. Gazetelere el konuluyor, televizyon kanalları karartılıyor. Şirketler, firmalar, mülkiyet hakkı; kayyum atanıyor, el konuluyor. Şehirlere el konuluyor. Ulusal güvenlik adı altında, tekrar ediyorum ulusal güvenlik adı altında insanların yatak odasına giriliyor, ahlaksızca fotoğraf çekiliyor, kadınlar, insanlar çırılçıplak, ahlaksızca teşhir ediliyor. Peki, bütün bunlar niye yapılıyor? Tek başına bir kolluk uygulaması mı bu? Hayır, bu bir strateji, bu bir yönetme biçimi çünkü bu yönetme biçimi, bu strateji iktidarı iktidar yapan strateji, iktidarı iktidar yapan yönetim tarzıdır. Eğer ki 7 Hazirandan sonra Suruç katliamı olmasaydı ve hemen akabinde Hükûmetin "Bardağı taşıran damla." olarak nitelendirmiş olduğu Ceylanpınar'daki 2 kamu görevlisinin katledilmesi süreci olmasaydı yani şiddet olmasaydı yani kan dökülmemiş olsaydı yani asker, polis, gerilla, barikatçı -her ne dersek diyelim- ölmüş olmasaydı, hayat hakkı korunmuş olsaydı bu iktidar 317'yi rüyasında görürdü. Ben size tek bir kelime söyleyeyim mi? Bugün bu Hükûmet, Hükûmet olmasını şiddete borçludur, savaşa borçludur, kana borçludur.

HASAN BASRİ KURT (Samsun) - Allah Allah!

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) - Maalesef realite budur, maalesef gerçeklik budur ve şu anda bu realiteden, bu gerçeklikten yeni bir rant alanı inşa edilmeye çalışılıyor. HDP'li vekiller Parlamento dışına itilecek yani bir nevi devlet ile Parlamento, toplumun bir kesimini dışına itecek ve bundan alacağı o milliyetçilik gazıyla, ırkçılık gazıyla yeni anayasa getirilecek yani rejimin karakteri değiştirilmiş olacak. Vallahi bir kez daha söylüyorum: Bu namümkün müdür? Bu mümkündür ama çok iyi bilesiniz ki, çok iyi bilmemiz gerekir ki HDP'nin içerisinde olmayacağı ya da farklılıkların içerisinde olmayacağı bir Parlamento, Türkiye toplumunu oluşturan bütün dinamiklerin Parlamentosu olmayacaktır. Yüzde 51'in, 55'in, hadi 60'ın, hadi siz 70 deyin, yüzde 70'in anayasası, yüzde 100'ün anayasası olmayacaktır.

Dolayısıyla, tek partinin devleti ancak o partililerin devleti olacaktır ve bunun gerisinde kalanların tamamı aidiyet duygusunu yitirecektir. Eğer bu mekanizmalar benim değilse, ben bu mekanizmalar içerisinde yer almıyorsam, ben bu mekanizmalardan dışlanıyorsam diyeceklerdir ki o hâlde ben de başka mekanizma arayışı içerisine girerim. İşte HDP o başka mekanizmalar arayışı içerisine girilmesin diye kurulan ve Türkiye halklarının gönüllü, rızai birliklerini savunan bir siyasal harekettir ama maalesef, şiddet üzerinde varlığını koruyan ve şiddet üzerinden nemalanan bir siyasal akım, bugün bir kez daha ülkeyi büyük bir girdabın eşiğine itmiş durumda. Sadece iç şiddet mi? Elbette ki değil. Hükûmet, tamı tamına en az iki yıldır, üç yıldır sırtını Suud'a, El Kaide'ye, El Nusra'ya yani radikal İslamist, radikal cihadist hareketlere dayayarak Suriye politikası bir başka açıdan iç politikayla buluşunca artık bu girdap büyük bir tehlike, büyük bir felaketin habercisidir. Çok açık ve net söylüyorum: Artık Hükûmetin ve devletin makas değiştirme zamanı gelmiştir. Bir müddet sonra makas değiştirilmek istense dahi geri dönüşü olmayabilir.

Gelin, bu akıl tutulmasından, bu vicdan tutulmasından ve bu faşizm girdabından bu ülkeyi çıkaralım. Gelecek nesillere, çocuklarımıza barışı armağan edelim.

Hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)