| Konu: | Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesine Ek Dördüncü Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 81 |
| Tarih: | 26.04.2016 |
HDP GRUBU ADINA MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
297 sıra sayılı Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesine Ek Dördüncü Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı'nın 1'inci maddesi üzerine söz almış bulunmaktayım. Söz konusu kanun tasarısının geneli üzerinde açıklamalarımız oldu. Doğrusu, 1'inci madde tümüyle teknik ibareler içeriyor, talep eden ya da talep edilen devletlerde zaman aşımı olması hâlinde suçluların iade edilmemesine yönelik bir düzenleme var. Bir de bunun dışında, diğer, iç hukukun açık bir şekilde suçluların iadesini yasakladığı hâller istisna tutulmuş ve yargı yetkisiyle ilgili... Yani, buna dair zaten protokolün onaylanmasına ilişkin bu tasarı tümüyle bir usul tamamlaması niteliğinde. Buna dair ayrıca bir beyanımız olmayacak. Ancak, bugünlerde, özellikle dün Meclis Başkanının açıklamasından sonra gündemin tümüyle değiştiği, değiştirildiği ama kimin değiştirdiğinin anlaşmazlık konusu olduğu bir tartışma var. Demin Sayın Cumhurbaşkanı da konuya müdahil oldu, bunu biraz değerlendirme ihtiyacı duyuyoruz doğrusu.
Bunu söylemeden önce... Basın kurumları üzerindeki baskıya geçen hafta da değinmiştik, bugün de yine DİHA (Dicle Haber Ajansı) muhabirlerine yönelik gözaltı ve tutuklamalar devam ediyor. Aynı şekilde, muhalif basına yönelik kapatma, gözaltı ve okurlarına yönelik de yine baskı ve gözaltılar devam ediyor. Bugün, Özgür Gelecek dergisi çalışanlarından 3 kişi alındı. Erzurum'da alındılar, İstanbul'da gözaltına alındılar, bu da yetmedi, yine, Özgür Gelecek dergisinin hem okurları hem çalışanları ve Partizan'ın okurları da bugün yapılan yaygın bir operasyonla, farklı illerde yapılan operasyonlarla gözaltına alındılar. Biz basın-yayın kuruluşlarının üstündeki bu baskının demokrasiyle, demokratik işleyişle bağdaşmadığını bir kez daha ifade etmek istiyoruz. Herkesin düşüncelerini özgürce ifade etme hakkının mutlak surette sağlanması gerektiğini ve halkın haber alma hakkının da, gerçekleri farklı kanallardan değerlendirmek amacıyla da olsa farklı yayın organlarını takip etme hakkının da olduğunu bir kez daha ifade etmek istiyorum.
Sayın milletvekilleri, biliyorsunuz, dün, Meclis Başkanımız bir açıklama yaptı "Laiklik bir kere yeni anayasada olmamalıdır. Dindar anayasa meselesinden Anayasa'mızın kaçınmaması lazım, dinî olarak bahsetmesi lazım." diye. Her türlü tartışmadan vareste böyle bir açıklama önümüzde duruyor. Sonrasında, doğal olarak, kamuoyundan çok ciddi tepkiler geldi, protestolar oldu, protestolara müdahaleler oldu, bu açıklamaya karşı protesto hakkı bile kullandırılmadı. Sonra, bundan sonra ne oldu? Herkes bu konuda konuşmaya başladı, özellikle iktidar kanadından. Yani, Sayın Numan Kurtulmuş "Laiklik tanımı yeniden yapılmalıdır." dedi. Sonrasında başka açıklamalar da yapıldı. Cumhurbaşkanı "Meclis Başkanımız kendi kanaatlerini ortaya koymuştur. Benim Başbakanlığımın başından itibaren düşüncelerim bellidir, kurucusu olduğum partimin de programında çok açık yer almaktadır. Devlet tüm inançlara eşit mesafededir, laiklik budur. Bu konuda müzakere, ülkemizin gündemini değiştirme gayretinden farklı bir şey değildir." dedi. Yine, iktidar partisi, Sayın Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı... Şimdi, nasıl bir şey var? Bugün Meclis Başkanı bu sefer yeni bir açıklama yaptı. Bütün açıklamaları yan yana koyuyorum ki tabloyu gerçekten anlamamız lazım. Yeni açıklaması şu, diyor ki: "Kastım, hiçbir ayrım yapmaksızın din ve vicdan özgürlüğünün Anayasa'mızın lafzı ve ruhuyla güvence altına alınmasını sağlamayı temenni etmektir. Benim kişisel düşüncemdir." Şimdi, ilk okuduğum açıklama ile bu açıklamayı yan yana koyalım. Bir kere uyumlu hiçbir yanı yok. Dünkü açıklama çok net. Belki esas düşüncesini dün söyledi. Bizim onun düşüncesini yorumlama hakkımız, tartışma hakkımız var ama hangisi onun gerçek düşüncesidir sadece kendisi bilir. Biz, siyaset arenasında, Mecliste sadece bunları yorumlayabiliriz. Kendisi "Benim fikrimdir." diyor, Cumhurbaşkanı "Kendi fikridir." diyor, iktidar partisi "Kendi fikridir." diyor, bugün Ömer Çelik açıklama yapmış "Kendi fikridir, düşünce ve ifade özgürlüğü var." diyor. Biz, Marslıların fikri demedik ya da Papua Yeni Gine'de, Kuzey Kutbu'nda yaşayan insanların fikridir demedik. Evet, Meclis Başkanının fikri ama Meclis Başkanı kimdir? Meclis Başkanının konuşmasına, bir fikrini beyan etmesine sadece ve sadece aynen Cumhurbaşkanında olduğu gibi ya da Başbakanda ya da ana muhalefet liderinin konuşmalarında olduğu gibi "Kendi fikridir, düşünce ve ifade özgürlüğüdür." diye işin içinden çıkabilir miyiz? Gerçekten, halk, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının açıklamasını "Kendi fikridir." diye duyup hiçbir paniğe kapılmadan ya da hiç mutlu olmadan -farklı yerlerdeki insanlar, yurttaşlar için söylüyorum- "Ya, bu ülkede düşünce, ifade özgürlüğü var, onlar da kullanıyor." diyecek mi? Gerçekten aklımızla alay edilmeye devam ediliyor.
Daha iki üç saat önce Deniz Naki'nin attığı "tweet" düşünce, ifade özgürlüğü kapsamında görülmüyordu. Futbolcuymuş, "tweet" atamazmış, sadece futbol oynayabilirmiş ama Cumhurbaşkanı, Başbakan, Meclis Başkanı kişisel fikirlerini söyleyebilir, hiçbir mahzuru yok! Yok öyle bir şey. Demokrasilerde, siyaset dünyasında böyle bir şey, Türkiye'yle, yurttaşlarla, siyaset aygıtıyla, mekanizmasıyla gerçekten alay etmektir.
Bir de "gündem değiştirmek" ne demek? Biz, Sayın Cumhurbaşkanının aksine, asıl gündemi değiştirenin iktidar partisi ve devamındaki kurumlar olduğunu düşünüyoruz. Dokunulmazlık Meclise gelecek, yarın değil öbür gün Anayasa Komisyonunda görüşülecek. Bu, dokunulmazlık meselesini gündemden düşürmek için olmasın! Hem gündem değiştirip hem de "Gündem değiştirmek için bu tartışmalar yapılıyor." demek gerçekten çelişki, artık ne denir bilmiyorum, çelişkinin son sınırı. Evet, gündem değiştirilmek isteniyor, yeni Anayasa üzerinden, artık din ve vicdan özgürlüğünün de zaten olmayan bir laikliğin... Şu anda laiklik filan yok, sadece sözde var, Anayasa'da yazılı. Hâlâ Aleviler cemevinde ibadet edemiyor, ibadet statüsünde değil. Hâlâ zorunlu din dersi var, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararına rağmen hâlâ zorunlu din dersi verilmeye devam ediliyor. Bu, sözde laiklik bile çok görülüyor olacak ki böyle bir ısıtma hareketleri yapılıyor, bir söz söyleniyor, arkasından bütün iktidar partisinden farklı kesimler bir şeyler söylüyor ve bir mesele aslında tartıştırılıp, geri çektirilip sonra zamanı gelince tekrar olgunlaştırılmak için zaman kazanılıyor.
Evet, gerçekten Halkların Demokratik Partisi olarak biz, din ve vicdan özgürlüğünden yanayız. Bu ülkede yaşayan bütün yurttaşların kendi inançlarını, ibadetlerini özgürce ve eşitçe yapmasını savunuyoruz. Hiçbir dinin, inanç sahibinin diğeri üzerindeki tahakkümünü kabul etmiyoruz ve bizce devlet bu alandan çekilmelidir, bu alanı inanç sahiplerine bırakmalıdır. İnanç sahipleri nasıl ibadet edeceklerini, nasıl dinlerinin yerine getirileceğini kendileri en iyi bilirler ve devlet tüm dinlere, inançlara karşı kesinlikle eşit mesafede olmak zorundadır. Bir dinin arkasında durup diğerlerini ezmesi, baskı altına alması kabul edilemez. İşte, biz bu şekilde "özgürlükçü laiklik" kavramının Türkiye'de tesis edilmesi için, yeni anayasada da bunun yer alması için sonuna kadar çalışmalarımızı ve mücadelemizi devam ettireceğiz.
Ve Sayın Meclis Başkanının dünkü açıklamasını kesinlikle çok iyi değerlendirmekte, aslında yeni anayasada daha neler neler öneri olarak ortaya atılır diye bir haberci gibi de bir ön adım olarak da okumakta fayda var. Herkes "kendi fikri" diyor ama düşünce ve ifade özgürlüğünün sadece Cumhurbaşkanına, Hükûmet yetkililerine ve diğer, kendi çerçevesindeki insanlara tanındığı ve kabul edildiği bir sisteme de "demokrasi" denmiyor. Buna dünyanın hiçbir yerinde "demokrasi" denmez, buna tümüyle "çoğunluğun diğerleri üzerindeki tahakkümü" denir.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)