Konu: | Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesine Ek Dördüncü Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 1 |
Birleşim: | 81 |
Tarih: | 26.04.2016 |
HDP GRUBU ADINA ALTAN TAN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye'nin, neredeyse İkinci Dünya Savaşı'ndan hemen sonra başlayan, 1960'lı yıllardan sonra belli bir sürece giren, 1970'lerden sonra ise ete kemiğe bürünen bir Avrupa Birliğine girme süreci var. Şu ana kadar da maalesef bu süreç istenilen noktaya gelmedi. Sadece suçluların iadesi protokolü değil, bunun ötesinde onlarca madde, onlarca ana başlık, bunların hepsi kör topal bekliyor.
Değerli arkadaşlar, bunlarla ilgili çok derinlemesine eleştirilere girmeden önce bir genel dış politika konuşması yapmak istiyorum. Her zaman yaptığım gibi, körü körüne bir eleştiri, körü körüne bir karşı çıkış değil, sizlerin çoğu kez yaptığınız gibi, doğru söylediklerimize de karşı çıkarak değil, bir genel analizde bulunmak istiyorum.
Bugün Türkiye'de, aklı başında herkesin ortak kanaati odur ki Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin en sıkıntılı dönemlerinden birini yaşıyor. Bunun tabii, sebepleri var. Yine, sıkça herkesin dillendirdiği gibi, yüz yıllık bir Orta Doğu parantezi kapanıyor, Sykes-Picot Anlaşması'nın sonuçları tarihin tozlu raflarına gönderiliyor ve yeni bir Orta Doğu dizaynı, şekillenmesi başlamış bulunuyor.
Türkiye'nin hem dış politikada ciddi sıkıntıları var hem de iç politikada ciddi sıkıntıları var; ben ana başlıklarla bunlara değinmek istiyorum. Değerli arkadaşlar, Türkiye, 1950'lerden sonra şekillenen yeni dünyada, İkinci Dünya Savaşı sonrası dünyasında Batı bloğu içerisinde yer aldı. Bunun parametreleri, NATO, Amerika Birleşik Devletleri'yle kurulan ilişkiler, İngiltere'nin öncülük ettiği RCD, Bağdat Paktı gibi kuruluşlarla bu süreç devam etti ve Türkiye, 2002'den sonra iş başına gelen AKP iktidarı ile de kararlı bir şekilde Avrupa Birliğine girme iradesinin olduğunu beyan etti. Bu noktada, yeni bir Türkiye, demokratik bir Türkiye inşa edeceğini söyledi. Ama ne olduysa, bir müddet sonra Türkiye'nin bu Avrupa Birliği istikameti de önce sallanmaya, sonra alabora olmaya başladı ve bir müddet sonra Türkiye'de en yetkili şahısların ağzından "Gerekirse Şanghay Beşlisine gireriz, gerekirse yeni bir dünya kurulur...", ondan evvel Millî Güvenlik Kurulu Sekreterinin dile getirdiği "Türkiye İran'la, Rusya'yla yeni bir dünya kurabilir, arayışlara girebilir." sözleri tekrar duyulmaya başlandı en üstteki siyasilerin ağzından.
Fazla uzatmayacağım. Netice olarak Türkiye öyle bir noktaya geldi ki Orta Doğu politikasında hem ABD ve Avrupa'yla -tırnak içinde- kavgalı hem de Rusya'yla kavgalı bir duruma geldi. Dünya siyasetinde aynı anda ABD ve Rusya'yla kavga eden çok ender örnekler vardır, belki de yoktur. Bu durum sürdürülebilir bir durum değildir yani dış politikada hangisi doğru, hangisi yanlıştır analizine girmeden önce bir önemli tespitte bulunmak istiyorum: Aynı anda Avrupa Birliği, ABD ve Rusya'yla çatışmalı olarak, sorunlu olarak bu mevcut yapıyı sürdürebilmek mümkün değildir. Peki, ne yapmak lazım? Başından beri bu kürsüden defalarca Türkiye'nin dış politikasını eleştirdik, Suriye politikasını eleştirdik, Irak politikasını eleştirdik, Bulgaristan politikasını eleştirdik, Ermenistan politikasını eleştirdik. Bir iki örnek verelim, daha anlaşılır olsun: Türkiye, hatırlarsanız, ilk Orta Doğu'ya müdahale hamlelerini Irak'la yaptı ve Irak'ta Tarık Haşimi'nin partisini destekledi. Mevcut iktidar, Tarık Haşimi'nin Irak'a Başbakan olmasını istedi. Bir anda Irak'taki önemli bir Şii blokunu karşısına aldı ve Irak'ın realitesine aykırı, yüzde 65'i, yüzde 70'i Şii olan bir bölgede Sünni Tarık Haşimi'yi Başbakan yapmak istedi. Bir müddet sonra Tarık Haşimi soluğu Ankara'da, İstanbul'da aldı, kendi ülkesine de gidemeyecek bir duruma geldi ve idama mahkûm edildi. Aynı hata Bulgaristan'da yapıldı. Bulgaristan'da eksiğiyle fazlasıyla bir Hak ve Özgürlükler Partisi var; Bulgaristan Türklerinin önderlik ettiği, öncülük ettiği ama içinde demokrat Bulgarların da olduğu, başka azınlıkların da olduğu bir Hak ve Özgürlükler Partisi var. Türkiye orada da bu Hak ve Özgürlükler Partisinin karşısına Hak ve Özgürlükler Partisinin Başkan Yardımcısına parti kurdurarak çıktı, o parti Komünist Partiyle ittifak kurmasına rağmen Bulgaristan seçimlerinde yüzde 1,2 oy aldı. Bunları ezberden söylemiyorum yani Bulgaristan'daki Türk milletvekilleriyle yaptığımız toplantılar, yine bu kürsüden sizlere yaptığım açıklamalar, yaptığımız diğer geziler, onların Türkiye'ye seyahatleri ve toplantıları bütün bu kanaatlerinin toplamıdır değerli arkadaşlar. Ve ondan sonra da en büyük felaketlerden birisi Suriye politikası.
İşte Suriye politikası şu an öyle bir noktaya geldi ki ne ileri gidebiliyorsunuz ne geri gelebiliyorsunuz ne çıkabiliyorsunuz ne yeni bir siyaset ortaya koyabiliyorsunuz. Son bir ay içerisinde Kilis'te olanlar ortada, ondan öncesi ortada, daha öncesi ortada. Şu an iktidarın, Türkiye'nin Suriye politikası nedir? Yeni bir Suriye'yle ilgili nasıl bir Suriye tasarlamaktadır? Bu yeni Suriye'de Alevilerin, Nusayrilerin, Hristiyanların, Müslümanların -yani İslami kanadın- Kürtlerin nasıl bir statüsü olacaktır? Bunlarla ilgili bir proje ortada gözükmemektedir. Bunun detayına da girmek istemiyorum yani konuşmamın başında da söyledim, körü körüne bir eleştiri ve polemik yapma niyetinde değilim ama şunu söylüyorum: Bu dağınıklık, bu tutarsızlık, bu çelişkili durum ve aynı anda hem Suriye'yle hem Irak'la hem Rusya'yla hem Avrupa Birliğiyle hem de ABD'yle sorunlu olmak sürdürülebilir bir durum değildir, hüküm cümlesi bu. Bunun yeniden dizayn edilmesi lazım. Siyasetin, dış siyasetin normalleşmesi lazım.
Bu dış siyaset normalleşmezse ne olur? Bir iki örnek vereyim: Bir Rus uçağı düşürüldü, işte Türkiye turizminin içine düştüğü durum ortada. Ben iki sene, üniversiteyi bitirdikten sonra, İngilizce ve Arapça turist rehberliği yaptım. Turizmin bütün safhalarını biliyorum yani aile şirketinin içinde de bütün bu birimlerde çalıştım. Şu an turizm büyük bir darbe yedi. Peki, sadece turizm mi büyük darbe yedi? Yılda 36 milyar dolarlık bir gelir... Tek başına 7 milyar dolar ihracat yapan Gaziantep bugün kan ağlıyor; Kayseri, Denizli kan ağlıyor. Niye kan ağlıyor? Çünkü bunlar, işte halı, mobilya, yağ, makine neyse, satabildiği her şeyi öncelikle Suriye'ye ve Irak'a satan, Orta Doğu'ya açılan, birinci pazarları kendi hinterlandı olan orta sanayinin merkezi iller. Bu iller bugün bunları yapamıyor. İthalatta aynı şekilde büyük sıkıntı, zaten bizim ihracatımızın da önemli kalemleri yüzde 80 oranında ithalata bağlı, aynı sıkıntılar var.
Birçok şirket, birçok kuruluş yeniden yapılanma istedi bankalardan yani şu an BDDK'ya sorulması hâlinde, BDDK, size şu an, yeniden yapılanmaya giren şirketlerin sayısını ve bu kredilerin rakamını verse dudak uçuklatır. Sadece bu hafta, Diyarbakır'da -bir banka müdürüyle yaptığım görüşmede- bir tek banka şubesi 100 milyon TL yani eski parayla 100 trilyon yeniden yapılandırmaya girdi. Ödeyemiyor borcunu, tekrar vadelendiriyor, tekrar yapılandırıyor, bu tek bir banka.
Değerli arkadaşlar, onun için, bu dış politika rayına girmediği müddetçe, ithalatın da ihracatın da turizmin de rayına oturması, ülkenin kararlı, stabil, dengeli bir ekonomiyle yönetilebilmesinin imkânı da yok. Kırk yıldır ilk olarak ihracat geriye gidiyor. Dediğim gibi bunun çok detayına girmek istemiyorum, sadece şunu söylüyorum -üçüncü sefer söyleyip noktalayacağım- bu durum sürdürülebilir bir durum değil. Hüküm cümlesine... Türkiye mutlaka dış dünyayla -ABD'yle, Avrupa'yla, Rusya'yla neyse- bu ilişkilerini bir dengeye oturtma ve barışmak zorunda. Tabii, hemen arkadaşlarımız tepki gösteriyorlar. Bizim eski İslamcı arkadaşlarımız da bir kısım sosyalist arkadaşımız da aynı tepkiyi veriyor: "Ne yapalım, emperyalizme uşak mı olalım, teslim mi olalım?" Hayır, uşak da olmayalım teslim de olmayalım ama bu durumu rayına oturtmamız lazım ve bunları burada tartışmamız lazım yani eften püften konuları, sataşmaları, polemikleri bir yana bırakıp, burada bu Meclisin, bu Türkiye'nin dış politikası, ilişkileri İsrail'den, Amerika'dan, Rusya'dan, İran'dan, Irak'tan Suriye'ye kadar nasıl olacak? Buradan bir uzlaşmanın, bir ulusal Türkiye istikametinin çıkması lazım.
İkinci bir fasıl, değerli arkadaşlar, bu iç politika meselesidir. Şimdi, sürekli anketler yayınlanıyor, işte AK PARTİ'nin oyu yüzde 50; zaten yüzde 49 küsur, yüzde 50'ye yakın bir oy aldı, ankete de gerek yok. 53 oldu, 55 oldu, 56 oldu, 60 oldu.
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) - Şu anda 56.
ALTAN TAN (Devamla) - Efendim, 60 olsun.
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) - O da inşallah.
ALTAN TAN (Devamla) - "İnşallah, olsun." diyorsunuz, hadi sizin dediğiniz olsun. Peki, 60 aldınız ama yönetemediniz ülkeyi, nasıl olacak?
METİN BULUT (Elâzığ) - Yönetemiyorsak nasıl 60 alıyoruz ya? Yönettiğimiz için 60 alıyoruz.
ALTAN TAN (Devamla) - İşte, bakın, ben polemik yapmayacağım dedim, istiyorsanız döndüreyim polemiğe.
Eğer ülkenin bir kısmında savaş varsa, "Efendim, biz yapmadık, o yaptı..."
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) - Savaş yok, teröristle mücadele var Sayın Tan.
ALTAN TAN (Devamla) - Efendim, bakın, yönetim sıkıntısı var diyoruz. Polemik yapmayın, dinleyin, bir şeyler öğrenin lütfen. Bakın, polemik yapmadan konuşuyorum. Bir şeyler öğrenin.
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) - Siz hendeklere de -biliyorsunuz- karşı geldiniz. Orada çok makul davrandınız.
ALTAN TAN (Devamla) - Biri terörist, biri ihracatı böyle yaptı, öbürü batıramadı; sonuçta vatandaş memnun değilse ve huzur yoksa bir ülkede...
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) - Siz gerçi farklı düşünüyorsunuz bu konuda.
ALTAN TAN (Devamla) - Gel benim yanıma, konuş, gel. Gel benim yanıma, konuş. Bak, polemik yapmayacağım dedim 4 sefer. Konuşacaklarımdan ders çıkaracağına polemiğe giriyorsun, dinle biraz.
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) - Sizin lehinize konuşuyoruz.
ALTAN TAN (Devamla) - Diyorum ki: Yüzde 60 oy al ama eğer ülkede vatandaş huzurlu değilse, sokakta bombalar patlıyorsa... Ben de patlatmadım, sen de patlatmadın; bunu anlatıyorum. Diyorum ki...
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) - Kim patlattı?
ALTAN TAN (Devamla) - Ya, kim patlattıysa... Sonuçta patlatmayacaksın, iktidar olarak görevin patlatmamak, bu.
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) - Hah, şimdi onu yapıyoruz işte, savaş değil o. Şimdi onu yapıyoruz, tam da onu yapıyoruz. Tam da onu yapıyoruz şimdi, patlattırmıyoruz kardeşim.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, müdahale etmeyelim lütfen.
ALTAN TAN (Devamla) - Bombayı patlattırmayacaksın, ticareti rayına oturtacaksın, savaşı durduracaksın. "E, vallaha, ben yapmadım, Ali yaptı, Ayşe yaptı, Fatma yaptı. E, ne yapayım, yüzde 60 oy alıyorum ama her gün olay oluyor..." Bu, sürdürülebilir değil, bunu söylüyorum, ne kadar oy alırsan al. Anlatmak istediğim bu, bunun bir çözümünü bulacaksın, beraber bulacağız.
Gelelim şimdi iç politikaya. Mesela, Kürt sorununu her gün arkadaşlarımız anlatıyor, dinleyen yok. Alevi meselesine gelelim. 7 tane çalıştay yaptı Hükûmet Sayın Faruk Çelik'in Başkanlığında, çok da derli toplu çalışmalar oldu, oradan bir sürü de sonuç çıktı. Peki, ne oldu?
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) - Sayın Akaydın, bana laf mı attın orada?
ALTAN TAN (Devamla) - Yani, nereye bağlandı? 7 tane Alevi çalışması derledin, topladın, bir kitapçık yaptın, kararlar aldın.
MUSTAFA AKAYDIN (Antalya) - Değmezsin sana laf atmaya.
ALTAN TAN (Devamla) - Peki, sonuçta Alevilerle ilgili hangi adım atıldı, müspet veya menfi, bunları anlatıyorum.
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) - Akaydın, dokunulmazlıklar kalkıyor, farkında mısın?
MUSTAFA AKAYDIN (Antalya) - Sataşma, zekâsı olan adama laf atılır, sende o yok ki.
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) - Dokunulmazlıklar kalkıyor, farkında mısın Akaydın?
BEHÇET YILDIRIM (Adıyaman) - Gözün aydın.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen müdahale etmeyelim ama.
Sayın Tan, siz devam edin.
ALTAN TAN (Devamla) - Bu arkadaş gelsin, beş dakika konuşsun da ben ne dediğini anlayayım, ondan sonra cevabını veririm. Rahatlasın.
BAŞKAN - Siz konuşmanızı tamamlayın Sayın Tan.
ALTAN TAN (Devamla) - Şimdi, değerli arkadaşlar, bu, bütün meselelerde öyle. Mülteci sorunu mesela. Şu an Avrupa'yla en büyük sorun -ben yine bildiklerimi söyleyeyim de- mülteci sorunu. 3 milyar euro alındı, 6 milyar euro alındı veya 10 milyar euro alınacak. Peki, değerli arkadaşlar, bakın, bir Aylan Kurdi bebeğin cenazesi sahile vurdu, herkes ağlamaya başladı. En az 10 sefer bu kürsüden konuştum. Bu mültecileri o naylon botların üzerine bindirip de ölüme götüren yöneticiler değil mi? 10 sefer sordum buradan. Suriye'den gelen, Mozambik'ten gelen, Somali'den gelen Aksaray'a kadar geliyor. Köyünde, memleketinde sattığı ineğinin, koyunun son 2 bin-3 bin dolarını, eurosunu cebine koyuyor, Aksaray'a geliyor, insan kaçakçılarını buluyor, onlar bunu alıp Çanakkale'ye, Bodrum'a, İzmir'e, Aliağa'ya götürüyor, botlara bindiriyor ve ölüme götürüyor. Hiçbir sorumluluğunuz yok mu?
Efendim "Biz Avrupa'yı mecbur kıldık, bu kadar insana bakamayız, al sana yolluyoruz. Mecbur kal, gel benimle konuş." Bu kadar politikaya aklımız kesiyor. Fakat bunları bari doğru düzgün bir şeylere bindirin yollayın. Beğenmediğiniz Yunanistan bile bunları doğru düzgün gemilere bindiriyor, trenlere bindiriyor, yolluyor.
VURAL KAVUNCU (Manisa) - Görüyoruz ne yaptıklarını.
ALTAN TAN (Devamla) - Şimdi, bunları konuşmayacaksak nerede konuşacağız? Ondan sonra da bir bebek için ağlıyoruz. 500 tanesi yeni öldü İtalya kıyılarında; yeni, 500 tanesi! Binlerce insan tankerlerin içinde öldü; kapalı, benzin tankerinin, petrol tankerinin içine sıkışmış. Aynen, Şener Şen'in eski filmleri vardı yani trajikomik kara mizah. Bu insanlar öldü.
E peki, bunları konuşmayalım. Peki, mülteci sorunu mu doğru düzgün yönetildi burada? Yani bu kadar insanın göz göre göre ölüme gönderilmesi sahillerden... Hiçbir kaymakam, hiçbir emniyet müdürü, hiçbir jandarma, Sahil Koruma görmedi mi bunları? Adam, dediğim gibi, Somali'den gelip, Suriye'den gelip Aksaray'daki insan kaçakçısını buldu. Sonra da 2 tanesini, göstermelik mahkemeye çıkar, ikişer sene ceza ver.
Değerli arkadaşlar, içerideki bu durum da sürdürülebilir değil. Onun için, Türkiye'nin acilen -oy oranı hangi partinin ne kadarsa ayrı bir şey- hem iç barışını sağlaması lazım hem dış barışını sağlaması lazım.
Peki, nasıl? "İşte, biz barış yapmak istiyoruz da olmuyor." Bir projenin olması lazım, dünya siyasetiyle ilgili bir dış projenin olması lazım, Dışişleri Bakanının, yetkililerin gelip burada Meclisi aydınlatması lazım, geceler boyunca bunları konuşmamız lazım Suriye politikasından, Irak'tan, Avrupa Birliğinden Rusya'ya kadar, Çeçenistan'a kadar. Nedir, bizim, ülke olarak, devlet olarak, iktidar olarak istikametimiz nedir? Nasıl bir dünya, nasıl bir Türkiye istiyoruz? Ondan sonra da iç barış. Bu sorunlar nasıl çözülecek? Kürt sorunu, Alevi sorunu, dindar-laik gerilimi, çarpık ekonomi, nasıl oturacak bunlar rayına?
"E biz bildiğimiz gibi götürürüz, nereye kadar gidiyorsa götürürüz." Vallahi, bu neye benzer biliyor musunuz? Yirmi dört saat kavga eden bir aile o mahallenin en zengini de olsa, en kalabalığı da olsa, en cesuru da olsa o ailede huzur da olmaz, dirlik de olmaz, birlik de olmaz. Bizim, altını çizerek, ısrarla söylediğimiz bu ve üstelik eğer Türkiye'de bu istikrar sağlanamazsa o sıkça bahsedilen İslam dünyasında, Mısır'dan, Pakistan'dan Tunus'a kadar, Fas'a kadar bu İslam dünyasında da Müslüman bir demokrasi inşa edilemez. İşte, Batı dünyasında şu an belki en büyük tehlike bu, Batı dünyası bütün Müslüman demokrasileri -tırnak içinde- kara listeye aldı. Bunun en önemli sebeplerinden birisi de Türkiye'deki uygulamaların istenilen neticeye gelememesi. Burada, "Batılılar sütten çıkmış ak kaşıktır, bunlar zaten çok iyi şeyler istiyorlardı da biz beceremedik.", asla bunu demek istemiyorum, asla, hayatım boyunca da demedim ama İslam dünyası ve bu İslam dünyasının en önemli merkezlerinden birisi Türkiye'nin de mutlaka, mutlaka, mutlaka yeni bir değerlendirme yapması lazım.
Hepinize saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
Polemik yapan arkadaş da kayboldu, keşke dursaydı da biraz biz de burada konuşsaydık.