GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesine Ek Üçüncü Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:81
Tarih:26.04.2016

HDP GRUBU ADINA BURCU ÇELİK ÖZKAN (Muş) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; az önce Sayın Bakan "Bu ülkede 'tutsak' diye bir tanım yoktur, tutuklu ve hükümlü vardır." dedi. Şimdi, burada tutukluluğun ve hükümlü olmanın kanunlarımızdaki tanımlarını anlatmakla sizlerin başını ağrıtmayacağım ancak şayet bir yıldır cezaevinde tutulup, soruşturmasına ilişkin herhangi bir kalem oynatılmamış yüzlerce, binlerce insan varsa buna "tuksak"tan başka hiçbir şey diyemeyiz. Bunu çok daha fazla tartışabiliriz ancak bence bu örnekler bile hâlihazırda bunu anlatmaya yeterli.

Şimdi, üzerinde konuşacağım tasarı Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesine Ek Üçüncü Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu. Biz, Halkların Demokratik Partisi cezaevi komisyonu olarak, cezaevlerindeki ihlallerin Genel Kurulda gündeme getirilmesi ve Genel Kurul tarafından da Parlamento çatısı altında görev alan tüm vekillerin duyarlılık göstermesi noktasında, bugün cezaevlerindeki ihlallere ilişkin konuşmalarımızı yapmaya devam edeceğiz.

Kadın tutsakların cezaevlerinde yaşadığı çok açık ağır ihlaller var değerli arkadaşlar, bunlara biraz değinmek isterim.

Türkiye Cumhuriyeti, Anayasa'sı başta olmak üzere, tarafı ve imzacısı olduğu birçok uluslararası sözleşmeyle yaşam hakkını garanti altına almayı ve hiç kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulmayacağını taahhüt etmektedir, ancak tarihinde dönemsel olarak hafifletilmiş ya da ağırlaştırılmış olarak işkencenin sistematik bir şekilde yaygın olarak uygulandığı Türkiye, imzacısı olduğu uluslararası sözleşmeleri ihlal ettiği gerekçesiyle defaatle kınanmış ve yüklü tazminat cezalarına mahkûm edilmiştir, fakat yaşanan tüm bu hukuki süreçlere rağmen, bugün hâlen özellikle kadınlara yönelik çok boyutlu işkence ve şiddetin artarak devam ettiğine tanıklık etmekteyiz.

Kadınlara yönelik, başta cinsel şiddet olmak üzere, fiziksel ve psikolojik işkencelerin uygulandığı en önemli alanlardan birini insan hakları ihlallerinin yoğun yaşandığı cezaevleri oluşturmaktadır. Cezaevlerinde bulunan tutuklu ve hükümlü kadınların basına da yansıyan beyanları ve insan hakları örgütlerinin hazırladıkları raporlar sonucunda, cezaevlerinde kadınlara yönelik işkence ve insan onurunu kırıcı kötü muamelenin sistematik ve yaygın olarak uygulandığı tespit edilmiştir.

Uygulanan bu işkence ve kötü muamelenin başında ise "ince arama" adı altında, zorla çıplak aramayla vuku bulan taciz, buna karşı koyanların ağır şekilde darp edilmek suretiyle fiziksel şiddete maruz kalmaları gelmektedir. En yakın örneği Alanya Cezaevinde yaşanan vakadır. Şöyle ki: Alanya L Tipi Cezaevinde kadın tutsakların SEGBİS sistemiyle ifade vermekten, kendilerinin, feragat etmeleri ve gidip mahkemelerinde, dosyalarının bulunduğu mahkemede ve ilgili hâkimlere ifade vermek istemelerinden kaynaklı olarak cezaevinde, burada ne yazık ki sizlerle paylaşamayacağım ve konuşamayacağım derecede ağır bir çıplak aramadan geçtiğini tüm Parlamentonun yine duyarlılığına sunuyorum. Bulundukları cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri hakkında mektup veya başka yöntemlerle bilgi veren tutsaklar hakkında bu ve çeşitli keyfî sebeplerle açılan disiplin soruşturmaları ile hücre cezaları ise diğer kötü muamele uygulamaları olarak rutin bir şekilde sürdürülmektedir.

Cezaevleri kapasitesinin aşılmış olmasının doğal sonucu olarak yaşam hakkı ihlalleri vuku bulmakta, özellikle ciddi sağlık sorunları ortaya çıkmaktadır. Yine, bu kapasite aşımı sebep gösterilerek ikinci bir cezalandırma yöntemi olarak uygulanagelen nakil ve sürgünler de ciddi oranda artmıştır. Ayrıca, gerek nakil, sürgün kararlarında gerekse nakil işlemleri sırasında keyfî uygulamalar, taciz, hakaret ve tehdit gibi uygulamalar da cezaevlerinde yaşanan diğer rutin hak ihlallerini oluşturmaktadır. Keyfî nakil ve sürgünlerle ailesinden, çocuklarından çok uzak yerlere gönderilen kadın tutsaklara ikinci bir ceza uygulaması yaşatılırken, özellikle ekonomik yetersizlikler de göz önünde tutulduğunda ailelere de ceza kesildiği açıkça görülmektedir. Nakil ve sürgün uygulamaları en ağır insan hakları ihlalleri olarak, özellikle seyahat etmesi sakıncalı bulunan hasta kadın tutsaklar için ayrı bir işkenceye dönüşmektedir.

Gözaltında ve cezaevinde kadınlara yönelik bu uygulamalar, cinsel, fiziksel ve psikolojik şiddet olmak üzere çok boyutlu insan hakları ihlalleri ve işkence suçu oluşturmaktadır. İşkence hem ülkemizde hem de dünyada bir insanlık suçudur. Türkiye imzalamış olduğu birçok uluslararası sözleşmeyle işkencenin yasak olduğunu kabul etmiş, işkencenin önlenmesi için gerekli tedbirleri almayı taahhüt etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası madde 17'de ifade edildiği gibi, kimseye işkence ve eziyet yapılamaz. Hiç kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan insanlık dışı ya da onur kırıcı işlemlere ve muameleye tabi tutulamaz.

Değerli arkadaşlar, İnsan Hakları Alt Komisyonu olarak yaptığımız ziyaretlerde, cezaevi ziyaretlerinde... Evet, az önce arkadaşımız belirtti. Durumu çok vahim olduğu için ve acil, ivedilikle bizlerin, hepimizin bir refleks göstermesi gerektiği için tekrar vurgulamakta fayda görüyorum: Abdulkadir Fırat... Bu mektup kendisinden gelen mektup, cezaevinden gelen mektup ve biz bunu İnsan Hakları Komisyonuna da, İnsan Hakları Alt Komisyonuna da ilettik ve burada Abdulkadir Fırat'ın durumuna ilişkin esaslı bir bilgi var. Fakat, bizler Komisyon üyeleri olarak bu kişiyi yerinde de görme şansına sahip olduk. Şu anda Tekirdağ F Tipinde, bir yatakta, bir koğuşta, arkadaşlarının bakımına muhtaç bir şekilde, yüzde 80 raporuyla, "Cezaevinde kalamaz." raporuna rağmen, konuşma ve ne yazık ki hareket etme yetisine de sahip olmayan bu tutsağın ve Abdulkadir Fırat başta olmak üzere tüm hasta tutsakların ivedilikle serbest bırakılması gerekmektedir. Bu raporda ise elimize ulaşan sayısız mektupla cezaevlerinde yaşanan ihlallerin -tekrar- listesidir. Bu da yine duyarlılık gösterilmesi açısından İnsan Hakları Komisyonuna sunulmuştur.

Değerli arkadaşlar, cezaevleri çok uzun süredir hak ihlallerinin ve insan onuruna aykırı uygulamaların yaşandığı fiziksel ve psikolojik işkence mekânları olarak kullanılmaktadır. Burada ihlaller elbette ki değerlendirilir, elbette ki gündemleştirilir. Ancak, hasta tutsak meselesi bu ülkenin kanayan yarasıdır. Bakın, şu anda, 350'yi aşkın hasta tutsak tahliye olmayı, serbest bırakılmayı, son günlerini aileleriyle geçirmeyi beklemektedir. Bunların hiçbir şekilde politikayla, siyasetle, farklı ideolojilere sahip olmakla uzaktan yakından ilgisi yoktur. Bu mesele insanidir, vicdanidir ve elbette ki hukukidir.

Yine bir örnek vermekte yarar görüyorum: Celal Şeker. Sanırım sayısız kez burada yine ismini zikrettik ve birçok temasta da bulunduk. Diyarbakır Cezaevinde bulunan Celal Şeker'in böbreklerinin artık yok hükmünde olduğunu ve âdeta ölümü beklediğini de yine buradan belirtmek gerekir.

Yine, az önce ismi geçti ama tekrar söylemek lazım: Sibel Çapraz. Bakın, bağırsağı dışarıda ve bağırsağı bir torbaya bağlı.

Bunların, gerçekten, siyasi konjonktür sebebiyle askıya alınan ve çözüm sürecinde üzerinde bir konsensüs oluşturulan hasta tutsakların durumunu askıya almak gibi bir şansımız yok. Eğer önlem almazsak yakın zamanda cezaevlerinden, ne yazık ki, sayısız ölüm haberi peş peşe gelecektir.

İsmini burada zikredebileceğim çok fazla hasta tutsak var ancak ne yazık ki sürem yeterli değil. Bu noktada, duyarlılık gösterileceğine de benim inancım tam. Parlamentonun, siz değerli vekillerin ve tüm parti gruplarının bu meseleyi acil olarak çözmesi gerektiğini tekrar vurgulamak gerektiğini düşünüyorum ve sizleri tekrar saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)