| Konu: | Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesine Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 80 |
| Tarih: | 25.04.2016 |
HDP GRUBU ADINA İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 294 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın 3'üncü maddesi üzerine söz aldım. Hepinizi bir kez daha saygıyla selamlıyorum.
Başından beri Avrupa Birliği süreci ve vize muafiyetiyle ilgili yapılması gereken köklü değişikliklerle ilgili buradan uyarılarda bulunuyoruz. Şunu herhâlde hepimiz hakkını teslim ederek kabul ediyoruz: Bu ülkede vatandaşlık tanımıyla ilgili, temel hak ve hürriyetlerle ilgili, inanç özgürlüğüyle ilgili, ana dil önündeki engellerin kaldırılmasıyla ilgili ve yerinden yönetim modelleriyle ilgili yani yetkiyi yerele veren bir idari reformla ilgili temel birtakım düzenlemeler yapılmadan, bizim, Avrupa Birliği standartlarını yakalamamız ya da onlarla ilgili herhangi bir iddiada bulunmamız mümkün değil. O nedenle getirilen teknik düzenlemelerden çok, bahsettiğim konu başlıklarında hızla köklü birtakım değişikliklere ve buradan yola çıkarak da sivil özgürlükçü demokratik bir anayasaya ihtiyacımız var.
Şimdi, bakın, demin CHP grup başkan vekili Meclis Başkanının laiklikle ilgili söylemiş olduğu sözlerle ilgili burada bir konuşma yaptı. Herhangi bir milletvekili bu konuda görüşlerini ifade edebilir, bu bir düşünce ve ifade özgürlüğü hakkıdır ve bir milletvekilinin kendi hakkını kullanması kadar da doğal bir şey yoktur ama bir Meclis Başkanı, özellikle 78 milyonun tamamının iradesini temsil eden bu Meclisin iradesiyle ilgili bu tarz süreçlerde çıkıp böyle sorumsuzca açıklamalar yapma hakkına sahip değildir. Evet, Türkiye'de gerçek anlamda bir laiklik hiçbir zaman olmamıştır yani Türkiye'deki laiklik laiklikten çok bir laikçilik dogması üzerinden, neredeyse doksan yıldır bugünlere getirilmiştir. Bu dogmatik yapı dini devletin tahakkümü altına almış, dini devletin hizmetine sunmuş ve bu yönüyle de aslında laikliğin esas amacı olan bağlamdan da laikliği olabildiğince uzaklaştırmıştır. Çoğu zaman bir sopa olarak toplumsal kesimleri terbiye etmenin bir aracı olarak kullanılmıştır. Yani bugün iktidar partisi sıralarını dolduran birçok milletvekili ve cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar laiklik sopasıyla muhafazakâr, mütedeyyin kesimlerin inanç dünyası üzerinde büyük bir baskı oluşturmuştur. Bu tavrın kendisi laiklik falan değil. O nedenle Türkiye'nin bu dogmatik laikçilik anlayışı aşıp özgürlükçü bir laikliği yeni anayasaya mutlaka oturtması gerektiği kanaatindeyiz.
Bakın, doksan yıldır bir devlet dini oluşturuldu âdeta. Yani, Türk Sünni ve Hanefi mezhebini merkezine alan ama aslında o Sünni ve Hanefi mezhebinin içtihatlarından da uzak olan bir kutsal devlet dini oluşturuldu ve o kutsal devlet dinine göre de inanç dünyasının, din dünyasının tamamı tahakküm altına alınmaya çalışıldı. Sadece Alevilik ya da Şiilikle ilgili ya da diğer din ve inançlarla ilgili sorunlar aslında bu topraklarda yaşanmadı. Sünniliğin diğer mezhepleriyle ilgili de dayatmacı ceberut bir devlet anlayışı, bu dogmatik laiklik üzerinden yaşama geçirilmeye çalışıldı. Örneğin ben bir Şafii Kürt olarak, kendi bulunduğum memleketin yüzde 95'i Şafii mezhebine göre ibadetlerini, o içtihatları yerine getirmelerine rağmen o il sınırları içerisinde kendi mezhebimin içtihatlarına göre ibadet yapma özgürlüğüne hiçbir zaman sahip olmadım.
Yine diğer mezheplerle ilgili, zaten herhâlde burada uzun uzun konuşmaya gerek yok. Yani Alevilikle ilgili bu devlet dininin yaklaşımı, bu dogmatik laikliğin yaklaşımı doksan yıldır ortada. Hâlâ cemevlerine statü verilmemesi, ibadethane statüsünün tanınmaması, hâlâ Alevilerin nasıl bir inanç dünyasının olması gerektiğiyle ilgili devlet kurumlarının kendi hadlerini de aşarak birtakım çerçeveler çizmeleri, bu konuda içerisinde bulunmuş olduğumuz geri noktayı anlatmaya yeter diye düşünüyoruz.
Tabii ki Müslümanlık dışında diğer dinlere mensup olan Hristiyan, Musevi, Ezidi gibi yurttaşlarımızın da inanç özgürlüğünü olabildiğince özgür bir şekilde yaşadığını herhâlde hiçbir milletvekili iddia edemez. Bizim savunmuş olduğumuz özgürlükçü laiklikte devlet, yurttaşın veyahut toplulukların dinle ilgili faaliyetlerine ya da örgütlenme çalışmalarına nötr kalmak zorundadır, burnunu sokma hakkına sahip değildir. Bu nötr pozisyonda o toplulukların ya da bireylerin kendi dini ya da inancının gereklerini yerine getirmekle kaynak sunma, destek sunma pozisyonunda ancak olabilir. Bunun ötesindeki yaklaşımlar -dediğim gibi- doksan yıllık dogmatik bir laikçilik anlayışının ötesine geçemez ki bunu da aşmadan bizim temel birtakım reformları yapmamız mümkün değil.
Yani bahsettiğim beş konu başlığında, her konu başlığında çok uzun detaylı konuşulabilir ancak özellikle demokrasi, insan hakları, barış ve hukuk devleti konusunda kabul etmeliyiz ki Avrupa Birliği kriterlerinin çok çok gerisinde ve özellikle son on dört yıllık AKP iktidarının son beş altı yıllık döneminde de olabildiğince uzağına savrulmuş durumdayız. 2002 ile 2010 AKP dönemini bir şekilde ayrı tutup 2010'la 2016 arasına bir parantez açmak gerekirse düşünce, ifade, örgütlenme özgürlüğü, basın özgürlüğü, özgür medya, yargı bağımsızlığı konusunda nerelere savrulduğumuz noktasında herhâlde en son AB ilerleme raporuna bir göz atmak yeterlidir. Yani en son, daha birkaç hafta önce açıklanan ilerleme raporunda açık bir şekilde Türkiye'de medyanın bağımsız olmadığı, yargının bağımsız olmadığı, hukuk devleti ilkesinden alabildiğince Türkiye'nin uzaklaştığı, kuvvetler ayrılığıyla ilgili kaygıların had safhaya ulaştığı, temel insan hakları ve hak ve hürriyetler konusunda da her geçen gün geriye doğru giden bir tablo çizildi.
Yine, içeride yaşanan savaş süreciyle ilgili Avrupa Birliği ilerleme raporunda net olarak bir an önce müzakere masasına dönme ve çözüm sürecini başlatma çağrısı yapıldı.
Şimdi, bu bahsedilen hususların hiçbirinin gereğini yerine getirmeyeceksiniz, bu konuda temel düzenlemeyi esas alan hiçbir ilerlemeyi sağlamayacaksınız, barışla ilgili herhangi bir kaygınız olmayacak, özellikle Suriye ve Orta Doğu politikasında sizin politikalarınızın ortaya çıkarmış olduğu mülteci sorunuyla ilgili gerçek çözüme hiçbir katkı sunmayacaksınız, mültecileri Avrupa Birliğine karşı bir tehdit kartı olarak gittiğiniz her yerde kullanacaksınız, ondan sonra da buraya getirdiğiniz teknik birtakım yasaları, işte "1 Mayısa kadar geçirirsek Avrupa Birliği konusunda şu şu ilerlemeleri sağlarız." gibi tespitlerde bulunacaksınız. Buna, ne bizim inanmamız ne dünyanın inanması mümkün değildir. Yapılması gereken, temel konularda cesur, köklü reformlar yapmak ve bir an önce içeride iç barışını sağlamış, dışarıda da Orta Doğu'da yaşanan kaos ve savaş süreçlerinde sözü dinlenir, ağırlığı olan, barışçıl, diplomatik çabaların merkezinde yer alan bir ülke pozisyonunu hızla yakalamaktır diyorum Sayın Başkan.
Karar yeter sayısı isteyerek Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)