GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesine Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:80
Tarih:25.04.2016

HDP GRUBU ADINA İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. 294 sıra sayılı Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesine Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı üzerine söz aldım.

Öncelikle şunu ifade edeyim: Tabii, buradan geçen her yasal düzenlemenin uygulamasının ne şekilde olduğuna da Avrupa Birliği ya da Avrupa'yla ilgili kurumlar önem verirler. Pek çok konuda; düşünce, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü konusunda AKP Hükûmetinin uygulamalarının AB kriterleriyle ne kadar uyuştuğunu ya da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesiyle ilgili burada yapılan düzenlemelerin ne kadar hayata geçtiğini bu kürsüden defalarca belirttik, ifade ettik.

Şimdi, bugün yapılan düzenleme de suçluların iadesine ilişkin bir kabulü, bir onayı öngörüyor. Ancak yakın dönemde AKP Hükûmetinin suçluların iadesiyle ilgili karnesi, sicili o kadar bozuk ki bu konuda hangi yasal düzenlemeyi getirirseniz getirin Avrupa Birliğini inandırmanız ya da bugüne kadar işlemiş olduğunuz suçlardan sıyrılmanız mümkün değil. Bütün bunların tamamı da yine Suriye ve Orta Doğu politikasıyla yakından ilişkilidir. IŞİD başta olmak üzere oradaki çete yapılarla girilen birtakım kirli ilişkiler neticesinde, bugün dünyanın neresinde olursa olsun herhangi bir yerde bir bomba patladığında bu bombayı patlatanların Türkiye'den geçtiğine dair, bu toprakları, bu sınırları kullandığına dair hemen sıcağı sıcağına bir tartışma başlıyor çünkü dediğim gibi, bu konuda geliştirmiş olduğunuz ilişkiler zaten sizi böyle bir tartışmanın ortasına atıyor.

Bakın, yakın dönemde, 2015 yılının Temmuz ayında Ankara'da EĞİTİM-SEN'de bir polis operasyonu yapıldı, EĞİTİM-SEN misafirhanesinde AFAD kimlik kartıyla Türkiye'ye gelen 6 Rojavalı yurttaş gözaltına alındı ve sonra birtakım hukuksal süreçler, mahkeme süreçleri işletildi. Dikkat edin, bu kişilerin cebinde AFAD kimlik kartı vardı yani AKP Hükûmeti ya da AFAD kurumu Rojava'daki yetkililere "Eğer bu yaralılar Türkiye'ye gelirlerse biz onları tedavi edip, sağlık sorunlarını giderip ondan sonra kendi topraklarına geri göndereceğiz." sözünü vermişlerdi, o taahhütte bulunmuşlardı. Ancak, yapılan operasyondan sonra gözaltına alınan 6 Rojavalı yurttaş çıkarıldıkları mahkeme sürecinden beraat ettiler yani herhangi bir suçlarının olmadığı, gözaltına alınma işleminin haksız, hukuksuz olduğu ve dolayısıyla da tutuklanmaları için bir gerekçe olmadığı belirtildi. Şimdi, beklenir ki tedavi için bu topraklara kabul ettiğiniz ve taahhüt verdiğiniz bu 6 Rojavalı yurttaşı kendi topraklarına, kendi sınırlarına geri göndermeniz. Ancak, AKP Hükûmeti bu insanları kendi sınırlarına göndermek, kendi yakınlarının yanına göndermek yerine o dönem Ahrar el-Şam ve El Nusra'nın denetiminde bulunan Cilvegözü Sınır Kapısı'ndan bu örgütlere teslim etti. Yani, 6 Rojavalı yurttaş sedyeler üzerindeyken gözaltına alındı; gözaltında yaralıyken ağır hakaretlerden, ağır işkencelerden geçirildi; beraat ettikten sonra da âdeta ölüme gönderilecek şekilde Suriye'de, Rojava'da savaştıkları çete yapılarına teslim edildi.

Biz o dönem hem Hükûmet nezdinde hem devlet nezdinde girişimlerde bulunduk. Önce inkâr ettiler, "Böyle bir şey olamaz." dediler. Çünkü, bu, Birleşmiş Milletlerin evrensel sözleşmelerine göre, Türkiye'nin de 1949 yılında altına imza attığı Cenevre Sözleşmesi'ne göre savaş suçudur ve bir ülkeyi Lahey'e götürecek, orada yargılanmaya götürecek olan, insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur. Ancak, bunu inkâr eden yetkililer, daha sonra konuyu araştırdıklarında bu olayın gerçekten o şekilde vuku bulduğunu ve bu 6 Rojavalı yurttaşın bu çetelerin elinde olduğunu, bu çetelerden almak için de kendilerinin devreye gireceği sözünü bize verdiler. Ancak, aradan aylar geçmesine rağmen, bu verilen sözler ve taahhütlere rağmen bu Rojavalı yurttaşlar o çetelerden alınmadı ve AKP eliyle, Türkiye açık bir şekilde savaş suçu konusu olabilecek bir suçun altına imza atmış oldu.

Şimdi, tabii, bu konuda sayısız örnekler verebiliriz. Ancak suçluların iadesinden çok, suçluları bir takas pazarlığı konusu hâline getirmek geleneğini AKP'nin daha fazla alışık olduğu bir gelenek olarak buradan ifade etmek gerekiyor. Musul Başkonsolosluğuna yapılan baskından sonra -hatırlarsanız- o dönem 49 yurttaşımız rehin alınmıştı ve o dönem IŞİD'le yapılan birtakım gizli pazarlıklardan sonra, yüz bir günlük bir rehine olma durumu ortadan kaldırılmış ve bu yurttaşlarımız kendi ailelerine, kendi ülkelerine, topraklarına geri dönmüşlerdi. Tabii, geri dönmeleri son derece memnuniyet verici ancak IŞİD gibi bir çete örgütüyle o dönem hangi kirli pazarlıkların yapıldığını bütün dünya kamuoyu ve Türkiye kamuoyu tartışmasına rağmen, bugüne kadar kamuoyunu tatmin edecek hiçbir açıklama yapılmadı. O dönem hatırlarsanız Cumhurbaşkanı Erdoğan da IŞİD'le birtakım müzakerelerin yapıldığını, velev ki takas olmuşsa bile bunun bir başarı sayılması gerektiğini ifade etmişti. Hükûmete yakın olan bazı yandaş kalemler de bu 49 yurttaş karşılığında 50'ye yakın IŞİD mensubunun -ki bunların içerisinde örgütün üst düzey yöneticilerinin de olduğunu ifade etmişlerdi- IŞİD'e teslim edildiğini, IŞİD'le bir takas alışverişinin yapıldığını ifade etmişlerdi.

Şimdi, siz böylesi bir karneye sahipken yani bu tarz çete örgütleriyle olmaması gereken her türlü karanlık birtakım ilişkilere girmişken burada suçluların iadesine ilişkin herhangi bir düzenleme yaptığınızda da herhangi bir inandırıcılığınız olmaz. Avrupa Birliğinin de bu süreçleri bilmediğini farz ediyor olamazsınız. Yani bütün bu süreçler, dosyalar hâlinde, uluslararası kamuoyu tarafından da yakından takip ediliyor. Belki bugün içeride, bölgede, Orta Doğu'daki sıcak gelişmelerden dolayı bu dosyalar gündemleştirilmiyor, önünüze getirilmiyor ancak yakın dönemde yapılan pazarlıklar konusunda hazırlanmış olan dosyaların tamamının önünüze getirileceğini bilmeniz gerekiyor.

Bakın, bu, suçluların iadesiyle ilgili kanayan bir yaraya özellikle buradan parmak basmak istiyorum: Bu geri gönderme merkezlerindeki insanlık dışı uygulamalar. En son, Erzurum Aşkale'deki geri gönderme merkezinde Dilo Derviş'in, Dilo Derviş adında bir Rojavalı yurttaşın katledilmesiyle, altını çizerek söylüyorum katledilmesiyle birlikte bu geri gönderme merkezlerindeki insani dram burada da gündemleştirilmişti. Dilo Derviş, Aşkale'deki geri gönderme merkezinde, 3 metrekarelik bir hücrede, 1,80 boyundaki bir ranzada, ölüm sebebi "Kendi hazırlamış olduğu bir iple intihar etti." şeklinde kamuoyuna yansıtıldı. Ancak o dönem milletvekillerimizi, insan hakları savunucularını, ailesini o geri gönderme merkezine gönderdiğimizde, maalesef, o alanda herhangi bir inceleme yapmalarına müsaade edilmedi ve Dilo Derviş'in otopsi raporu da bütün kamuoyundan saklandı. 1,80 boyundaki bir kişinin 1,80 boyundaki bir ranzadan kendini asmak suretiyle intihar ettiğini kamuoyuna ifade edecek kadar çılgınlaşmış ve aslında da insanlıktan uzaklaşmış olan bir yaklaşımdan bahsediyoruz. Dolayısıyla, bu tarz süreçler geri gönderme merkezlerinin hemen hemen tamamında yaşanıyor. Yani, insanlar geri gönderilmesi gereken yerlere, kendi topraklarına, kendi ailelerine geri gönderilmek yerine, ya bu geri gönderme merkezlerinde infazlara tabi tutuluyorlar ya da oralarda hayatlarını kurtarabilmişlerse de onları sınır dışında kendi savaştıkları çetelere teslim etme süreçleri AKP eliyle geliştiriliyor.

Dolayısıyla, bu konularla ilgili, uluslararası hukuk mercilerinde her geçen gün biriken dosyalarınız ortadayken burada suçluların iadesiyle ilgili bir düzenlemenin altına onay vermeniz hiçbir şekilde inandırıcı bulunmaz. AB kriterleri açısından da bu tarz palyatif çözümlerle herhangi bir şekilde yol alınmaz diyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)