GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Velayet Sorumluluğu ve Çocukların Korunması Hakkında Tedbirler Yönünden Yetki, Uygulanacak Hukuk, Tanıma, Tenfiz ve İşbirliğine Dair Sözleşmeye Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısına münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:80
Tarih:25.04.2016

HDP GRUBU ADINA BEHÇET YILDIRIM (Adıyaman) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

280 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın 3'üncü maddesi üzerinde partim ve grubum adına görüşlerimizi belirtmek üzere söz almış bulunmaktayım.

Konuşmama başlamadan önce dün Ankaragücü-Amedspor maçında yapılan ırkçı ve faşist saldırıyı şiddetle kınadığımı belirtmek istiyorum. Kim bu şiddet ortamını yaratmışsa bunları da şiddetle kınıyorum.

Velayet sorumluluğu ve çocukların korunması hakkındaki bu yasa tasarısı özellikle çocuk haklarıyla ilgilidir. Sözleşme içeriğinden önce, söz konusu çocuklar olunca ülkemizin karnesini bir değerlendirmek gerekir.

Sözlerime Yaşar Kemal'in şu cümlesiyle başlamak istiyorum: "Zamanın bütün yaraların ilacı olduğu büyük bir yalan. Zaman öldürülmüş bir çocuğun yaralarını iyileştiremez."

Çocuk haklarına ilişkin olarak Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, iç hukukun ayrılmaz ve tartışılmaz bir parçasıdır ve temel haklar ve özgürlüklerle ilgili mesele söz konusu olduğunda iç hukuka üstünlük taşımaktadır. Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, devletlere, silahlı çatışma ortamlarında çocukları bütün zararlardan koruma ve haklarını güvence altına alma yükümlülüğünü getirmiştir. Devletler, silahlı çatışma ortamlarında sivilleri ve özellikle çocukları korumak ve her türlü işlemde çocuğun yararına öncelik vermekle yükümlüdür. Sadece savaşlarda değil, her türlü silahlı çatışma ortamında, Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme'nin 38'inci maddesi başta olmak üzere, tamamı askıya alınmaktadır.

Uluslararası sözleşmeleri sadece imzalayan bir ülke konumundayız. Bunu, kendi ülkesinin vatandaşları ve çocuklarını koruma gibi bir önceliğimiz yoktur. Öyle bir hâle geldik ki, Avrupa Birliği ve uluslararası camianın baskısı olmasa demokratik değerleri benimseyen tek bir yasa çıkarmayacağız. Bütün özgürlükçü yasalarımızı Avrupa Birliği mevzuatına uyum ve raporlarda belirtilen eleştirileri kâğıt üzerinde karşılamak üzere düzenliyoruz ve insanlığın ortak değeri olacak hak ve özgürlükler konusunda imzaladığımız her türlü uluslararası belge sadece kâğıt üzerinde kalmakta ve ne yazık ki uygulamaya yansımamaktadır. Bunun başlıca sebebi, hak ve özgürlükleri içselleştirecek, demokratik değerleri savunan bir siyasi iradenin olmayışıdır. Hiçbir hak yoktur ki mevzuata işlenebilsin. Ancak, kafalara, ruhlara işlenebilmesi için ayrı bir empati, ayrı bir hoşgörü, ayrı bir olgunluk gerektirmektedir.

Bakın, demokratik değerleri içselleştiren bir siyasi irade döneminde çocukları koruyan düzenlemelere imza atıyoruz ya, çocukları koruyoruz ya, eğer çocukları korumuş olsaydık 2013 yılında polis tarafından gaz fişeğiyle yaşam hakkı ihlaline uğrayan 15 yaşındaki Berkin Elvan ölmezdi.

Avrupa'ya ulaşabilmek için Akdeniz'i geçerken yaşanan kazalarda ölenlerin yüzde 30'u mülteci çocuklar ve bu çocukların ölümünü engellemek için Avrupa'dan para isteyen bir ülkeyiz. Ege'de karaya vuran, Aylan Kurdi'nin cesedi değil, Hükûmetin vicdanıdır. İstenseydi, sıkı bir denetimle o kadar çocuk Ege sahillerinde ölmezdi, denizlerde boğulmazdı.

Yine, savaşın en büyük mağdurları çocuklardır. Sokağa çıkma yasağı uygulamaları sonrasında yaklaşık 500 bin çocuğun en temel yaşam ve sağlık hakkının ihlal edildiği bildirilmektedir. Yüzlerce çocuğun yaşamını yitirdiği belirtiliyor. Annesinin kucağında çocuklar öldürüldü; çocuklar, sokak ortasında yatan annesinin cenazesini günlerce seyretmek zorunda kaldı. Çocuk cenazeleri derin dondurucularda bekletildi. Cizre'deki ablukada halk çocuklarımız için bizden su ve mama getirmemizi istemişlerdi. Vekil olarak bu işi üstlendiğimi güvenlik birimlerine söyledim. Yanımda mama ve su vardı, "Hayır, götüremezsin." dediler. "Hekimim, götüreyim, ambulansla gideyim." dedim, maalesef abluka altındaki oradaki çocuklara bir su ve mama bile ulaştıramadım. Ölümden ve yaralanmalardan kurtulabilen çocukların evleri, sokakları, okulları yani güvenlik alanları havan topları, füzeler, mermiler ve bombalarla yıkılmaktadır. Çocukların bir kısmı, bu yıkımı geride bırakarak göçmekte, yoksulluk ve yoksunluk içerisinde yaşamaya çalışmaktadır.

Çocukları korumanın en kestirme yolu barışçıl bir ortamı sağlamaktan geçmektedir. Çocuklar için yükümlülüğümüz silahların susturulmasını gerektirmektedir. Çocukları koruyoruz ya, örnek kabilinden çok acı iki olayı hatırlatayım sizlere. Pozantı Cezaevi taciz, tecavüz iddiaları ne oldu? Pozantı'da tecavüz olayında, örneğin, sanıklar beraat etti ve genelde kamu görevlileri bu tür suçlarda cezasız kalmaktadır. Bu olaylarda genelde devlet kurumları, eğitim kurumları, bazen olayı kapatma ve görmezden gelmeye yönelebilmektedir. Bilindiği üzere, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu konuyla ilgili "Buna bir kere rastlanmış olması hizmetleriyle öne çıkmış bir kurumumuzu karalamak için gerekçe olamaz. Biz Ensar Vakfını tanıyoruz, hizmetlerini de takdir ediyoruz." açıklamasıyla âdeta çocukları değil, vakfı koruyarak hiç çekinmeden çocuklara yönelik cinsel istismarı ve tecavüzleri meşrulaştırmaya gidebilecek beyanlarda bulunmuştur.

Ayrıca, Bakana şunu söylemek isterim: Bu bir kez olmadı, bu iktidar döneminde çocuk ve taciz olayları onlarca oldu. Pozantı Cezaevini unuttunuz mu? Bugünkü tavrın sonucu ne oldu biliyor musunuz? 2012'de Pozantı Cezaevine konulan çocuklara taciz ve tecavüz ettiği ortaya çıkan zanlılar hakkında açılan dava takipsizlikle sonuçlandı. Ülkede çocuklara yönelik istismarın önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınması noktasında ihmali bulunan ve çocuk istismarıyla anılan vakıflar hakkında yaptığı açıklamalarla sorumluluğu bulunan vakıfların cezasız kalacağı konusunda kamuoyunda ciddi bir endişe ve güvensizlik yaratan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu hakkında verdiğimiz gensoru iktidarın oylarıyla reddedilmiştir. Demokratik ülkelerde istifa sebebi olan bu uygulamalar istifa etmek yerine, suçta ihmali olanları savunabilecek, onları koruyabilecek bir duruma gelmiştir. Çocukların yoksulluğundan ve yoksunluğundan çocuklara karşı işlenen suçlarda bir numaralı sorumlu devlet ve devleti idare eden hükûmetlerdir. Devletin, Hükûmetin çocukların yararını koruma yükümlülüğü mevcuttur. Ortada çok vahim iddialar var ve çocukların tacize, tecavüze uğradığı iddiaları var ve Bakanın önceliği Ensar Vakfını aklamaya yönelik beyanlarda bulunmak olmamalı.

İşte, çocuklara verdiğiniz önemin tablosu Pozantı Cezaevi ve Ensar Vakfı iddiaları hakkındaki tutumunuzla gün yüzüne çıkmıştır. Bu nedenle, ne yazık ki biz çocuklarımızı koruyan, çocuklarımızın yararını gözeten bir ülke değil; çocuk ölümlerine, çocuk tacizlerine seyirci kalan ve yer yer çocuk ölümlerine, çocuk tacizlerine farkında olarak veya olmayarak zemin hazırlayan bir ülkeyiz. Bütün bu onur kırıcı uygulamaların bir numaralı sorumlusu icra makamında olan Hükûmettir. Kendi adıma bu Meclisin bir üyesi olarak çocuklarımızı ölümlerden ve tacizlerden koruyamadığımız için de bütün çocuklarımızdan özür diliyorum. Umarım Hükûmet de kendi sorumluluğunun farkında olup bu çocuk ölümleri ve tacizleri nedeniyle özür diler ve sorumluluğunu hatırlayarak bir an önce yaşanan bu vahşetin hesabını verir.

Sözlerime Nazım Hikmet'in Bulutlar Adam Öldürmesin şiirinden bir dörtlükle son vermek istiyorum: "Koşuyor altı yaşında bir oğlan/ Uçurtması geçiyor ağaçlardan/ Siz de böyle koşmuştunuz bir zaman/ Çocuklara kıymayın efendiler." diyorum.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.