Konu: | Velayet Sorumluluğu ve Çocukların Korunması Hakkında Tedbirler Yönünden Yetki, Uygulanacak Hukuk, Tanıma, Tenfiz ve İşbirliğine Dair Sözleşmeye Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 1 |
Birleşim: | 80 |
Tarih: | 25.04.2016 |
HDP GRUBU ADINA OSMAN BAYDEMİR (Şanlıurfa) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. Grubum adına tasarı hakkında söz almış bulunuyorum.
Her şeyden önce, grubum ve mensubu bulunduğum parti, Türkiye'nin Avrupa Birliğine dâhiliyetini, ilkeler ve prensipler çerçevesinde, ilk günden bugüne kadar destekleyen ve bunun hızlı bir şekilde yaşama geçmesini arzulayan bir siyasal partidir.
Sayın Başkan, bugün, özü itibarıyla, konuşmuş olduğumuz konu ve yasa tasarısıyla, hem Türkiye'nin Avrupa Birliğine dâhiliyeti ama aynı zamanda, müktesebatın uyarlanması ve bununla birlikte çocuk haklarının mevzuatla, yasayla güvence altına alınmasını tartışıyoruz, irdeliyoruz.
Sayın Başkan, bu kadar önemli bir konuyu, bu kadar önemli bir mevzuyu tartışırken şu anda Hükûmet sıralarındaki uğultu, çocuk haklarına dair ne kadar bir illiyet bağlarının ve dolayısıyla bu ülkenin geleceğine dair ne kadar içselleştirilmiş bir duyarlılığın içerisinde olduklarının da bir başka açıdan göstergesidir; bunu da Meclisi idare eden Sayın Başkanın takdirlerine sunuyorum. Umuyor ve diliyorum ki bir uyarı da bu vesileyle gelmiş olacaktır.
Sayın Başkan, her şeyden önce, bir mevzuat uyarlanmasına elbette ki ihtiyaç vardır. Ev ödevlerinin yerine getirilmesi konusunda elbette ki ivedilikle bir çalışmaya ihtiyaç vardır ama bütün mesele kanun çıkarma meselesi değildir. Çıkacak olan kanunun içselleştirilmesi, buna inanılması ve bundan daha önemli olan bir husus da uygulama ile mevzuatın, uygulama ile müktesebatın, uygulama ile Avrupa Birliğini Avrupa Birliği yapan temel değerlerin de eş güdüm içerisinde olması zorunluluğudur. Maalesef, bir kez daha, dostlar alışverişte görsün, dostlar pazarda görsün; yapıyormuş gibi yapıp, içeriği itibarıyla, uygulama itibarıyla hem içselleştirmeme hem de mevzuata aykırı bir tutum ve davranış içerisinde bulunma tablosu, bulunma siyasetinin devam ettiğini de ifade etmek istiyorum.
Türkiye, bu bağlamda, çocuklar açısından, şiddetin her türlüsünün yaşamın her alanında yoğunca gözlemlendiği, yoğunca yaşandığı, Avrupa'nın neredeyse sınırlı sayıdaki ülkelerinden bir tanesidir. Hatta, çocuk haklarına yönelik saldırıların en yoğun yaşanmış olduğu ülkenin de ta kendisidir. Kuşkusuz ki şiddet ve şiddet türlerinin telafisi de en zor olandır ve hele hele yaşam hakkının ihlal edildiği bir atmosfer içerisinde, diğer hak alanlarına girmek ve diğer hak alanlarının savunuculuğunu yapmak da bir boyutuyla imkânsız hâle gelmektedir.
Türkiye'nin de üyesi bulunduğu Birleşmiş Milletler Örgütü, çocukların erişkinlerden farklı fiziksel, fizyolojik davranış ve psikolojik özellikleri olduğu, sürekli büyüme ve gelişme gösterdiği bilincinin hem yerleşmesi hem de çocukların bu anlamda korunmasının birer toplumsal davranış biçimi olması gayretinden hareketle, 1959 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda Çocuk Hakları Bildirgesi'ni kabul etti. Bu bildirgenin kabulünden neredeyse otuz yıl sonra, aynı şekilde, Çocuk Haklarına Dair Sözleşme hazırlandı ve bu da Genel Kurulda, tabiri caizse, imzaya açıldı. Bugüne kadar, bütün uluslararası sözleşmelerde en çok taraftar bulan, 193 ülke tarafından kabul edilen ve hâlen birinciliği elinde tutan neredeyse yegâne sözleşmedir.
Bu sözleşme 1990 yılında Türkiye tarafından imzalandı ve 1995 yılında da bazı çekinceler konuldu. Bu çekincelere, her şeyden önce, baktığımızda, ayrım gözetmeme maddesi olan 2'nci madde, çocuğun yüksek yararı 3'üncü madde, yaşama ve gelişme hakkı 6'ncı madde, katılım hakkı 12'nci madde olmak üzere, özü itibarıyla sözleşmenin ana ruhu, ana perspektifi çekinceyle sorumluluk dışına itildi. Hepimiz biliyoruz ki günlük yaşamda da siyaset yaşamında da ikili sohbetlerde de bir konuya başlarken "Ben bu hususa katılıyorum ama, fakat, lakin..." diye eğer söze girerseniz, bu sizin katılmış olduğunuz, desteklemiş olduğunuz bütün hususları berhava etmektedir. Bu itibarla da bu sözleşmenin ana ruhuna uyarlı bir hükûmet politikasından söz etmek istiyorsak, uygulamadan, icraattan söz etmek istiyorsak, her şeyden önce bu çekincelerin behemehâl kaldırılması lazım şartsız şurtsuz. Çocukların geleceğine, çocukların bugününe ve şüphesiz ki toplumun geleceğine dair konulan tahditler, şartlar şurtlar öncelikle ortadan kaldırılmalıdır. Aynı şekilde, Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyinin çocuklarla ilgili hazırlamış olduğu sözleşme ve protokollere baktığımızda, yine benzer çekinceleri, benzer şartları şurtları ortadan kaldırmamız gerekiyor.
Belki, bugüne kadar, yasama faaliyetleri içerisinde memnuniyet verici tek bir gelişme olarak kaydedebileceğimiz bir husus vardır ki o da Türk Ceza Kanunu ve Türk Medeni Kanunu'nda 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu'nun çıkmış olmasıdır. Ancak bir kez daha söylüyorum, kanunların çıkmış olması yetmiyor, olması gereken bunun içselleştirilmesi ve bunun uygulayıcı tarafından da müktesebat perspektifi çerçevesinde hayata geçirilmesi çabasının ortaya konulmasıdır.
Peki, yasalar, mevzuatlar, uluslararası sözleşmeler bunu ifade ederken uygulamada ne oluyor? Sayın Bakan da buradayken bunu da bir fırsata dönüştürerek ifade etmek istiyorum. 1 Ocak-31 Aralık 2015 tarihleri arasında İnsan Hakları Derneğinin faaliyet raporuna, gözlem raporuna bakarak şunları ifade etmek mümkün: Direkt devlet eliyle veya devlet erkleri eliyle gerçekleşen ihlal alanları ama aynı zamanda devlet olmaktan kaynaklı sorumluluğunun gereğini yerine getirmeme ya da yeteri miktarda önleme mekanizmalarını devreye koymamadan kaynaklı onlarca alanda çocukların maruz kaldığı hak ihlallerine tanıklık ediyoruz. "Yaşam hakkı ihlali" kategorisine baktığımızda, 733 çocuk 2015 yılında hayatını yitirmiş; silahlı çatışma ortamında yaşanan yaşam hakkı ihlaline baktığımızda, 73 çocuk hayatını yitirmiş; mülteci, sığınmacı çocukların yaşam hakkı ihlaline baktığımızda, 152 çocuk hayatını yitirmiş. İş kazalarında hayatını kaybeden çocuk sayısı 14. Yine, okul içerisinde hayatını kaybeden çocuk sayısı 5, okul servislerinin kazası sonucu hayatını kaybeden çocuk sayısı 13. Cezaevlerinde direkt devletin gözetimi, denetimi, güvencesi altında olan çocuklardan 2 kişi hayatını yitirmiş. Yine, deniz, göl ve benzeri yerlerde boğularak hayatını kaybeden 112 çocuk bulunmakta.
Yıl boyunca yaşanan çocuk yaralanması sayısı 1.946'dır. Yine, toplumsal olaylarda müdahale sonucu, aşırı şiddet kullanımı sonucu 78 çocuk yaralanmıştır. Aynı şekilde kamu ortamında bulunan yani devletin yine güvencesi altında bulunan ortamlarda -zehirlenme veya dışsal etkilerle- 1.869 çocuk zehirlenmiştir. Yine -yakınma, şikâyet sayısı itibarıyla söylüyorum- 479 çocuk gözaltına alınmıştır. Bunların içerisinden 92 çocuk politik, siyasi nedenlerden dolayı tutuklanmıştır. Yine, Millî Eğitim Bakanlığının denetimi ve gözetimi altında bulunan eğitim ortamları içerisinde -yakınma sayısı itibarıyla söylüyorum- 872 çocuk soruşturmaya tabi tutulmuş, âdeta fişlenmiştir. Böylesi bir tabloya baktığımızda, böylesi bir reel atmosfer içerisinde "Ben böylesi bir yasayı Meclis Genel Kuruluna getirdim; Meclis Genel Kurulunda oylattım, kabul ettirdim. Dolayısıyla, ben Türkiye'nin Avrupa Birliğine dâhiliyeti sürecindeki ev ödevimin gereğini yerine getirdim." derseniz vallahi kimseyi kandıramazsınız, kusura bakmayın, hiç kimseyi inandıramazsınız.
Bugün Meclisin uluslararası sözleşmeler konusunda bu kadar yoğun çalışmasının nedenlerinden bir tanesi de vize muafiyetine dair 72 ev ödevinin gereğinin yerine getirilmesi meselesidir. Ben bir kez daha söylüyorum: Bütün bu ev ödevlerinin yerine getirilme şekli şemali bile başlı başına Avrupa Birliğini Avrupa Birliği yapan temel değerlerle çatışmakta, bağdaşmamaktadır. Her şeyden önce yasama organının kendisi bir denetleme mekanizmasıdır, istişare mekanizmasıdır ve ortak paydalarda buluşma mekanizmasıdır. Bu yasanın kendisi dahi, örneğin istişare üzerine kurulu bir mekanizma değildir.
İktidarın çoğunluğu "Ben bilirim, ben yaparım, ben ederim, kimse benden daha iyisini bilmez." edasıyla bu kurula gelmektedir ve bu kurulda da bu perspektifle onaylanıp geçmektedir. Böylesi bir durum -çok açık ve net söylüyorum- bu, katılımcı demokrasi değil, bu olsa olsa Meclisi zapturapt altına alma girişimidir ve bu girişimin somut ürünlerini, somut -tabiri caizse- projelerini bugünlerde hep beraber yaşıyoruz, hep beraber idrak ediyoruz. O hâlde yapılması gereken husus şudur: Tam da Parlamentoyu, Avrupa Birliğini temel değer yapan, denetleme mekanizması hâline dönüştürmektir. O da komisyondan Genel Kurula kadar istişari bir mekanizmayı hayata geçirmek ve bu istişari mekanizmayla yasal mevzuatları çıkarmaktır. Yasal mevzuatın çıkması yetmiyor, uygulayıcıları bu perspektifle eğitip donatmaktır. Peki bu olması gerekene ne kadar yakınız?
Sadece ve sadece sokağa çıkma yasakları dönemi içerisinde 102 çocuk direkt devlet şiddetiyle, sizin adına "yasal kurşun" dediğiniz, "yasal şiddet" dediğiniz şiddet yöntemiyle katledilmiştir; Cizre'de, Silopi'de, Sur'da ve diğer yerleşim birimlerinde. Yetmiyor, yetmiyor bu. Bütün bu çocuklar evlerini yitirdiler, barınaklarını yitirdiler. Yetmiyor, onun bütün akranları yani sayısı milyonları bulan çocuklar büyük bir travmayla büyüdüler, büyük bir travmaya tanıklık ettiler. İşte, o çocuklara biz gelecek inşa etmeye çalışıyoruz sözüm ona. O çocuklar büyüdüklerinde, o çocuklar ellerine sopa alma yaşına geldiklerinde, emin olun, bu topluma, şu veya bu şekilde, yaşamış oldukları bu travmanın hesabını kendi yöntemleriyle soracaklardır. İşte bundan dolayıdır ki, çocuk haklarını korumamızın yegâne bir yolu, yöntemi vardır; o da bugünün çocuklarına, bugünün bütün insanlarına şiddetsiz sosyal ve siyasal bir zemini armağan edebilmektir, sunabilmektir. Tam da Parlamentonun yapması gereken husus budur.
Hiç şüphemiz olmasın ki, kendimiz açısından bile hadiseye baktığımızda, burada -anne olan, baba olan- hemen hemen her vekilimiz anne veya babadır, evladımızdan daha değerli bir şey olamaz. Bir annenin, babanın hayatında evladından daha değerli bir şey olamaz. İşte, tek başına iktidar olma uğruna ve AB müktesebatını, AB müzakerelerini iç siyaset malzemesi olarak kullanma uğruna, vize muafiyeti uğruna gerçekler çarpıtılıyor, ters yüz ediliyor.
Vallahi, siz Avrupa Birliğini kandıramazsınız. Şu anda "Kayseri pazarlığı" olarak tanınmış olduğunuz pazarlık yöntemiyle Avrupa Birliğini kandırabileceğimize inanıyorsak vallahi yanılıyoruz. Kaldı ki, bu anlaşma ya da bu müzakerenin kendisi, ruhu, içeriği de karşılıklı etik dışı bir süreçtir. Avrupa Birliğinin yaklaşımı da tıpkı Hükûmet gibi, en az Hükûmet gibi etik dışıdır. Zira, mülteci sorunu üzerine kurgulu bir ev ödevi verme süreci vardır. Avrupa Birliği çok iyi biliyor ki, bu 72 kriterin tamamı hayat bulmayacak ve Avrupa Birliği çok iyi biliyor ki, uygulama ile mevzuat arasında bir uçurum var. İşte, bundan dolayı, gelin, bu realiteye gözümüzü kapatmayalım. Gelin, işin esasına bir kez daha geri dönelim ve her şeyden önce çatışmasızlık zeminine bir kez daha bu ülkenin, bu toplumun insanlarını geri döndürelim. İşte o çatışmasızlık zemini içerisinde, Parlamentonun iradesini esas alan, bir kez daha Parlamento kurucu Meclis niteliğiyle, kurucu Meclis perspektifiyle A'dan Z'ye toplumun tüm dinamiklerinin ihtiyaçlarına yanıt bulabilecek bir anayasa ve o anayasanın ruhuna uygun olan yasalarla sürecin -tabiri caizse- dâhiliyeti ve müdahalesi içerisinde bulunalım. Bu itibarla da yapılması gereken çok önemli hususlar var.
Bunlardan bir tanesi, başta çatışma bölgelerinde hayatını kaybeden çocuklarla ilgili olmak üzere, yaşam hakkı ihlaline uğrayan her vaka için etkin soruşturmalar yürütülerek sorumlular ivedilikle yargı önüne çıkarılmalıdır. Bırakın çatışma bölgelerindeki kamu görevlilerinin işlemiş oldukları savaş suçlarından dolayı yargı muafiyetinin getirilmesini, tam tersine bu suçların her bir tanesinin cezasız kalmaması konusunda Parlamento irade ortaya koymak durumundadır. Eğer bunu yapabilirse, bunu başarabilirse, o zaman çocuklarımıza ve çocuklarımızın geleceğine dair sorumluluğumuzu kısmen yerine getirmiş oluruz. Yine, çocuklara karşı işlenen suç ne olursa olsun ve fail kim olursa olsun, indirimden istifade edebileceği bütün yasal mevzuatı ortadan kaldıralım, bütün yasal mevzuatı bu manada değiştirelim. Toplumsal alanda, özellikle devlet kurumlarında veya kamu personeli eliyle uygulanan ihmal ve istismarın yol açmış olduğu, başta yaşam hakkı olmak üzere, tüm ihlaller bağlamında cezasızlığın ortadan kaldırılması konusunda yine bir mevzuat çalışması içerisine girelim. Genel ve yerel yönetimlerin bütçelerinden çocuklar için harcanacak miktarlar her bütçe döneminde belirlenerek, çocuklar için kullanılabilecek, çocuklara özgü olacak bir bütçeyi yine yasal mevzuat hâliyle zorunlu hâle getirelim. Yine, ulusal ve uluslararası mevzuatta, çocuklar için düzenlenen tüm hakların da içerisinde yer aldığı çocuk hakları yasası çıkarılarak... Ki bu, temel bir yasa olmalıdır, ana bir yasa olmalıdır, böylelikle de dağınıklığın da önüne geçmiş oluruz.
Yine, Türkiye Büyük Millet Meclisi bünyesinde müstakil çocuk hakları ihtisas komisyonu kurularak, çocuklarla ilgili yasal uygulamaların, süreçlerin bunun eliyle gözetlenen, korunan bir sürecin içerisinde yer alalım çağrısında bulunuyorum. İnsan hakları örgütleri, sivil toplum örgütleri ve meslek örgütlerinin de içerisinde yer alacağı bağımsız çocuk hakları izleme kurulu da bu manada önemli bir ihtiyaçtır, hemen giderilmesi gerekir.
Yine, çocuklarla ilgili eğitim, sağlık, yoksulluk, işçilik, ihmal ve istismar, gözaltı, cezaevi ve benzeri her türlü verinin tutulacağı çocuk hakları veri tabanının da oluşturulmasına acilen ihtiyaç vardır.
Yine, çocuk cezaevleri kapatılarak, kanunla, ihtilafa düşülen konularda çocuklarla ilgili insan hakları örgütleri ve alanla ilgili STK ve meslek odalarıyla iş birliği içerisinde alternatif bir iyileştirme programının hayata geçirilmesi konusunda, gelin, Parlamento olarak, Parlamentoyu oluşturan gruplar olarak el ele bir çalışma yürütelim.
Ve şüphesiz ki farklı dil, kültür ve inanca sahip olan yurttaşların ve çocuklarının kendi dil, kültür ve inancını öğretebileceği, öğrenebileceği yasal bir düzenlemeye de ivedilikle ihtiyaç vardır.
İşte, bütün bunlardan hareketle, bir kez daha grup olarak çağrımızı yineliyoruz. Bugün yaşamış olduğumuz ülke -çok açık ve net söylüyorum- emanettir, çocuklarımıza karşı sorumluluğumuzdan kaynaklı emanettir. Bu emaneti daha iyi bir noktada gelecek çocuklara, gelecek nesillere emanet etmek istiyorsak her şeyden önce samimiyetle, dürüstlükle hadiseye yaklaşım göstermek durumundayız. Yapıyormuş gibi yapıp, yapmamak; özgürlükleri, hakları koruyormuş gibi yapıp ihlal etmek, ihmal etmek sadece bugünümüze karşı değil, geleceğe karşı da, gelecek nesillere karşı da çok ama çok büyük bir vebaldir.
Bugün, bu Parlamentoda, başından bugüne değin, savaşa, şiddete karşı çıkanların, savaşa ve şiddete karşı çıkmayanlardan vebalinin daha az olacağını da ben bir kez daha ifade etmek istiyorum. Yani, iktidarın yani sizlerin şüphesiz ki bu konudaki vebali, günahı bizimkilerden çok daha büyüktür. Bu manada, Allah yâr ve yardımcınız olsun. Bu dünya kadar gelecek dünyada da işinizin bu minvalde zor olacağını düşünüyorum Sayın Grup Başkan Vekili.
En derin saygılarımı sunuyorum Genel Kurul ile herkese. (HDP sıralarından alkışlar)