GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Cezaî Konularda Uluslararası Adlî İşbirliği Kanunu Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:78
Tarih:22.04.2016

MAHMUT CELADET GAYDALI (Bitlis) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Halkların Demokratik Partisi ve grubum adına, 278 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın 29'uncu maddesi üzerine söz almış bulunmaktayım. Herkesi saygıyla selamlarım.

Değerli milletvekilleri, Avrupa Birliğinin talep ettiği 200 maddeyi 38 maddeye indirgemişiz yani konsantre hâle getirip yutturmaya çalışıyoruz. Bunun bir tek anlamı var: Biz bu kanunları laf olsun diye çıkarıyoruz; neticede nasıl olsa tanımayacağız, kabul etmeyeceğiz. Her şey Adalet Bakanlığının inisiyatifine bırakılmış yönetmeliklerle yürütülecektir. Böyle deve kuşu politikasıyla bunları yürütmenin imkân ve olasılığı yoktur. Halkın oylarıyla icra yetkisi verdiği Hükûmetin asli görevi asla hükmetmek değildir. Halkın verdiği yetki adil, demokratik, şeffaf ve hukuki normlara uygun bir yönetim yetkisidir. Bu asli görevden uzaklaşılırsa her şeyden önce adaletin terazisi bozulur. Maalesef, bugün geldiğimiz noktada Türkiye'de adalet terazisinin bozulduğunu üzülerek görmekteyiz. Hukuka uygun değil, hukuku kendine uyduran bir yönetim tarzının olduğunu izlemekteyiz. Hukukun ve adalet sisteminin vesayet altında olduğu bir durumla karşı karşıyayız. Hamaset nutuklarıyla ne devlet yönetilebilir ne de adalet sağlanabilir.

Bundan önce diğer hatiplerin de bahsettiği gibi Kilis meselesi... Sanki sınırımız file olmuş, karşılıklı maç yapıyoruz havasına girildi, âdeta bir tenis maçı yapılıyor; atan 5, karşılayan 10 gibi maç edasıyla Sayın Davutoğlu her defasında "Misliyle cevap verildi." diyerek toplumun gazını almaya çalışıyor.

Malum, Avrupa Birliği Parlamentosu karnemiz zayıf. Bütün bu yapılanların, tembel bir talebenin verilen ev ödevini isteksiz ve âdeta istemeyerek yaptığı kanısındayım. Bu yapılanlara ister "Kayseri pazarlığı" deyin, ister "at pazarlığı" ister "şark kurnazlığı" deyin; Avrupa Parlamentosunun bunu yutacağını hiç tahmin etmiyorum.

Sizlere çocukluk dönemimden bir anımı anlatmak istiyorum: Malum, Türkçe dersi bizim yöremizde en zor derslerden biriydi. İlkokuldayken Hasan diye bir arkadaşımız -çok zeki bir arkadaşımız- maalesef başarılı olamıyordu. Hoca en sonunda çareyi "Hasan ya, içinde 't' geçen bir nesne söyle, söz, seni geçireceğim..." Zavallı Hasancık da mahallî şiveyle, ayağa kalkıp "Hocam, şüşe" dedi. Artık hoca dayanamadı: "Ya, 'şüşe'nin neresinde 't' var Hasan, sen ne yapıyorsun?" O da, zeki gülümsemesiyle "Hocam, ya tapasi?" dedi.

Şimdi, ben şunu size söylüyorum: Avrupa Birliğinin gönderdiği 200 "şüşe"ye inşallah tapa bulursunuz. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.