| Konu: | Cezaî Konularda Uluslararası Adlî İşbirliği Kanunu Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 78 |
| Tarih: | 22.04.2016 |
MİZGİN IRGAT (Bitlis) - Sayın Başkan, değerli üyeler; hepinizi selamlıyorum.
Yasa'nın 26'ncı maddesi üzerinde söz almış bulunmaktayım. Söz konusu tasarının 26'ncı maddesi infaz rejimine ilişkindir. Burada aslında, biz, uluslararası ya da ülkeler arası infaz rejimlerinden ziyade kendi ülkemizdeki infaz sorunlarını biraz tartışmamız gerekiyor. Bence en büyük sorunumuz şu anda Türkiye'de tutuklu bulunan ya da hükümlü bulunan siyasi ve adli hükümlülerin eşit oranda yasalardan faydalanmıyor olmalarıdır. Bunları birazdan örnekleriyle dile getireceğim.
Türkiye'de yaşanan infaz rejimine baktığımızda çok açık bir şekilde ayrımcılık maddelerini net görebiliriz. Örneğin siyasi suçlarla hükümlü olanların infazı ile adli suçlardan hükümlü olanların infazları eşit değildir. Adli suçlardan mahkûm olan bir hükümlü cezasının üçte 2'sini yattıktan sonra şartla salıverilirken siyasi hükümlülerde dörtte 3'ünü yatması gerekmektedir. Eskiden adli hükümlülerde bu beşte 2'ye kadar bile düşebiliyordu. Süresiz hapislerde ise müebbet hapis cezasında adli mahkûmlar yirmi dört yıl yattıktan sonra tahliye oluyor, siyasi hükümlüler ise otuz yıl yattıktan sonra tahliye olabiliyor. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasındaysa adliler otuz yıl, siyasi mahkûmlarsa otuz altı yılını yattıktan sonra ancak dışarı çıkabiliyor.
Bunun yanında kişiye özel yasalarla birlikte infaz rejiminin ayrımcılık kokan maddelerine baktığımızda hükümlülerin ailelerine yakın cezaevlerine, nakil meselesi. Burada Avrupa Konseyinin Bakanlar Komitesinin 22'nci maddesi çok açık bir uygulamaya işaret eder. Aile bağlarının kopmaması, kişinin ailesine yakın bir yerde kalmasını hükmeder, işaret eder. Oysaki Diyarbakır, Batman, Bingöl, Mardin cezaevlerine baktığımızda bir sabah ansızın Tekirdağ'a, Çorlu'ya, Silivri'ye, bilinmedik bir cezaevine, talebi olmadığı hâlde, bir sürü sürgünün haberini almış oluruz sabah haberlerinde. Bu kişilerin hem ailelerinden hem akrabalarından hem de arkadaşlarından uzakta bir yerde tutulması infazı ikinci bir işkenceye dönüştürüp kişileri hayattan koparma... Gerçekten Adalet Bakanının birçok konuşmasında dile getirdiği gibi, CMUK'un gerekçesinde dile getirildiği gibi mahkûmları hayattan koparan, bağları güçlendiren değil, koparıcı tarzda bir uygulamayla karşı karşıyayız.
Hakeza tutuklandıktan sonra cezaevine kabullerde orantısız aramalarla karşılaşmaktalar. Çıplak aramadan tutun da en kötü oranda yapılan aramalarla -özelde kadın mahkûmlar üzerinde- müthiş onur kırıcı ve hepsinin aslında mahkemelerde suç olarak yargılanacak düzeye varacak aramaların olduğunu da duyuyoruz.
Bunun yanında iaşeler arttığı hâlde çok kötü yemekleri yediklerini de biliyoruz. Evet, bugün Mecliste bütün yemekleri hepimiz çok rahat yiyebiliyoruz belki ama cezaevlerinde bu böyle değil, istemedikleri yemekleri yemek zorunda kalıyorlar o paralar, iaşeler, kendileri adına cezaevlerine yatırıldığı hâlde.
Hakeza kantin meselesi, mahkûmların tamamı kantinlerden alışveriş yapmak durumunda. Eskiden aileleri, istedikleri malzemeleri istedikleri yerden alıp cezaevlerine götürebilirken son dönemde "kantin" dediğimiz döner sermayenin oluştuğu, her şeyin 3 katına satıldığı kantinlerden mahkûmlar alışveriş yapmak zorunda bırakılıyor.
Diğer taraftan, spor yapma alanları son derece yetersiz. Görüş düzenlemelerine baktığımızda ise istedikleri birçok kişiyle görüşememe -sadece 3 kişiyle sınırlı olması- istedikleri TV kanallarını cezaevinde izleyememeleri, toprakla temaslarının sağlanmaması ve bir dizi sorunları dile getirebiliriz. Özcesi insani, hukuki hakları verilmeli, idarenin keyfî tutumundan uzaklaştırılmış...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MİZGİN IRGAT (Devamla) - ...hak ve adaletin yerini bulduğu infaz rejimine dönmemiz gerektiğini dile getiriyorum.
Teşekkürler. (HDP sıralarından alkışlar)