Konu: | Türkiye'yi ve çevre ülkeleri istikrarsızlığa sürüklediği ve küresel denklemde aktör olmaktan uzaklaştırdığı ileri sürülen politikalarda sorumluluğu bulunduğu iddiasıyla Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergenin (11/5) ön görüşmesi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 1 |
Birleşim: | 74 |
Tarih: | 18.04.2016 |
HDP GRUBU ADINA CELAL DOĞAN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Halkların Demokratik Partisi adına Dışişleri Bakanı hakkında verilen gensoruyla ilgili söz aldım. Parti düşüncelerini arz etmek için huzurlarınızdayım. Tümünüzü saygıyla selamlıyorum.
Türk dış politikasının tevarüs ettiği sürelere baktığımızda Osmanlı ve cumhuriyetle gelen klasik bir dış politikamız söz konusuydu ve bunun oturduğu temel de genellikle "Yurtta ve cihanda barış" esasına dayanıyordu. Bunu dış politikanın eksiksiz, mükemmel olduğu anlamında ifade edilen bir anlayışla söylemiyorum. Türkiye Cumhuriyeti devletinin zaman zaman dış politikada hiçbir devletin yapamayacağı kadar yanlışlar yaptığı da söz konusu olmuştur. Bunlardan birisi, Birleşmiş Milletlerde, Cezayir Ulusal Kurtuluş Savaşı'nda bizi örnek alan ülkenin aleyhine oy kullanan bir dış politika da izlenebilmiştir. Dış politikanın belki temeli olmamış ama özellikle Orta Doğu'da Kuzey Irak'la ilgili, Millî Güvenlik Kurulunda alınan Kürdistan'da kurulacak yerel bir yönetimin savaş sebebi sayılacağı anlayışıyla da dış politika esas olarak yönlendirilmek istenmiştir.
Bu nedenle, AK PARTİ'nin devraldığı dış politikanın, 2011 yılına kadar çok büyük zikzaklar çizmeyen bir anlayışla o politikaya sadakat gösterdiği görülmektedir ama 2011 yılından sonra Türkiye'de ne olduysa AK PARTİ'nin akla ziyan bir siyasetle dış politikada kolay kolay becerilemeyecek maharetteki zekâyla dış politika Türkiye'de altüst olacak noktaya getirilmiştir. Buradaki konjonktürü de iyi tespit etmekte fayda vardır. İçinde bulunduğumuz o günkü konjonktürde açıkça bölgesel ve küresel olarak şartlar da pek doğru şartlar değildir; zor şartlardır, o şartlarda dış politika yürütülmeye çalışılmıştır.
O şartlardan kastım da şudur: Özellikle bu bölgedeki faktörlerin başında Sovyetler'in bulunduğu, İran'ın durumunun ne olduğu ve özellikle Orta Doğu'da başlayan "Orta Doğu'daki bahar" dediğimiz -demokrasi baharı, rüzgârı, neyse- o baharın getirmiş olduğu sonuçlarla karşı karşıya kaldığımız bir ortamda dış politikayı yönlendirmeye çalıştık.
Suriye, dahası Sovyetler'de uygulanan ambargolar, petroldeki düşüşler, her diktatörün başvurduğu gibi Putin de iç politikadaki gücünü ayakta tutabilmek için dış politikadaki şoven anlayışıyla milliyetçiliği yukarıda tutma çabasına girmiştir. Bir de bunun üzerine düşürülen Rus uçağı da onun eline çok ciddi bir koz vermiştir. Biraz ileride ona geleceğim, ne sonuçlar doğurduğunu hep birlikte göreceğiz. İran'ın uzun süre maruz kaldığı ambargo, özellikle nükleer meselesini dünya çapındaki Amerika gibi ülkelerle çözdükten sonra ayağındaki prangalar çözülmüş, bu kez bölgede daha ciddi bir aktör hâline gelen İran'dan, geçmişteki sabıkasındaki Şii anlayışını, mezhep anlayışını da yeniden hortlatmayacağı konusunda bir garanti almanın söz konusu olmadığı bir ortamda bulunduğumuzu da söylemek istiyorum.
Keza özellikle Mısır'da cereyan eden olaylar, Suriye'deki durumun getirdiği vahamet. Türkiye'nin bu şartlarda nasıl bir siyaset izlemesi gerektiği konusunda düşünmesi, derinlemesine tahliller yapması gerekirken klasik politikamızdan ayrılarak maalesef, Sayın Başbakanımızın "Komşularımızla sıfır sorun." anlayışına değinen bir klişe lafla işin içine, daha doğrusu Orta Doğu'daki bataklığın içine doğru yavaş yavaş sürüklendiğimizi görüyoruz.
Sıfır komşu, daha doğrusu "sıfır sorun" meselesi, Türkiye'de bizi şu noktaya getirmiştir: Maalesef sıfır komşu bırakacak noktaya getirmiştir. Buradaki kastım da şu: Siyasette insanların hayalleri ve amaçları olabilir ama bu hayaller ve amaçlar gerçeklere oturmuyorsa sonunda geldiğimiz duruma düşeriz.
Hayatımdan birkaç örnek vermek istiyorum müsaade ederseniz. Türkiye'de devleti yöneten sayısız devlet adamıyla birlikte olduğum dönemler oldu, bire bir ağızlarından işittiğim laflar oldu, bire bir olmasa bile bıraktıkları eserlerden yaptığım tespitler oldu. Mustafa Kemal'in Musul ve Kerkük'le ilgili deyişi bütün dünyaca malumdur. Biliyorsunuz, Musul, 637 yılında İslam ülkelerinin eline geçti, uzun süre Osmanlı İmparatorluğu'nun himayesinde kaldı. Lozan'da Misakımillî'nin dışında olmamasına karşın, biz, Musul meselesini Birleşmiş Milletlere ancak petrol karşılığı götürecek bir noktaya kadar taşıyabildik. Yani Mustafa Kemal'in oradaki tabiri şuydu: "Burası, bölge için bir urdur." Onu bir tespit olarak koyalım.
Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Yönetim Kurulu üyesiydim. Ecevit, bizim Genel Başkanımızdı. Bizi olağanüstü toplantıya çağırdı bir gün acil, şu lafı sarf etti: "Bir gün önünüze Musul ve Kerkük gelirse bunun bir İngiliz veya bubi tuzağı olduğunu asla unutmayın ve bu faka basmayın. Bir genel başkan olarak size bu vasiyette bulunuyorum." dedi. Bu da onun bir tespiti idi.
Sayın Demirel'le Zincirbozan'da bulunduğumuzda, bir gün dolaşıyordum, cebinde bir Serkisof saat gördüm, arkasında "Devlet Demiryolları, Musul ve Kerkük" yazıyordu. "Sayın Başbakan, nedir bu?" dedim. "Bir gün buraya giremezsem, gözüm açık gider." dedi. Ama hiçbirisi, kendi şahsi düşüncelerini devlet politikası hâline asla getirmediler. Bu nedenle Sayın Davutoğlu'nun Türkiye'deki dış politikada özellikle getirmiş olduğu kendi hayallerine uygun "Nasılsa bölgenin tamamı evladıfatihanındır." tabiriyle bu konudaki bizim bu bölgede yapacağımız liderliğin kaçınılmaz olduğu inancıyla getirdiği nokta, Türkiye dış politikasında hiç görülmemiş, başka ülkelerin iç politikasına müdahale noktasına bizi taşımıştır.
Biz şunu biliriz açıkçası: Bizim komşumuz Suriye'dir, doğrudur, rejimi farklıdır; komşumuz Rusya'dır, onun da rejimi farklıdır. Farklı rejimlerin başındaki devletlerle dış politikadaki münasebetlerimizin iç politikalarına karışmamızı asla ve kata caiz kılmayacak bir anlayışla hareket etmemiz gerekirken maalesef biz, hem düşünce olarak hem fiilen bazı ülkelerin iç politikalarına müdahil olmaya çalıştık. Lafta da çok parlak laflar söyledik. Dış politikada özellikle Sayın Başbakanımızın kitaplarında ve söylemlerinde çok parlak laflarla karşılaştığımızı biliyorum ama gerçek odur ki dış politikada laflarla değil, gerçeklerle karşı karşıya kaldığınızda karşınıza çıkan manzaranın farklı olduğunu görürsünüz.
Nedir bu? Dış politikada sonuç esastır. Esas neden karşılığında şudur sonuç da: Özellikle ülkeler bölgelerinde yalnızlaşmışsa, sizi hasım olarak görmeyen tek komşunuz kalmamışsa, iyi zamanlarda o kadar eleştirdiğiniz Batılı müttefikleriniz size zor durumlarda ellerini uzatmıyorsa, dünyada "aşırı örgütlere göz yuman bir ülke" imajına sahip olmuşsanız ve bunun sonucunda ülke insanının güvenliğini sağlayamayacak noktaya gelmişseniz söyleyeceğiniz parlak lafların hiçbir anlamı yoktur.
Bugün Türkiye, bu saydığım koşulların dışında, azade değildir, bunlara çok yakın bir ortamı yaşamaktayız. Dış politikadaki başarı ve başarısızlık tek bir partinin meselesi değildir. Hepimiz bu ülkenin insanıyız, bu topraklar bizim topraklarımız, bu vatan bizim vatanımız, bu ülke bizim ülkemiz. Bu ülkedeki başarıdan biz de nasipleniriz, başarısızlıktan biz de her türlü rahatsızlığı ve ızdırabı duyarız. O nedenle, şu anda yapılan tespitler, maalesef bizim dış politikada Sayın Başbakanımızın hayalci politikası.. Ki dünyada hep şunu söylemektedirler: "Türkiye'nin dış politikası hayalcidir, gerçekçi değildir." Gerçekçi olmadığı açıkça şundan da anlaşılmaktadır: Mısır politikasında, el attığımız Mursi meselesinde özellikle ne gibi badirelerle karşılaştığımızı Mısır'da gördük. Mısır'ın başına gelenlerin büyük bir kısmın da belki de bizim dürtülerimizin etkisinin olduğu iddia edilmektedir.
Buradan, hemen Sayın Bakanımız buradayken, beni mazur göreceklerini düşünüyorum: Siz bir dış ülkenin bakanı olsanız veyahut da devlet başkanı olsanız, komşunuz bir ülkenin... Daha doğrusu, sizin kendi ülkenizdeki bir seçime uzmanlar gönderilse, para yardımı yapılsa, onların bütün olanakları bir başka siyasi partinin kazanması için seferber edilse siz o ülke hakkında ne düşünebilirsiniz? İddia edilmektedir ki -tekzip edilmemiştir, mutlaka sizin bilginiz dâhilinde olduğunu zannediyorum ki, olmasını da dilerim; örtülü ödenek kısmını karıştırmıyorum- örtülü ödenekten 2 milyar dolar Mursi'ye yardım edildiği söylenmektedir. Bunun dışında, devletin Mısır'a resmen 2 milyar dolar yardım ettiği söylenmektedir. "Bu paranın akıbeti ne olmuştur? Hangi şartlarda Mısır'a bu paralar verilmiştir?" konusunun mutlaka bu Meclisin değerli milletvekillerinin bilgisine sunulması gerekir. İnanıyorum ki siz de muttali olduğunuz bu konularda bilgi vereceksiniz.
Bir başka el attığınız konulardan birisi, Suriye meselesine değinmek istiyorum birazcık. Suriye'nin demografik yapısı ile Mısır'ın demografik yapısı aynı değildir, şartları da aynı değildir, koşulları da aynı değildir. Öyle bir farklılık var ki -bunu devletin en tepesindeki değerli zata, Sayın Cumhurbaşkanımıza fırsat düştüğü bir ortamda arz etmiştim açıkçası- sakın ola, Suriye meselesinde PYD'yi kırmızı çizgi kabul etseniz bile asla ve kat'a oraya girmeye teşebbüs etmeyin, bizi sokmazlar demiştim. Göstermiş olduğu teveccühü, ilgiyi, alakayı, verdiği randevuyu istismar için söylemiyorum, inancım için söylüyorum, net, bu cümlelerle arz ettim. Yani "Türkiye, asla ve kata Suriye'ye giremeyecektir." lafını kendisine arz ettim. Şunun için arz ettim: Çünkü, Suriye'ye girebilmek için... Suriye parantezini açmışken bitireyim isterseniz. Tabii ki oradaki Esad zalimdir, tabii ki oradaki rejim gerçekten kahredicidir. Oradaki rejimin, orada bulunan Kürtlere yaptığı zulmü, halkına yaptığı zulmü hiçbir diktatör yapmamıştır, bunlar ayrı bir şeydir. Ama Suriye'ye girebilmek için, önce Suriye'yi, sonra İran'ı, sonra Rusya'yı, sonra Çin'i, bilahare de belki Mısır'ı tepelemeniz lazım. Bunları aşmadan Suriye'ye giremeyeceğinizi açık ve net bilmeniz gerekirken orada bulunan bir avuç Kürt'ün -yani bahsettiğimiz Kobani'deki, Rojava'daki Kürtlerin- şahsında bütün oradaki halkları da karşımıza alacak bir siyasetin saplantısına girdik. Bundan demek istediğim şu: Bakınız, Orta Doğu'da gerçekten bir çuval inciri birlikte berbat ettiniz ama bir tek şeyi daha berbat ettiniz -en büyük kayıplarınızdan birisi- dün "Orada bizim Kürt kardeşlerimiz var." deyip, ağzımızı açıp açık açık söyleyebilirken oradaki bir avuç Kürt kardeşinizi de düşman hâle getirdiniz.
Ben onu anlamıyorum. Şunun için anlayamıyorum: Şimdi, bir insanın eline bu kadar nimet geçebilir, bu kadar imkân doğabilir. Hatta futbolda bir tabir vardır, belki bir vuruşta iki gol atacak bir noktadayken Türkiye... Nasıl iki gol atma şansı varken? Eğer Türkiye... Kendileri de beyan etmektedirler, zaman zaman Esad'a, zaman zaman Suriye yöneticilerine -Kürtlerin orada vatandaş olma hakkı yoktur, kimlikleri yoktur, toprak sahibi olma hakları yoktur, siyasette yer alma hakları yoktur- niye bu hakları vermediğini söyleyen Sayın Başbakandır. Peki, şimdi ne oldu? Bir avuç insan, bir avuç toprağa, haklarına sahip olacak noktaya geldiği zaman niye terörist oldu, niye vatan haini oldu; niye öldürülmesi, yok edilmesi gereken bir komşu hâline geldi? Anlamadığım nokta bu. Dün bunların hakları konusunda Suriye rejimiyle mücadele ettiğini, telkinde bulunduğunu söyleyenler, o insanlar orada yıllardır nüfus kâğıdına sahip olmayacak bir noktadan vatandaş olmaya, orada söz sahibi olmaya... Kendi topraklarını koruyanın ne zamandan beri dünyada terörist olarak ilan edilmesini sağlayacak noktaya geldik? Yoksa gerçekten terörün ve vatan sevgisinin tarifi mi değişti dünyada?
Bu nedenle, özellikle Suriye politikasında geldikleri çıkmaz sokak, Sayın Bakanım, bizim ülkemiz içindeki sorunlarımızın da çözülmesine katkı sağlayacak en büyük etkenlerden birisi olacaktı; eğer biz Rojava'ya barışçı ve dostane elimizi uzatabilseydik, bugün Türkiye'de hepimizi derinden yaralayan bu kirli savaşın, bitmesini istediğimiz, sayısız insanımızı kaybettiğimiz, ekonomimizi tahrip eden bu kirli savaşın bitmesinde de en büyük katkılardan birisi bu olacaktı ama maalesef önümüze gelen topa vurmaktan çok auta atmayı düşündük.
Bir başka şeye daha soyundunuz; özellikle Orta Doğu'da oyun kuruculuğa soyundunuz. Oyun kurucu olmak bir ülke için, büyük ülkeler için gıpta edilecek bir olaydır. Bu amaç emperyal değilse, işgal değilse, sömürgeci bir anlayış değilse ben ülkemin de oyun kurucu olmasını isterim. Osman belki çok iyi anlar, futbolu sever, bilir, ona "10 numara" derler, 10 numara olmak istediniz. 10 numara olabilmek için iki şeye ihtiyaç var Sayın Bakanım; birisi, bütün futbolculardan fazla koşmanız gerekir, yani 16 kilometre koşmanız gerekir, tekniğinizin yüksek olması gerekir. Benim ülkem oyuncu olabilir ama benim ülkem 10 numara değildir, yani olduğundan...
TAHSİN TARHAN (Kocaeli) - Kendi kalelerine gol attılar.
CELAL DOĞAN (Devamla) - Olmasını istemez değilim, baş tacı ederim, mutluluk duyarım, onur duyarım, o ülkenin vatandaşı olarak da bana en büyük onuru o verir ama maalesef 1 kilo samandan 5 kilo duman çıkarmaya kalkarsanız akıbet bunun gibi olur. Nasıl olur biliyor musunuz?
Şimdi, biz, bu Orta Doğu'daki meselede koalisyona ortak değil miyiz? Bütün havaalanlarımızı açmadık mı? Bütün araç ve gereçlerimizi vermiyor muyuz? Şimdi, bana, bizim oradaki fonksiyonumuzu söyleyebilir misiniz? Antep Zırhlı Tugayı oraya taşındı. Malatya'dan birlikler geldi. Sayısız asker oraya yığıldı. Belki binlerce, on binlerce asker orada. Ne yapıyoruz biz? Kilis'e düşecek bir füzeye veya rokete veya Karkamış'a düşecek bir rokete karşı Sayın Başbakanımızdan açıklama şöyle... Nedir onun ismi efendim? Ne topları diyorsunuz? Çok kullandığımız bir tabir var...
HASAN BASRİ KURT (Samsun) - Obüs, obüs...
CELAL DOĞAN (Devamla) - Fırtına obüslerimiz. "Fırtına obüslerimiz fırtına gibi estiler, 362 kişiyi imha ettiler." Cenaze levazım birliğimiz yok orada bizim. Bir saat sonra bu açıklamalar yapılıyor. Sadece Fırtına obüslerinin gelen mermilere atışla cevap vermesi dışında yaptığımız tek bir şey yok.
Bir uçağımız, Sovyetlerin uçağını düşürdükten sonra bir uçağımız, bir kuşumuz o bölgede uçabiliyor mu? Biz de bu koalisyonun ortağıyız. Biz bu koalisyonda problem görüyorsak, müdahilsek niye orada değiliz biz? Bir başka yerde de yokuz; masada da yokuz yani barış görüşmelerinde, orada da yokuz. Bu nedenle geldiğimiz konumu bir düşünün. Bir ülke, siyasette en iddialı olduğu... Komşusunda alevler gökyüzüne çıkıyor, dünyada neredeyse kıyametin koptuğu bir noktada, maalesef, bakıyoruz ki ortada biz yokuz, daha doğrusu bizi takan yok, bizi anan yok.
Bu nedenle, Sayın Bakanım, 1916 yılındaki manzara neyse, 2016'daki manzara aynıdır. 1916'daki aktörlere bakıyorum, önde İngilizler vardı, yandaşları Fransızlardı, takviye gücü Amerika'ydı, pay almaya çalışan Rusya vardı. Şimdi yine aynı aktörler var ama bu sefer önde Sovyetler var.
Şunu mutlaka Sayın Bakanım sizden öğrenmek istiyorum ve merakımı da gidermenizi istiyorum: Balkanlarda, daha doğrusu Kafkaslarda Ukrayna'da da çıkan meseleden sonra Rusya'nın ilhak ettiği topraklar oldu. Yani, cihan savaşından sonra ilk defa toprak ilhakının olduğu bir bölgede yaşıyoruz. Buna ses çıkartmıyor Amerika.
İki: IŞİD'le mücadele ettiğini söylemek için giden Rusya, IŞİD'le mücadele etmiyor. Neyle ediyor? Ya Türkmenlerle ediyor veyahut da Esad'ın muhalif güçleriyle ediyor. Burada bizim yüz yıl sonra öğreneceğimiz bir başka anlaşma mı var acaba? Biz Sykes-Picot'un gerçek yüzünü, perde arkasını kırk elli yıl sonra öğrendik. Neydi Sykes-Picot'un amacı? Osmanlı topraklarının Almanların eline geçmesini önlemek için İngilizler ve Fransızlar yola çıkmışlardı. Ne oldu sonra peki? Suni haritalar, suni devletler; petrol kaynaklarını kendi uhdelerine almış İngilizlerin ve Fransızların çıkar sağladıkları bir bölgenin üzerine oturduklarını gördük.
Geçen hafta burada Urfa'ya İstiklal Madalyası verdik. İstiklal Madalyası verdiğimizde... Fransızların Gaziantep'i, Urfa'yı, Kahramanmaraş'ı terk edişleri, mücadelesinin, savaşın bitme noktası değildir; Fransızlar ile İngilizler arasındaki Sykes-Picot'la Suriye üzerindeki haklarını devrettikleri için ellerini kollarını sallayarak gitmişlerdir. Bu nedenle önümüzdeki tarihî dönemde bu aktörlerin o bölgedeki perde arkasını bu yüce Parlamentonun bilmesi gerekir.
Bana kalsa size soracağım çok şey var ama vaktim de müsait değil maalesef. Bir istirhamım şudur: Birincisi, özellikle Mısır'a verilen paralar konusu. İkincisi, Rus uçağını düşürdük, büyük ihtimalle siz de bundan, şimdi toplumun geldiği noktadan üzüntü duyuyorsunuz. Narenciyecilerin, turizmcilerin, iş adamlarının, müteahhitlerin ne noktada olduğunu biliyorsunuz. Türkiye devletinin, daha doğrusu Türkiye Cumhuriyeti'nin bir Bakanı olarak bu halktan bir özür dilemeyi düşünüyor musunuz?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
CELAL DOĞAN (Devamla) - Aynı şartlarda olsa yani yine bir uçak bizim hava sahamızı ihlal etse düşürmeyi düşünür müsünüz? Şunun için söylüyorum: Dün Amerikan gemilerinin üzerinden helikopterle askerlerin kafalarına değecek şekilde geçtiler, kimse oraya bir silah doğrultamadı. Bu nedenle, geldiğimiz nokta vahimdir. Bu sadece sizin değil, tüm ülkemizin sorunudur.
Bu duygularla yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)