| Konu: | Türkiye'yi ve çevre ülkeleri istikrarsızlığa sürüklediği ve küresel denklemde aktör olmaktan uzaklaştırdığı ileri sürülen politikalarda sorumluluğu bulunduğu iddiasıyla Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergenin (11/5) ön görüşmesi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 74 |
| Tarih: | 18.04.2016 |
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; grubumuzun vermiş olduğu gensoru önergesi üzerine söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Aslında, Meclisin bugünkü tablosu, gerek iktidar partisi sıralarının gerekse de Hükûmet sıralarının bu şekilde boş olması, gensoru önergesiyle ilgili halkın ve muhalefetin denetim anlayışına iktidar partisinin uzun süredir duymuş olduğu saygıyı göstermesi açısından ibret vericidir. Diğer taraftan, bu görüşmelerin özellikle pazartesi gününe alınması yani canlı yayında, halkın denetim hakkını engelleme üzerinde bir karar tasarrufunda bulunulmuş olması ve belki de Meclis pratiğinde görülmeyecek şekilde 4 gensorunun aynı gün görüşmeye açılmış olması da, yine, iktidar partisinin muhalefetin ve halkın denetimine duymuş olduğu saygının bir göstergesi olarak burada ifade edilmelidir.
Biz aslında uzun süredir Parlamento iradesine saygısı kalmamış bir Hükûmetten ve o Hükûmetin bir üyesi olarak da Dışişleri Bakanının pratiklerinden bahsediyoruz. Sadece geçen hafta üç gün üst üste muhalefet partileri Kilis sınırında yaşanan hadiselerle ilgili, ilgili bakanın ve Dışişleri Bakanının buraya gelip bir bilgilendirme yapması talebini defalarca iletmiş olmasına rağmen, maalesef, Dışişleri Bakanı zahmet edip Parlamentoya gelmemiş, Genel Kurula, milletvekillerine ve Türkiye kamuoyuna gerekli bilgilendirmeleri yapmamıştır.
Biz Kilis sınırındaki olayların vahametini bakanların ya da siyasetçilerin yaptığı açıklamalar üzerinden değil, MİT Müsteşarının ve Genelkurmay Başkanının Kilis'e yapmış olduğu ziyaret üzerinden öğrenmiş olduk. Son bir buçuk ay içerisinde Kilis'te 6 yurttaşın yaşamını yitirmesi, onlarcasının yaralanması üzerine meydana gelen vahim saldırılarla ilgili bu Meclis gündemini takip eden herhangi bir yurttaş ya da herhangi bir milletvekili tek bir bilgi kırıntısına bile sahip olamaz; gazetelerden, medya ekranlarından almış olduğumuz haberler doğrultusunda değerlendirme yapmak durumunda kalıyoruz. Dolayısıyla, bütün bu ciddiyetsiz yaklaşımlar, Parlamento ve halk iradesini hiçe sayan anlayışların kendisi bile, bu Bakanın bu gensoruyu ne kadar hak ettiğini ortaya koyuyor.
Tabii, bu on dakikalık süre içerisinde birçok konu başlığına girmek mümkün değil; herhâlde, ben, on saat kesintisiz olarak burada konuşursam, bu Dışişleri Bakanının ortaya koymuş olduğu yanlış politikaların ülkemizi nereye getirdiğini ancak ifade edebilirim.
O nedenle, çok kısa başlıklarla, Dışişleri Bakanı Sayın Çavuşoğlu'nun bu gensoru önergesini neden hak ettiğini burada ifade etmeye çalışayım.
Şimdi, birincisi, hepinizin malumu olan çökmüş bir Suriye ve Orta Doğu politikası. Sanırım gensoru tartışmalarının ana ekseninde, merkezinde de bu çökmüş Suriye ve Orta Doğu politikası yer alacak.
İkinci önemli konu başlığı, artık sadece mülteci tehdidine dayanmış olan bir AB ve Avrupa ilişkisi.
Üçüncü önemli konu başlığı, turizm ve ekonomi başta olmak üzere, sosyal ve toplumsal yaşamı derinden sarsan Rusya krizi.
Dördüncü önemli başlık, bir randevu almak için bile artık neredeyse kılıktan kılığa girilen ve sonra alınan randevuyu iç kamuoyuna bir başarı olarak sunan ABD'yle olan ilişkiler.
Beşincisi, "..." (X) pragmatizminden yola çıkarak İsrail'e "terör devleti" diyen, iç siyaset malzemesi üretenlerin içerisine girmiş olduğu çıkmazda, "stratejik değerli yalnızlıkla" beraber, tekrar "dost İsrail devleti"ne çark ve Amerika'da Yahudi lobilerinin kapısında randevu bekleyen o tutum.
Başlıkları artırmak mümkün. Yani her bir ülkeden ayrı ayrı burada sıralamak mümkün değil, ama Mısır'la ilgili "Darbeci Sisi"den İstanbul'da aidat rica edilen "Cici Sisi"ye savrulması, herhâlde önemli bir örnek olsa gerek.
Irak'la ilgili, yani yanı başımızda olan komşu ülkeyle ilgili çok fazla konuşmaya gerek yok. Ancak "vatan, millet, Sakarya" edebiyatını içeride ve dışarıda yapanların Musul'daki tek vatan toprağı olan Musul Başkonsolosluğunu önce IŞİD çetelerine teslim etmeleri, sonra koalisyon bombardımanı sonucunda şu anda orada yellerin esmesi bile bu dış politikanın ne kadar başarılı olduğunu ortaya koyuyor. Tamamen yalnızlaşmış ve sadece birkaç diktatöryal ilişki ağı üzerinden ayakta tutulmaya çalışılan bir dış politika hezimetiyle karşı karşıyayız. Altın klozeti omzunda, IŞİD, El Kaide kartı cebinde olan bir Suud diktatörünün üzerinden çıkış arayan bir hezimeti burada ifade etmek zorundayız. Tabii, bölgede sıfır sorun ve Neoosmanlıcı bir hayalperestlikle ortaya çıkılan yayılmacılıktan sıfır komşu ve değerli yalnızlığa savrulan bir tükenişi ifade etmemiz gerekiyor.
Yani "Karnesinde tüm bu başarısız notları olan Bakanın hiç mi başarılı yaptığı bir iş yok?" diye sorarsanız, evet, bazı konularda da gerçekten başarılı işler ortaya koydu. Özellikle son ABD gezisinde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı kusursuz bir şekilde karşılaması başarı hanesine yazılacak bir not olarak ifade edilebilir. Hatta karşılama o kadar başarılı olmuştu ki Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Amerika yerine Ankara'ya indiğine dair bir intibaya sahip olduğu rivayet ediliyor. Tabii, gidilen yerde Cumhurbaşkanının kendisini evindeymişçesine hissetmesini sağlamak Dışişleri Bakanı açısından herhâlde sahip olunan tek başarı hikâyesi olarak ifade edilmeli.
Bütün bu bahsetmiş olduğumuz tabloyla birlikte özellikle Başbakan Davutoğlu'nun dış politikayla ilgili "Sabrımızı kimse sınamasın, gücümüzü kimse test etmeye kalkmasın, bizden habersiz bölgede yaprak kımıldamaz." çıkışları artık sadece mizah dergisinin kapaklarını süslüyor. Bütün inandırıcılığını yitirmiş olan bu yaklaşımlara en bariz örneği ise Başika üzerinden verebiliriz. Başika'ya hesabı kitabı yapılmamış ancak son derece kararlı bir şekilde yapılan çıkarmadan sonra, uluslararası aktörlerin ortaya koymuş olduğu fırçalarla birlikte usul usul nasıl sıvışıldığı, nasıl bir sıvışma hareketine geçildiği, sanırım, burada ifade edilmesi gereken önemli bir husustur. Neyse ki bütün bu bahsetmiş olduğumuz karamsar tablo içerisinde, içeride ve dışarıda hepimiz kaygıya doğru sürüklenirken, çok şükür ki Komor Adalarıyla kalkınma ve stratejik anlaşmalar imzalayarak bu ülkenin dâhilî ve haricî bedhahlara asla pabuç bırakmayacağı bir kez daha, bu Hükûmet tarafından dost ve düşmana gösterilmiştir. İşte, bütün bu bahsetmiş olduğumuz hezimetleri yaşatan bir Hükûmet ve Dışişleri Bakanı pratiğiyle karşı karşıyayız.
Tabii, ayrıntılı olarak arkadaşlarımız da bahsedecekler; Suriye ve Orta Doğu politikasına özel parantezler açmak gerekiyor. Tekçi, etnik ve mezhepsel temelde oluşturulan Suriye politikası, sadece birkaç saat içerisinde Şam'ın alınmasını, Emevi Camisinde namaz kılınmasını, hadi, diyelim ki olmadı, üç ay içerisinde yapılacak olan bir rejim değişikliğini öngörüyordu. Bunun için bölgede Müslüman Kardeşler'le geliştirilen ilişkiler yetmemiş, IŞİD, El Nusra, Ahrar el- Şam, Ceyşul İslam gibi barbar birtakım çete örgütleriyle her türlü kirli ilişkiye girilmiştir. Rejim değişikliğinin yapılmayacağı açığa çıktıktan sonra da bu çete yapıları Rojava üzerine saldırtılmış, Kürt halkının şahsında, oradaki statü temelinde Rojava halklarının iradesi kırılmak istenmiştir. Yani, özcesi -zaman yetersiz olduğu için özetlemeye çalışayım- baştan sona hezimet getiren, baştan sona iflası yaşayan bir dış politikanın mimarı olarak Sayın Çavuşoğlu hakkında vermiş olduğumuz bu önergenin isabetli olduğunu düşünüyor, özellikle iktidar partisinden gelecek destekle birlikte bu Bakanın düşmesinin dış politikada yeni bir sayfa açılmasına vesile olabileceğini ifade etmek istiyorum.
Hepinize saygılar sunarım. (HDP sıralarından alkışlar)