| Konu: | HDP Grubu önerisi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 72 |
| Tarih: | 13.04.2016 |
NURİ OKUTAN (Isparta) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; herkesi saygıyla, hürmetle selamlıyorum.
Esasen, önergenin ve konunun çok önemli bir konu olduğunu, muhakkak hem bizim, bu Gazi Meclisin hem bütün milletimizin ve Hükûmetimizin derinliğine ele alıp konuşması, tartışması gereken bir husus olduğunu burada belirtmek istiyorum. Ama, bu vesileyle... Ben, 2009, 2010, 2011 yıllarında Urfa Valiliği yaptım dolayısıyla Suriye'ye değişik vesilelerle ki tamamı programlı şekilde, 33 kere gitme fırsatı buldum; birtakım projeleri oradaki yetkilerle birlikte ele alma fırsatı bulduk ve belki, o kadar da oradaki yetkililerle Urfa'da buluştuk, çok güzel bir sonuçtu. Bu manzarayı görmeden, bu manzarayı dile getirmeden bugünkü sonucu ele almak, bugünkü sonucu tartışmak doğru değil. Gördüğümüz o günkü manzara şuydu: Suriye'ye gidince Suriye'de bir kardeş, komşu devletin ve kardeş bir ülkenin valisi gelmesi muamelesi hep yapıldı ve biz daha çok ekiplerle hep oralara gittik. Mesela, ilk ele aldığımız hususlardan birisi, Arapların gözüyle Türkler, Türklerin gözüyle Araplar. Biz, Türkiye Yazarlar Birliği ve Avrasya Yazarlar Birliğiyle birlikte bu projeyi yürüttük ve değişik illerde, oralarda çalışmalar yaptık. Onun Türkiye ayağını da Urfa'da gerçekleştirdik.
Başka bir çalışmamız; "Sınırsız Kardeşlik Projesi" çerçevesinde biz Türkiye'de Arapça kursları açtık, başta Halep, Rakka olmak üzere orada da Türkçe kursları açıldı ve yaklaşık 20 bin gençle sosyal, kültürel çalışmaları birlikte yürüttük. Neredeyse -Hükûmetle o günkü yazışmalarımızda vardı- 3 kapının muhakkak açılması ve oradan ilişkilerimizin daha da hızlı gitmesine yönelik çalışmaları hep önerdik ve esasen çok da güzel gidiyordu.
Yine Süleyman Şah etkinliğini birlikte yaptık, Halep Üniversitesiyle ve Harran Üniversitesiyle birlikte yaptık. Urfa'dan değişik aşiret liderleri ve akademisyenlerle birlikte Urfa'da bir sempozyum yapıldı; karşı tarafa geçtik, Halep'te bir gün kaldık ve orada sempozyum yapıldı. Süleyman Şah'ın akrabalarıyla, hem Suriye sınırındaki akrabaları hem de Türkiye'deki akrabalarıyla birlikte çok güzel bir proje yürütülmüş oldu. Hülasa, belki son elli yıl, altmış yıl içerisinde gelinebilecek en üst düzeye, kardeşlik ilişkileri bakımından, dostluk ilişkileri bakımından gelinebilecek en üst ilişkiye taşınmış noktasındaydı. Yapılması gereken, belki bu ilişkilerin daha da güçlendirilmesi ve Türkiye'nin temel politikası olan komşu ülkelerin toprak bütünlüğünün korunması ve halklarla olan ilişkilerin artırılmasına yönelik çalışmaların güçlendirilmesi ve desteklenmesi gerekiyordu. Bizim yaptığımız gibi, bu çalışmaların daha da -belki merkezî Hükûmet kanalıyla- artırılarak sürdürülmesi gerekiyordu ama biz, maalesef, belki, oradaki çatışmalara -ne diyelim- ateşe benzinle giderek oradaki alevlenmeye ve bugünkü noktaya gelmesine âdeta, belki bir tür önayak olduk diyebiliriz. Yapılması gereken, önceden gördüğümüz gibi, o kardeşlik duygularının, sosyal, kültürel çalışmaların, ticaretin, diğer faaliyetlerin artırılması gerekiyordu ve Suriye'nin toprak bütünlüğüne de muhakkak hassasiyetin sürdürülmesi gerekiyordu ama bu gerçekleştirilemedi.
Bugün geldiğimiz noktada, bu gelinen noktada aslında bize, tarihî rolümüzü bu göç meselesi, Irak'la olan ilişkilerimiz, Suriye'yle olan ilişkilerimiz tekrar hatırlatır oldu, bir tür bize ayna tutuyor. Bizim buralarda o olan bitenleri görmezden gelmemiz filan bu manada mümkün değil, muhakkak hassas davranmamız icap ediyor. Bu, bizim için şu anda bir külfet gibi gözüküyor. Yani, işsizlik oranlarımız zaten artıyordu, şimdi bir de Suriyeli kardeşlerimiz ortaya çıktı ve sağlık, kültürel, sosyal, diğer alanlarda da, sorunları beraberinde getiriyor, hatta siyasi sorunları da beraberinde getiriyor ama bu, bizim için aslında, doğru kullanırsak bir nimete de çevrilebilir. Bu, eğer devlet aklıyla yürütülürse... "Devlet aklıyla yürütmek." demek, ne demek? Bu Meclise bu konuları getireceksiniz, bu Mecliste bunları tartışacağız, muhalefetle bunları tartışacaksınız, bu konuyla ilgili sözü olan herkesi dinleyeceksiniz, ortak akıl üreteceksiniz ve "Ya, biz bu kez de yanıldık, gelin, hep birlikte bir açıklama yapalım, deklarasyon yayınlayalım." demeyeceksiniz. Bu, memleket için önemli bir husus, sözü olan herkesi dinleyeceksiniz, bu Mecliste bunları tartışmış olacağız. Eğer tartışırsak, ortak akıl üretirsek bu bizim için külfet gibi duran bu husus nimete de çevrilebilir.
Maalesef şimdi güvenlik madem bu noktaya geldi, biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak güvenlikli bölgeyi savunuyoruz ve mültecilerimizin, göçmenlerimizin o bölgede, güvenlikli bölgede kalarak yardımların sürdürülmesini hep savunuyoruz.
Diğer taraftan, biz sadece göçmen meselesini ele aldığımızda bizim elimizdeki kayıtlara göre, yaklaşık, şu anda 2-2,5 milyon arasında -tam da kayıtları net olmamakla birlikte- göçmen var. Bunun yüzde 10'una biz mülteci kampları kurmuşuz. O mülteci kamplarında da devlet tecrübesiyle, bilhassa deprem döneminde yaşanılan devlet tecrübesiyle yapılabileceklerin en iyisinin yapıldığı kanaatindeyim ama Allah kimseyi toprağından koparmasın, kimseyi yuvasından ayırmasın, kimseyi aileleriyle darmadağın yapmasın, yani, çektikleri acılar, zulümler, orada katlandıkları sosyal, psikolojik ruh hâlini de Allah kimsenin başına vermesin. Dolayısıyla, bunu sarmak çok zor. Devlet, gerek Göç İdaresi gerek AFAD oralarda olabildiğince önlemleri alıyor ama bu katlanılabilir hayat değil, bunun muhakkak normale çevrilmesi lazım.
Belki, işte, bütün bu kamplara rağmen, insanlar Ege sularını aşmaya çalışıyor; bütün o gördükleri hakaretlere, eziyetlere rağmen Batı'ya geçip değişik hayat arayışlarını sürdürüyorlar. Çünkü, ben bazen şaşırıyorum, bir yaşlı Suriyeli amcamız da ifade ettiler, "Bizim için oralarda, botlarda falan ölmek belki de bir kurtuluş yani hayat o kadar çekilmez hâle geldi ki oralarda -topraklarından kopmuş olmak, bu acıları yaşamış olmak- buradaki botlarda, Ege sularında gömülmüş olmak da belki bizim için bir kurtuluş, bunu denemek zorundayız." şeklinde söyledi ve hakikaten benim için çok da şaşırtıcı ve dikkat çekici bir husus oldu.
Bir başka şeyi muhakkak değerlendirmek istiyorum. Evet, bu kardeşlerimiz Suriye'den buraya geleceklerdi ve biz bunlara bakmak durumundayız her hâlükârda, hem bu sorunun bu hâle gelmesinde katkımız olması bakımından hem bizim kardeşlerimiz oradakiler. Suriye demek, Halep demek, Rakka demek, biz demek aslında. o bakımdan biz bunları sahiplenmek durumundayız. Bu böyle ama Avrupa Birliğiyle 18 Martta yürütülen müzakere sonucunda gelinen nokta nedir? Burada, bizim bu büyüklüğümüze yakışmayacak bir tavır içine girdik. Bir kere, insan haklarına aykırı bir anlaşmadır.
Şimdi, efendim, zaman zaman, işte, Deniz Kuvvetleri vesair basına şeyler yansıyor "Kimseyi geçirtmiyoruz." filan... Ya, Ardıççık Adası iki gün önce işgal edildi, orada herhangi bir devlet varlığını göremedik ama bu insan haklarına aykırı tutum, Avrupa Birliğiyle biraz daha küçültücü bir şekilde yapılan bu anlaşmalar sonrasında bizim Deniz Kuvvetlerimiz çıktı, devlet görevlileri ortaya çıktı, Dışişleri Bakanlığımızın var olduğu ortaya çıktı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
NURİ OKUTAN (Devamla) - Böyle bir şeye soyunmuş olduk. Devletin, nihayetinde Hükûmet tarafının bu kez bari hata yapmamasını, muhalefetle birlikte hareket etmesini, sözü olan herkesle birlikte hareket etmesini, bu konuları bu Meclise getirip tartışmasını ve belki son kozumuz olan bu göçmen hususunu daha da kötüye gitmeden çözmemizi temenni ediyorum.
Bu duygularla herkesi saygıyla hürmetle selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)