| Konu: | Mültecilerin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 68 |
| Tarih: | 06.04.2016 |
AYHAN BİLGEN (Kars) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle, biraz sonra devam edeceğimiz İnsan Hakları Kurumu dolayısıyla ayrımcılığa dair Özcan Bey'in çok haklı, çok yerinde konuşmasına bir göndermede bulunmak istiyorum. İnsan hakları savunucuları, biraz ironi olarak, Romanlara yönelik ayrımcılığa dikkat çekmek için derler ki: "Biz, Romanlar, Ermeniler ve Kürtler arasında ayrımcılık yapmayız." Yani sanırım mesaj alınmıştır.
Değerli milletvekilleri, yarın recep ayına gireceğiz. Recep ayı, barbar, savaşçı Arap kabilelerinin bile kan dökmeyi durdurdukları haram aylardan dördüncüsüdür. Bu ay savaşmamak, kan dökmemek, o toplumda bile, o düzeyde, o seviyede bile bir ölçü, bir insani değer olarak kabul edilmiştir. Bugün -televizyonlarınızda muhtemelen çoğunuz izlemiştir- bir Suriyeli çocuk pide çaldığı için lince uğradı, dövüldü. Bu olayı sadece kişisel bir kusur, kişisel bir hata olarak mı ele alacağız, yoksa bu, toplumsal olmanın ötesinde siyasal bir anlam ifade ediyor mu? Tabii ki bu görüntü, belki, ekranlara yansımayan yüzlerce örnekten sadece bir tanesi; organ mafyasının eline düşen mülteci çocuklar, fuhuş sektörünün eline düşen kadınlar, günlük 5 liraya çalıştırılan çocuk işçiler gibi bu işin başka toplumsal boyutları da var. Ama bizim, galiba, bu işi sadece toplumun ahlaki değerleri üzerinden tartışmak yerine, bizim bundaki payımız ne, bizim suçumuz, sorumluluğumuz ne... Böyle yüzleşmemiz gerekiyor.
Eğer, bir ülkede, mülteci sayısı -geçici sığınmacı misafir sayısı- kamplarda kalanların sayısının yaklaşık 10 katı ise, o ülkede geri kalan yüzde 90'ın nerede kaldığına, nasıl yaşadığına, hangi koşullarda hayatını devam ettirdiğine dair bir planlama yapamazsınız, bir strateji geliştiremezsiniz. Yani kürsülerden konuşursunuz ama bunun gerçek hayata yansıması çok kolay olmaz. Dolayısıyla, galiba önce bu sorunla ilgili sıfır öngörümüzle yüzleşmemiz gerekiyor. Çünkü, hatırlayalım, bundan birkaç yıl önce, insan hakları örgütleri, ilk gelen mültecilerle ilgili görüşmeler yapmaya başlayıp olayın toplumsal travma boyutuna dikkat çekmeye başladığında, ülkeyi yönetenler diyorlardı ki: "100 bin mülteci bizim kırmızı çizgimizdir." Şimdi kırmızı çizgiyi yaklaşık 27'ye katladık. Şimdi, bir sorunla ilgili öngörünüz 27 kat yanlışsa, orada o sorunun çözümüne, o sorunun yönetimine dair bir şey yapmanız da çok kolay, çok mümkün olmaz ve burada asıl yüzleşmemiz gerekenin Suriye politikamız olduğunu, sadece Suriye yönetimini suçlayarak, sadece oradaki yönetimin uygulamalarını sorunun sebebi gibi tarif ederek işin içinde çıkamayız.
Bakın, daha geçen hafta içerisinde, Sayın Cumhurbaşkanı, Amerika ziyareti dönüşünde hem bir taraftan üst akıldan şikâyetçi oldu hem de Suriye'deki ılımlı muhaliflerin listesinin, Türkiye'nin müttefiki Amerika'ya verildiğini ifade etti. Şimdi, bu üst akıl neresi? Suçlu sadece Suriye yönetimi ve Suriye yönetimini destekleyenler mi, yoksa Körfez ülkeleri ve onların müttefiklerinin de bu sorunun bu noktaya gelmesinde acaba payı var mı? Bu işi sadece "ensar, muhacir" tarihsel göndermesi üzerinden de çözemeyiz. Elbette çok önemli bir tarihî referanstır ama "ensar ile muhacir" arasındaki ahlaki dayanışma konjonktürel değildir. Yani dönüp "Sizi otobüslere bindirir, göndeririz, o zaman görürsünüz." diye bir dostluk, bir kardeşlik ve bir dayanışmadan söz edilemez.
Bir öneriyle bu kısa süreyi bitirmek istiyorum. Biliyorsunuz, danışmanlarının "yasama, yürütme, yargı her şey bizde" demesi üzerine Sayın Cumhurbaşkanı da akademisyenlerin, gazetecilerin vatandaşlıktan çıkartılmasını önerdi, teklif etti. Ben diyorum ki, bir adım daha ileri atın, sorunu tümden çözün. Burada iki partinin terörle ilişkili olduğuna dair sürekli kürsüye çıkıp konuşuyorsunuz. O takdirde bu iki partiye oy veren yaklaşık yüzde 40 civarındaki seçmeni de vatandaşlıktan çıkarın, bu sorunu tümden çözün, bu sorunu esastan bitirin. Ülke güllük gülistanlık olsun, dikensiz bir gül bahçesine dönsün. Ne mülteci sorunu kalır, ne muhalefet sorunu ne de güçler ayrılığı ve anayasa sorunu.
Herkesi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)