GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:67
Tarih:05.04.2016

AYHAN BİLGEN (Kars) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ucube bir işle uğraşıyoruz. Ortada bir kurum var, bu kurumun bir kanunu var, Avrupa Birliği bizden eşitlikle ilgili bir kurum kurulmasını istiyor, biz eşitlikle ilgili uluslararası kurumların mevzuatından kes-kopyala yapıyoruz, bir yeni kanun yapıyoruz.

Kanunun metnine baktığınızda eklektik bir şey olduğunu çok net görürsünüz. İnsan hakları alanı ayrımcılıktan ibaret değildir. Ayrımcılık, elbette insan haklarının çok önemli alanlarından birisidir, ama sadece birisidir; bir sürü farklı insan hakları ihlalleri vardır ve siz insan hakları konusunu sadece ayrımcılığa indirerek bir yasa yaparsanız bugünkü İnsan Hakları Kurumunu boşa düşürürsünüz.

Çok açık biçimde 21'inci maddenin başlangıcı "münhasıran ayrımcılık" diye başlıyor. Şimdi, ayrımcılıkla ilgili ispat yükümlülüğünü aslında çok güzel biçimde iddia sahibine değil, eğer ortada ciddi deliller varsa, karine varsa, somut olgular varsa ihlalciye yüklemek gibi çok doğru, çok ileri, çok demokratik bir düzenleme yapıyorsunuz, ama "münhasıran ayrımcılık" diyerek de aslında etki alanını, kapsama alanını neredeyse minimuma indiriyorsunuz. Böyle bir kanun yapma, böyle bir insan hakları kurumu kurma mekanizması olmaz. Yani bütün insan hakları alanlarıyla ilgili, örneğin işkence iddiası İnsan Hakları Kurumunun gündemine gelir mi gelmez mi? Eğer kanunun 1'inci maddesine bakarsanız, kapsam bütün insan haklarını kapsıyor. Dolayısıyla, işkence iddiası, herhâlde İnsan Hakları Kurumunun gündemine gelir, gelmeli galiba. Herhâlde kimse bu konuda farklı düşünmez. İşkencenin bir insan hakları konusu olmadığını iddia edecek kimse yok. Ancak, işkencede ispat yükümlülüğünü mağdura verip de ama ayrımcılıkta ispat yükümlülüğünü ihlalciye vermek gibi garip bir işle uğraşıyoruz şu anda. Yani, bu kanunu bu uyarılarımızı dikkate almadan geçirmeye gücünüz yeter, buna hiç şüphe yok ama yapılan işin ne kadar büyük bir garabet içerdiğini ifade etmek zorundayız. İspat yükümlülüğünün mağdura değil de sorumluya, kamu görevlisine verilmesi aslında insan hakları alanındaki devrim niteliğindeki değişikliklerden biridir. Burada masuniyet aranmaz. Yani, ihlalcinin tacizine uğradığını, şiddete uğradığını, işkenceye uğradığını ispatlaması onur kırıcı bir şeydir, onun için de tersini ispat esas alınmıştır. İhlalcinin, bunu yapmadığını yani kişinin taciz görmediğini, kişinin işkence görmediğini, kişinin diğer özgürlüklerinin kısıtlanmadığını ispatlama gibi bir yükümlüğü vardır ve buradaki mantık, aslında kanunların, devletin koruması gerekenin insan onuru olduğunu, insani değerler olduğunu ifade eder. Yoksa eğer kamu görevlilerini korumak esas olsaydı, kamu görevlilerini yıpratmamak insan haklarının esas mantığı olsaydı herhâlde ispat yükümlülüğü böyle tarif edilmezdi. Dolayısıyla, burada bildiğimiz ceza hukukunun kişisel suçlarla ilgili, kişilerin işlediği suçlarla ilgili düzenlemesi esas alınmıyor ve ispat yükümlülüğü ihlalciye tanınıyorsa bunun münhasıran ayrımcılıkla sınırlandırılması, kısıtlanması asla kabul edilemez. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin bu konuda çok net uyarıları var. Yaşama hakkı dâhil olmak üzere birçok alanda Türkiye'nin ödemek zorunda kaldığı bundan kaynaklı tazminatlar var. Dolayısıyla da burada sorumluluğu, sorumluluğun kapsamını sadece ayrımcılığa, ayrımcılık yasağına indirmeyecek bir değişikliğin, bir düzeltmenin mutlaka yapılması gerekiyor.

Eğer Türkiye insan hakları sorunları itibarıyla İzlanda gibi bir ülke olsaydı yani Panama belgelerinde hakkında iddia çıktığı için başbakanların istifa ettiği bir ülke olsaydı belki insan hakları konularını böyle ele almak gerekmezdi. Ama basit bir karşılaştırmayla sözlerimi bitireceğim.

Bugün bir gazeteci, burada, bütçe sırasında çokça konuşulan bir iş adamının vergi cezasının affıyla ilgili, vergi borçlarının affıyla ilgili haber yaptığı için, hakkında yakalama kararı çıkartıldı. Cumhurbaşkanı "Akademisyenlerin tutuklu yargılanması ne demek?" diye başlayıp vatandaşlıktan çıkartılmasına dair hükmetti. Ama, yine, bugünlerde Gümüşhane'de -basında herhangi bir tekzip çıkmadığı için esas alarak söylüyoruz- tecavüz kesin olduğu hâlde önce tutuklanan bir sanığın, sonra birtakım hatırı sayılır kişilerin araya girmesiyle, delilleri karartma ihtimali olmadığı için tutuksuz yargılanmasına karar verildi. İşte, Türkiye'nin insan hakları karnesi bu. Dolayısıyla, bu ispat yükümlülüğünün yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor.

Herkesi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)