GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Çocuklara yönelik cinsel istismarı ve kadınlara yönelik şiddeti önlemede ihmali bulunduğu iddiasıyla Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu hakkında Gensoru açılmasına ilişkin önergenin (11/4) ön görüşmesi münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:66
Tarih:04.04.2016

MHP GRUBU ADINA DENİZ DEPBOYLU (Aydın) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; konuşmama başlamadan önce bugün acı bir haber aldık, Nusaybin'de bir uzman çavuşumuz ve bir korucumuz şehit düştü. Kendilerine Allah'tan rahmet, yakınlarına, Türk milletine başsağlığı diliyorum.

Yine, Azerbaycan'da vatan topraklarını korurken şehit düşen soydaşlarımıza da Allah'tan rahmet diliyorum.

Bugün partimizin kurucu lideri Başbuğ'umuz merhum Alparslan Türkeş Bey'in ebediyete intikalinin 19'uncu yıl dönümüdür. Kendisini de rahmetle anıyorum. Kendisi bize şöyle seslenmişti: "Türk töresinin bir şartı da yüksek vazife duygusudur, vazifeyi her ne pahasına olursa olsun yapmaktır. Diğer bir şart, toplum uğrunda her çeşit fedakârlığı yapmaktır; millete hizmet yolunda şahsi menfaatlerden, şahsi zevklerden feragattir, vazgeçmektir. Kişiler kendilerini millet için feda ederler, Türk milletinin büyüklüğü böyle yükselecektir. Onu sizler yaşatacak, sizler yükselteceksiniz." Onun bizlere öğrettiği değerli ilkelerden biri olan vazife sorumluluğu ve bu sorumluluğun şahsıma yüklediği özenle konuşmama başlıyorum.

Ne yazık ki son zamanlarda sık sık gündeme gelen çocukların fiziksel ve en çok da cinsel istismarı hepimizi derinden yaralıyor ve üzüyor. Bu olayların en ağır ve en lanetlenesi olanlarından biri 12 Martta Karaman ilimizde gerçekleşti. Olayın çirkinliğini düşündüğümde bu güzel ilimizin adını böylesine kötü bir olayla anmak beni üzüyor ancak değerli bulduğumuz yeri, mekânı, şahısları incitmemek adına en değerli varlıklarımız çocuklarımızın sorununu da ikinci plana atmak mümkün değil. Konu ne olursa olsun, çocukların üstün yararına hizmet hepimiz için ön planda olmalıdır. İnşallah, bu tarihten sonra da Karaman ilimiz güzelliğiyle, iyilikleriyle anılır.

Yaşadığımız bu üzücü olayın ardından, Milliyetçi Hareket Partisi olarak 17 Şubat 2016 tarihinde Meclis Başkanına sunduğumuz ve 23 Mart 2016 tarihinde Meclis gündemine getirdiğimiz çocuklara yönelik istismarın araştırılmasıyla ilgili araştırma önergemizin ilk anda AKP oylarıyla kabul edilmemesi Türk milletini derinden yaralamıştır. Ancak AKP Grubunun hatasını anlayarak ortak önerge sunma kararına katılması ve Meclisteki tüm grupların çocuklarımızı ilgilendiren bir soruna sahip çıkarak ortak karar alabilmesi olumlu bir gelişmedir. Nihayetinde çocukları istismardan korumak, cinsel istismarları araştırmak üzere bir komisyon kurulmuştur, bu komisyonun da hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Bizim çocuk istismarıyla ilgili sunduğumuz araştırma önergemizin dışında bir araştırma önergemiz daha vardı, o da kayıp çocuklarımızla ilgiliydi ve maalesef, yine, AKP oylarıyla bu önerge reddedildi. Bu önerge kayıp çocuklarımızın akıbetlerinin araştırılması ve kaybolma olaylarına karşı gereken önlemlerin alınmasıyla ilgili bir araştırma önergesiydi. Bunu da tekrar size hatırlatmak istiyorum, inşallah bu hatanızdan da dönersiniz çünkü kayıp çocuklarımızın sorunu bizi yakından ilgilendirmektedir, nihayetinde bu çocuklarımızın sayısını bile netleştirebilmiş değiliz. Bu çocuklarımızın suç çeteleri ve terör örgütleri tarafından kullanılma ihtimalinin yanı sıra fiziksel veya cinsel şiddete maruz kalma olasılığı yüksektir, bunu da sizlere hatırlatmak isterim.

Değerli vekiller, çocuk istismarı toplumun her kesimini etkileyen sosyal bir sorundur. Çocuklar kolayca güven duydukları, korkutulabildikleri ve kandırılabildikleri için istismara maalesef açıktırlar. Olayın en acı tarafıysa istismarı yaşayan çocukların susması, yardım isteyememesidir. İstismara uğrayan çocuk susar çünkü aile birliğinin bozulacağı endişesini yaşar; hiç kimsenin kendisine inanmayacağını, anne babasının gözünde değerinin düşeceğini düşünür, etiketleneceğini düşünür. Yardım isteyemez çünkü korkutulur, sindirilir, tehdit edilir. Sesi çıkmaz çünkü yaşadığı travmanın etkisiyle karşı koyacak gücü bulamaz. Anlatamaz çünkü kendisine yapılanı kendisi de tam olarak anlayamamıştır. İstismara uğrayan çocuk, kendisine uygulanan istismarın kapsam ve nedenini tam olarak kavrayamayacağından bunu nasıl ifade edeceğini de bilemez. Kendi sessizliğinde acının, yalnızlığın, utancın, hüznün en derininde tek başına kalır ve kendisini de bu günahın bir parçası olarak kabul eder.

Çocukluğunda istismara uğrayıp da bildirmeyen kişilere bunun nedenini soran bir araştırma yapıldığında, çoğunun kendisini de suçlu kabul ettiğini ortaya çıkarmış ki bu oran da yüzde 57,7'dir, küçümsenecek bir sayı değildir. Bazı aileler ve istismara tanık olan erişkinler ne yapacaklarını, nereye başvuracaklarını bilemeyebilir; aileler yalnız bırakılacaklarını, olayın medyaya yansıyarak aile şereflerine leke sürüleceğini düşünüp sessiz kalabilirler. İstismar olayı çocuk kadar, içinde yaşadığı aile ve toplumu da olumsuz etkilemektedir. Bu sebeplerle, aile ya da olaya tanık olan erişkin, yasaların kendini yeterince koruyamayacağını ve özellikle, istismar aile içinde gerçekleşmişse faille birlikte yaşamaya devam edecekleri için zarar göreceklerini ve hatta öldürülebileceklerini düşünürler. İşte bu noktada, çocukları korumada en önemli hususlardan biri, yasaların çocukları ne kadar koruma altına aldığının bilinmesidir. Bu sayede, çocuklarla ilgili görevleri ve sorumlulukları olan her birey kendine düşen görevi daha iyi kavrayabilecek, gerektiği yerde müdahale edebilecek ve gerekli organlardan yardım isteyebilecektir.

Cinsel davranış sapmalarının yani parafilinin psikologlar, psikiyatristler tarafından açıklanan birçok tanımı var. Ben bu tanımlar üzerinde durmak istemiyorum ama biraz bu parafilililer hakkında bilgi vermek istiyorum ki bunun önemli olduğunu düşünüyorum. Bu kişiler, pedofilililer, gözlerden uzak, karanlıkta avını yakalamaya çalışan kimseler değillerdir; herhangi birinin arkadaşı, topluma iyi entegre olmuş, şüphe uyandırmayan biri olabilirler. Çeşitli meslekte ve statüde öğretmen, danışman, üst düzey yönetici, izci lideri, kamyon şoförü, fabrika işçisi, din adamı, doktor, her şey olabilirler. Ve bu pedofili eğilimlerinden de asla söz etmezler. Alışveriş merkezlerinde, stadyumlarda, tüm toplu yerlerde çocukların bulunabileceği her yerde bulunmaya çalışırlar. Bir şahsın dinî vecibelerini yerine getiriyor olması ya da getiriyor gibi görünmesi o şahsın çalmayacağının, yalan söylemeyeceğinin, hırsızlık yapmayacağının, yolsuzluk yapmayacağının, kadınları veya çocukları istismar etmeyeceğinin garantisini vermez. Sapkın insanları ırk, din, cinsiyet, meslek, yaş ayrımı olarak ayıramazsınız, bu mümkün değildir. Çocukların cinsel istismarda faillerinin yüzde 60-70'i de akrabalar, öğretmenleri ya da otorite sahibi kişilerdir. Nadiren bir çocuğu cinsel bir temasa zorlar ya da baskı kurarlar. Genellikle güven ve dostluk yoluyla ilişki kurar, zaman içinde şiddet ve tehdit kullanmaya başlarlar. Maalesef, bizim de bazı kültürel yatkınlıklarımız bu istismara çocukları açık kılıyor. Örneğin, ekonomik sıkıntılar, kız çocuklarının evlendirilmesi, yine çocukların aileden uzak şekilde okumak zorunda kalması gibi birçok etken; çok çocukluluk, küçük bir evde yaşamak, bunlar istismarı kolay hâle getirebiliyor.

Tüm bu bilgileri dikkate aldığımızda sonuç nedir diye bakarsak, istismarın niteliği ne olursa olsun, nerede gerçekleşirse gerçekleşsin veya ihtimali olsun, devlet uyanık olmak, her türlü koruyucu tedbiri almak, denetleyici mekanizmaları oluşturmak, gerçekleşmemiş olaylar için bir yandan tedbir alırken gerçekleşmiş olaylar için de suçu işleyen kişi ya da kişileri değil sadece, ihmali ve kusuru olan kişileri de cezalandırıp yaptırım uygulamak zorundadır.

Yakın zamanda yaşadığımız bu sarsıcı olayın ardından Aile ve Sosyal Politikalar Bakanının "Kötü niyetli insanlar, her zaman bazı işleri suistimal eden insanlar olabiliyor. Bir kere rastlanmış olması hizmetleriyle öne çıkmış bir kurumumuzu karalamak için gerekçe olamaz. Biz Ensar Vakfını tanıyoruz, hizmetlerini takdir ediyoruz." şeklindeki ilk açıklaması talihsiz, üzücü ve hatalıdır.

Sayın Bakan, bu görevi aldığınız andan itibaren siz, artık, bir cemiyet, grup, cemaat, partiniz veya bir zümrenin koruyucusu değil, devletin ve milletin koruyucusu ve hizmetindesiniz. Adı, amacı, misyonu ne olursa olsun -ki bu grup çok da iyi niyetli olabilir veya iyi niyetli hareketler de yapabilir ve siz kendinizi kalben oraya bağlı da hissedebilirsiniz ancak- o yapılanmanın artık yeri devletin ve milletin önünde değildir. Sizin için öncelik bir grup değil, Türkiye Cumhuriyeti'ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes, yani önceliğiniz Türk milletidir. Türk milleti içinde önceliği hak eden bir grup arayacaksanız, bu grubu hizmet öncelikli mağdurlar oluşturmalıdır.

Bu olayda mağdur olan kişi adı geçen vakıf değil, maalesef, iddia edilen 45 çocuk, istismar gördüğü tespit edilmiş 10 çocuk; maalesef mağdurlar bunlardır. Çocukların verdikleri bilgiler mide bulandırıcı, tüyler ürpertici ve de endişe vericidir. Endişelerimiz ise, iddia edilen istismar mağduru sayısının üstünde bir rakamla karşılaşma kaygımızdır. Yine bizi endişeye düşüren, sürükleyen, devletin kontrolünde olmayan sayısız ev ve yurtlarda benzer ihmal ve kusurların yaşanması kaygısıdır.

Böyle bir adamın vakıf çalışanları ya da gönüllüleri arasına karışmış olması talihsizlik midir, tedbirsizlik midir? Ne olursa olsun, bu adamın, iki buçuk yıl boyunca onlara bağlı kalıp çalışarak çok sayıda çocuğu defalarca taciz etmesi vakfın ihmal ve kusurudur.

Böylesine üzücü ve kötü bir olayın bir kez yaşanmış olması bile, devleti yöneten Hükûmetin, çocukların güvenliği üzerinde alması gereken tedbirlerde yetersiz kaldığını ve hatası olduğunu gösterir. Zira, ailesinden daha iyi bir eğitim vaadiyle alınmış çocukların güvenliği sadece bunu yapan kuruluşların değil, buna izin veren yetkililerin de sorumluluğudur. Aileler, o kurumlara çocuklarını teslim ederken bu kurumlara destek veren ve hatta bizzat açılışlarını yapan, zaman zaman ziyaret eden ve hatta övgü dolu cümlelerle bahseden devlet büyüklerinin tavrına bakarak o kurumların güvenilir olduğu düşüncesiyle hareket etmektedirler. Bu da, bu tavrınız da kurumlar üzerindeki sorumluluğunuzu iki kez daha artırır.

Böylesine çirkin ve trajik bir olayın ardından Sayın Bakanın yaklaşımı ve açıklamaları kusurludur ancak bu konuyla ilgili olarak kusurun da tek sahibi değildir. Vakıflardan sorumlu Bakan bu kuruluşların faaliyetleriyle ilgili olarak gereken mevzuatları düzenlemekte yetersiz kalması, vakıflar tarafından verilen hizmetlerin denetlenmemesi, hızla artan merdiven altı yurt ve evlere müdahale etmeyerek çocuk ve gençlerimizin güvenliğini riske atması sebebiyle hatalı, kusurlu, ihmal sahibidir.

Köy okullarını kapatarak çocuklarımızı taşımalı eğitim ya da yatılı okula mecbur eden, daha sonra da çok sayıda yatılı ilköğretim bölge okulunu kapatarak okumak isteyen çocuk ve gençlerimizi kontrolsüz ev ve yurtlara muhtaç eden Millî Eğitim Bakanı hatalı, kusurlu ve ihmal sahibidir.

Çocuklarımıza, gençlerimize, kadınlarımıza yapılan fiziksel veya cinsel istismar sonucu yargı önüne getirilen suçlulara "Kravat taktı.", "Takım elbise giydi.", efendim, "Boynunu eğdi.", "Yaşı da çok büyüktü." gibi saçma sapan sebeplerle iyi hâl indirimi yapılmasına göz yuman Adalet Bakanı da hatalı, kusurlu, ihmal sahibidir.

Bütün bu hatalar son beş ayın ürünü değildir; iktidar olduğu sürece, on üç yıl boyunca bu ve benzeri sorunların yaşanmasına neden olan ve düzeltmeyen bugüne kadar görev yapmış AKP hükûmetleri ve bu hükûmetlerde yer almış ilgili bakanlar kusur ve ihmal sahibidir.

Vakıflar bizim kültürümüzde özel bir yere sahiptir. Bu kurumlar içinde sorumluluk sahibi ve devlet kültürüne saygı duyan, hassasiyetle hizmetlerini sürdüren bazıları, kültürümüzün tarih boyunca kuşaktan kuşağa aktarılmasında yardımcı olmuştur. Ancak son yıllarda amaçlarının üstüne çıkarak devletin sorumluluklarını üstlenmeye başlayan yapılanmaları hatalı bir uygulamadır. Çocuklarımızın ve gençlerimizin eğitimi ve eğitimi boyunca yararlanacağı hizmetlerin sunulması, kalacağı yurtların yapılması, güven ortamında her türlü ihtiyaçlarının giderilerek öğrenimlerini sürdürmelerinin sağlanması devletin görevidir. Devleti yöneten Hükûmetin kendi görev ve sorumluluklarını kontrol etmediği, tedbir almadığı ve denetlemediği sosyal kurumlara bırakması görev ihmali ve sorumsuzluktur.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının aile, çocuk, genç, yaşlı, engelli, gazi, şehit yakını gibi destek alması gereken grupların sorunlarını tespit eden, çözüm üreten bir bakanlık olması gerekiyor. Ancak icraatlarına baktığımızda, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına sadece yardım götüren bir bakanlık olarak bakılmakta ve bu da, Bakanlığın asıl görmesi gereken konuları da arka planda bırakmaktadır. Dolayısıyla bu Bakanlığımıza sosyal bir fon gibi bakmak, Bakanlığı da sosyal bir fon gibi idare etmek geleceğimiz adına yapılacak en büyük yanlışlardan biri olacaktır. Ne yazık ki bugüne kadar Hükûmet bu Bakanlığı sürekli seçim yatırımının kurumu gibi görmüştür.

Sayın Bakan, aile ve sosyal destek programlarıyla ilgili olarak hazırladığınız çalışma planını yakından takip ediyor ve başarıya ulaşmasını diliyorum. Fakat bu konuyla ilgili de yanlış yaptığınız bir şey var. Söz konusu programın yaygınlaştırılarak sürdürülebilmesi için sosyal hizmet, psikoloji, sosyoloji, psikolojik danışmanlık ve rehberlik ve benzeri bölümlerden lisans düzeyinde mezun olması şartıyla meslek elemanlarının personel hizmet alımı yoluyla istihdamı için Maliye Bakanlığımızca vize işlemlerinin tamamlanmış olduğunu, bütçe ve ihaleye ilişkin çalışmaların hâlen devam ettiğini anlıyoruz. Ancak Aile Sosyal Destek Programı modeli çerçevesinde görev alacak görevlilerin ihale yoluyla hizmet alımı yapılması öncelikle Anayasa ve yasalarımıza aykırıdır. Şöyle ki: Anayasa'mızın 128'inci maddesinde "Devletin yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür." şeklindedir. Kaldı ki Hükûmetin bir yandan kamuda istihdam edilen özel hizmet alımı personeli kadroya almayı vadederken diğer taraftan devletin asli ve sürekli görevlerini ifa etmek üzere yeni taşeron personel istihdam etmesi bu konudaki tutarsızlığını göstermektedir.

Mevcut Anayasa ve kanunlar çerçevesinde, ASDEP projesi kapsamında sosyal hizmet, psikoloji, sosyoloji, psikolojik danışmanlık ve rehberlik gibi bölümlerin mezunlarının personel çalıştırılmasına dayalı hizmet alımı yöntemiyle istihdam edilmeleri ve bu yönde hazırlanmış bir teknik şartname üst hukuk normlarına aykırıdır. Bu arkadaşlarımızın kadrolu memur olarak alınması gerekmektedir, taşeron olarak değil.

Sayın Bakan, bütün bunlardan ayrı olarak, size üstlendiğiniz görevin oldukça ağır olduğunu ve bir o kadar da hassasiyet taşıdığını hatırlatmak isterim. Bu görevi aldığınızda, ben doğru alınmış bir karar olduğunu düşünmüştüm çünkü insanların sorunlarıyla bire bir çalıştığınız, onlarla ilgilendiğiniz bir mesleğin mensubuydunuz, bir hekimdiniz ve aynı zamanda bir anneydiniz. Bir çocuğa sahip olmanın ne kadar özel ve ağır bir sorumluluk olduğunu yaşayarak öğrenmiştiniz. Bu sebeple, çocuklarla ilgili her türlü sorunda çocukların üstün yararını gözeteceğinizi düşünmüştüm. İstismar olayına verdiğiniz ilk tepkinin yanı sıra, Bakanlığınızca hazırlanan bir belgeselde -ki iyi ki erken dönemde onu geri çektiniz, çok kişi görmemiştir diye umuyorum- küçük bir çocuğun gelinlik giydirilerek eline kına yakılırken gösterilip altında "Gelenektir." ibaresiyle bağdaştırılması beni de son derece üzmüştür, size ifade etmek isterim.

Değerli vekiller, bizler burada, çok önemli ve bir o kadar da sorumluluk gerektiren bir görevi üstlenmiş bulunmaktayız. Özellikle, iktidar sahibi olan Adalet ve Kalkınma Partisinin sorumluluğu kat kat daha fazladır. Sizlerin hata yapma, ihmalkâr davranma, kusurlu olma, aldatılma gibi bir lüksünüz yoktur. Bizim şu andaki görevimiz, sizleri hatalı bulduğumuz yerde uyarmaktır. Milliyetçi Hareket Partisi olarak, "çözüm süreci" dediğiniz ihanet ve çözülme süreci başta olmak üzere birçok konuda sizi uyardık ve liderimiz Sayın Devlet Bahçeli'nin söz konusu uyarılarla ilgili yaptığı birçok öngörüsünün gerçekleştiğini maalesef yaşayarak gördük. Ancak sizin, bizlerin fikir ve görüşlerine değer vermeme, dinlememe, muhalefetten gelen her türlü öneri ve önergeyi reddetme gibi bir alışkanlığınız var. Yüzde 49'un oyunu almış olabilirsiniz ama geriye kalan ve temsil için bizleri görevlendirmiş olan bir çoğunluk var. Bizim önergelerimizi yok saymanız o çoğunluğu da yok saymanız anlamına gelecektir ki biz size bunu, böyle bir davranışı önermeyiz.

Bir insan ya da insan topluluğunun düşebileceği en büyük hatalardan birisi kibirdir. Bütün doğruları kendinizden bilme gibi bir hataya düşmek sizi yanılgılara, hatalara götürür. Sırf sizden öyle istendi diye bireysel olarak kendi fikir, akıl ve mantık, vicdanınızı da bir kenara bırakarak doğruluğundan şüphe ettiğiniz kararlara uyma yanılgısından vazgeçmenizi diliyor, Gazi Meclisi ve...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Depboylu, mikrofonunuzu açıyorum, sözlerinizi tamamlayınız lütfen.

DENİZ DEPBOYLU (Devamla) - Son cümlemi tekrarlıyorum o zaman.

BAŞKAN - Buyurun, tabii ki.

DENİZ DEPBOYLU (Devamla) - Sırf sizden öyle istendi diye de bireysel olarak kendi fikir, akıl, mantık ve vicdanınızı bir kenara itip doğruluğundan şüphe ettiğiniz kararlara uyma yanılgısından da vazgeçmenizi diliyor, Gazi Meclisi ve yüce Türk milletini, sizleri saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ederim. (MHP sıralarından alkışlar)