| Konu: | Yargı erkini baskı altına aldığı ve yönlendirdiği, kuvvetler ayrılığı ilkesine ve Anayasa'ya aykırı yaklaşımlarda bulunduğu iddiasıyla Adalet Bakanı Bekir Bozdağ hakkında Gensoru açılmasına ilişkin önergenin (11/3) ön görüşmesi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 66 |
| Tarih: | 04.04.2016 |
AK PARTİ GRUBU ADINA ORHAN ATALAY (Ardahan) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Değerli milletvekili arkadaşlar, HDP'nin Adalet Bakanı Sayın Bekir Bozdağ hakkında verdiği gensoru üzerinde grubum adına söz almış bulunuyorum. değerli heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, Türkiye'de özellikle yargının tarihi üzerinde konuşmak bir açıdan çok kolay çünkü doksan yıllık tarihimizde adalet üzerinde konuşmayı mecbur bırakan son derece geniş bir edebiyat vardır. Ama bir açıdan Türk yargı sistemini konuşurken bu sisteme hak ve özgürlükler, demokrasi, millî irade, temel toplumsal problemlerin çözüm ihtiyacı gibi zaviyelerden bakıldığında da yargıya ilişkin yine epey konuşmak lazımdır. CHP'li hatibin, burada, sanki kendi tarihine ilişkin hiçbir bilgi kırıntısına sahip değilmiş gibi atıp tutması, esas itibarıyla yargı söz konusu olduğunda sesi kısılması gereken partinin Cumhuriyet Halk Partisi olduğunu bilmemesi düşünülemez. Çünkü bizim, cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren Türkiye'de -hâlihazırda bu gensoruya konu olan mesele dâhil olmak üzere- birçok problemin tohumları Cumhuriyet Halk Partisinin yirmi yedi yıllık iktidarı döneminde ekilmiş, çoğu zehirli yemişlerin bu toplumda yaratmış olduğu tahribatı ortadan kaldırmak için, AK PARTİ, 2002'den bu yana, gerçekten tarihe alnımızın akı olarak geçecek, bu milletin gelecek bin yılını sağlam esaslar üzerinde tesis edecek, temellerini sağlamlaştıracak, devrimsel nitelikte atmış olduğumuz adımlardır. AK PARTİ, 2002'den bu yana, bu ülkenin ekonomisinden ulaştırmasına, adalet sisteminden dış politikasına kadar bu ülke insanının önünü açmaktan gayrı, bu ülkenin insanını tarihî kökleriyle buluşturmaktan gayrı, bu ülkede AK PARTİ döneminden bin yıl önce sağlam derinliklere ekilmiş tohumların dallarında açmış olduğu birliği, hukuku, ahlakı tekrar kökleriyle buluşturup yeniden geleceğe doğru alnımızın akıyla yürümesini gerektiren bir devrin adıdır.
Değerli arkadaşlar, yargı denince hemen aklımıza istiklal mahkemeleri gelir. İstiklal mahkemeleri -adına kanmayın- esas itibarıyla Fransız devrim mahkemelerinden ya da Bolşevik devrim mahkemelerinden başka bir şey yapmadı. Esas itibarıyla bir devrim mahkemesiydi. Kurtuluş Savaşı'nın birçok komutanını dahi yargılamış, birçoğunu akşam namazında alıp sabah namazından önce idam etmiş bir mahkemenin adıdır.
Ben Ardahan Milletvekiliyim ve hem 1'inci Dönem Binbaşı Hilmi Efendi'yi hem 2'nci Dönem Halit Paşa'yı, milletvekillerini hangi hukuki kriterlere uygun, nasıl idam ettiğini, nasıl katlettiğini, şurada kütüphane var, gider açar okursunuz, yargı konusunda da ülkenin doksan yılda nereden nereye geldiğini açık ve net bir şekilde görmüş olursunuz.
Rauf Orbay istiklal mahkemesinin büyük paşalarından. Memleketteki buhran, vicdan buhranının temel sebebi olarak görmüş olduğu, tanımlamış olduğu bu mahkemelere Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey için kulak verelim. Hüseyin Avni Bey 1'inci Dönem, gerçekten yürekli, ufku açık, yüreği cesur bir milletvekiliydi. Hüseyin Avni Bey de Elâzığ İstiklal Mahkemelerinde yargılanır. Mahkeme ona ömür boyu sürgün cezası verince ayağa kalkar: "Bu mahkeme çok namuslu insan idam etmiştir. Bizim namusumuzda bir eksiklik mi gördü ki bizi asmadı?" diye hayretini ve haykırışını ifade etmişti.
Cemal Kutay istiklal mahkemeleriyle ilgili "1923'le 1927 arasında tam bir siyasi müessese olmuş, bazı hususi düşünceleri ve memlekette zor ve tedhişle yerleşmesi arzusu ifade edilemeyen hususları, inkılap namına tarsin ve tesis eden -yani sağlamlaştıran ve kurumsal hâle getiren- bir cihaz hâline getirilmiştir." der. Bu da Cumhuriyet Halk Partisinin yargı anlayışıydı.
Şark İstiklal Mahkemelerindeki durum daha fecidir. Eski Van Milletvekili merhum İbrahim Arvas'a kulak verelim. İstiklal mahkemelerinin yargı zihnine, yargı biçimine ilişkin der ki: "Ne kadar baba oğul mahkûm var idiyse evvela babanın gözü önünde oğlunu astırır, sonra da babayı asardı. Bu hususta babanın feryat ve figanları zerre kadar katı kalplerine tesir etmedi, etmezdi."
Değerli arkadaşlar, 27 Mayıs darbesine geldiğimizde de Yassıada Mahkemesi Başkanı Salim Başol'un "Sizleri buraya tıkan irade böyle istiyor." sözünü tarihî derinliklerimizde, hafızalarımızda saklı tutuyoruz millet olarak.
12 Marta geldiğimizde de durum değişmemiştir. Ecevit'in meşhur sözünü de size hatırlatırım: "Yargı organları geniş ölçüde devrimci, ilerici unsurların elindedir." diyerek kendi yarınlarını yargı eliyle güvencede görüyorlardı.
12 Eylül darbesine geldiğimizde de, 1974-1980 arasında ne yazık ki yargı vermiş olduğu kararlarla Parlamentonun kendi asli işlevini görmesini engellemiş, âdeta darbe için ortamı hazır hâle getiren bir mekanizmaya dönüşmüştü. Kenan Evren 3 Ekim 1984'te Muş'ta yaptığı konuşmada -hatırlayın- "Hainleri asmayıp da besleyecek miyiz?" diyor ve bu sözü uzun yıllar belleklerde yer ediyordu. Soldan Erdal Eren daha 19'una girmemişti ki idam edildi veya bizzat hâkimin kendi itirafıyla "Sadece denge olsun." diye sağdan da Mustafa Pehlivanoğlu asılmış, suçsuz olduğu ortaya çıktığı zaman da söz, haber, bilgi Kenan Evren'e ulaşmış, Kenan Evren "Bu bilgi bana da geldi ama artık çok geç, infazdan dönemeyiz." demişti. Yüksek Hâkimler ve Savcılar Kurulu üyelerinin Evren'i ziyaret edip "Emirlerinizi yerine getirmeye hazırız efendim." sözlerini de hatırlatmak isterim.
Yargının 1989-1990'lı yıllara geldiğimizde de durumu esas itibarıyla içler acısıdır. 45'inci Hükûmette yani Birinci Özal Hükûmetinde başörtüsünü serbest bırakmak için YÖK Yasası'nda yaptığı değişiklik veto edilmiş, 1988'de 46'ncı İkinci Özal Hükûmeti döneminde de ikinci yasa değişikliği çıkarılmış ancak Evren'in başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesi tarafından 1989 yılında iptal edilmiş. 1990'da yine başörtüsüne izin veren üçüncü kanun çıkmış, SHP Anayasa Mahkemesine götürmüş ve kanun reddedilerek yürürlükten kaldırılmıştır.
28 Şubat dönemine geldiğimizde ise özellikle dinî inançların özgürce yaşanmasına karşı yapılmış bir darbe olması hasebiyle, çoğu zaman disiplin veya idari soruşturmaya konu olacak hususlar ceza davalarına konu olmuş, mahkûmiyetler yaşanmıştı.
7 Nisan e-muhtıraya karşı tepki göstermek; yargı adına, adalet adına tepki göstermek bir tarafa, hâkimler ve savcılar otobüslere bindirilmiş, Genelkurmay başkanlarına götürülerek brife edilmiştir. Onlar da kendi öğretmenlerini alkışlamışlardı. Nitekim, Hasan Celal Güzel: "Bana 'Son elli yıllık darbe döneminin en büyük sorumluları kimlerdir?' diye bir soru soracak olursanız şayet, size darbecilerden ve darbe provokatörlerinden daha önce, Türkiye'deki yargı sistemini ve yargı görevini bir emir kulu şeklinde uygulayan yargı mensuplarını gösteririm."
Değerli arkadaşlar, hatırlayın, 2007 yılında Cumhurbaşkanlığı seçiminde karar yeter sayısı için gerekli 367 sayısını toplantı yeter sayısı için de istemişlerdi ve ne yazık ki Anayasa Mahkemesi böyle bir garabetin altına da imzasını atmıştı. Bu yetmedi, tam 411 milletvekili başörtüsüne özgürlük için el kaldırdılar, Anayasa Mahkemesi onu da iptal etti.
İşin calibidikkat tarafı şudur arkadaşlar: O dönem Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Saymanı ve Sözcüsü Mustafa Özyürek aynen şöyle diyor... Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın yüksek yargıya yönelik yaptığı açıklamalarına tepki göstererek, Özyürek "Başbakan diyor ki: '411 milletvekili birleşti, Anayasa'nın bir maddesini değiştirdi fakat Anayasa Mahkemesi iptal etti.' 550 milletvekili de birleşse, yanlış karar veriliyorsa o kararı Anayasa Mahkemesi iptal etmek zorundadır. Sayın Başbakanın bu gerçeği öğrenmesi gerekir." demişti.
LEVENT GÖK (Ankara) - Orhan, gensoruya gel artık ya, gensoruya gel.
ORHAN ATALAY (Devamla) - O zihniyet ile bu zihniyet arasında hangi fark var arkadaşlar? Hiçbir fark yok. "550 milletvekili burada bir Anayasa maddesini değiştirse dahi Anayasa Mahkemesi onu iptal edecektir." diyor.
Değerli arkadaşlar, zerre kadar hukuk bilgisine, hukuk formasyonuna sahip olan arkadaşlarımız, ilkokuldaki çocuklarımıza varıncaya kadar bilirler ki 550 milletvekilinin değiştirmiş olduğu bir Anayasa maddesini, Anayasa Mahkemesi kendi yetki alanını aşarak, şeklen, biçimsel olarak incelemeyi bırakıp esasa girerse o zaman bu Anayasa Mahkemesinin kararları da herhâlde selamlanır size göre arkadaşlar.
Paralel yapıya gelince, 7 Şubat MİT krizi, 17 ve 25 Aralık darbe teşebbüsleri, bu sefer de bazı yargıçlar muz cumhuriyeti sandıkları Türkiye'de yargı kanalıyla millî iradeyi çöpe atmaya heveslenmiş, bu heveslerini görece masum gerekçelerle de serdetmişlerdir. 1970'lerde devrimcilerin elinde bulunan yargı, bu sefer, devlet içinde devlet kurma peşinde olan paralelcilerin eline geçirilmek istenmişti. Bunlar da halkın vekâletini namus bellemiş, çelikten siyasi bir iradeye çarpıp parçalanmış ve rezil bir izmihlal yaşamışlardır.
MUSA ÇAM (İzmir) - Yanlış mukayese yapıyorsun, yanlış mukayese! Devrimciler ile paralelcileri aynı kefeye koyma Orhan!
ORHAN ATALAY (Devamla) - Tıpkı Akif'in "İşte, ey unsur-ı isyan, bu elim izmihlal / Seni tahrik eden üç beş alığın marifeti! / Ya neden beklemiyordun bu rezil akıbeti?" dizilerindeki gibi onlar da kendi rezil akıbetlerini buradaki çelik gibi güçlü siyasi iradeye çarparak hercümerç oldular.
Değerli arkadaşlar, ilgili gensoruda, Cumhurbaşkanının Anayasa Mahkemesine ilişkin görüşlerine yer verilerek Adalet Bakanının tutumu eleştiriliyor.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; cumhuriyet tarihi boyunca ilk kez, halkın hür ve pür iradesiyle doğrudan seçilmiş Cumhurbaşkanımıza dışarıdan ve içeriden hayâsızca bir saldırı başlamış ve bu inatla sürdürülüyor.
Dış saldırının sebeplerine baktığımızda iki neden görüyoruz: Birisi İsrail'e çekilen "..."(??, ikincisiyse "Dünya beşten büyüktür." tespiti veya cesareti. Oysa, bütün Orta Doğu halkları bilir ki aynı zamanda birer silah tüccarı olan bu beş büyük, Ahmet Arif'in "Adiloş Bebenin Ninnisi" şiirinde dediği gibi: "Bunlar / Engerekler ve çıyanlardır / Bunlar / Aşımıza, ekmeğimize / Göz koyanlardır / Tanı bunları / Tanı da büyü."
Evet, Orta Doğu halkları bu beş büyüğü tanımış ve beş büyüğe karşı da en cesur yürek...
ERKAN AKÇAY (Manisa) - İsrail'in önünde dokuz takla atıyorsunuz, hâlâ "..."(?? diyorsunuz ya! Dokuz takla attınız İsrail'in karşısında be! Ne onur bıraktınız ne haysiyet...
ORHAN ATALAY (Devamla) - ...cesur bir sese dönüşmüş, "Dünya sizden büyüktür." diyerek onlara hadlerini bildirmiş, hakları neyse o sınırlar içerisine çekilmesini dünyaya bildirmiştir.
İkinci nedeni ise içteki neden arkadaşlar, o da büyük bir kıskançlıktır. Bana öyle geliyor ki 2002'de bir parti kurup 2003'te tek başına iktidara gelen ve o gün bugün 10 defa halkın önüne gidip her defasında halkın büyük bir teveccühüne mazhar olan bir adamı kıskanmak garipsenecek bir şey değildir. Çünkü "Kıskançlık gök kubbenin altında en büyük puttur." diyor Peygamberimiz. Nitekim Âdem'in oğlu Kabil'i kardeşi Habil'in katili yapan, Yakup Peygamber'in çocuklarına Yusuf'u kuyuya attıran o sinsi, o derin, o güçlü his ne yazık ki bu sıralarda tecelli ediyor.
Cumhurbaşkanına ilişkin söylenecek sözü, itirazları, eleştirileri demokratik bir ülkede karşılamak, makul karşılamak mümkün ama bu kürsüyü her seferinde Cumhurbaşkanına saldırı yeri, saldırı kürsüsü, saldırı mekânı olarak telakki etmek olsa olsa, sadece bununla izah edilir. O yüzden, kıskanmayın arkadaşlar. Eğer siz de çalışırsanız, siz de halkın ihtiyaçlarına, halkın dileklerine kulak verirseniz, siz de bu halkın geçmişiyle, bu halkın diliyle, tarihiyle, kültürüyle, medeniyet algısıyla barışırsanız...
ERKAN AKÇAY (Manisa) - Hep putperest olmuşsunuz, putperest.
ORHAN ATALAY (Devamla) - ....ve bu güveni verirseniz halka, halk sizi de seçer, sizi de cumhurbaşkanı eder, sizi de başbakan eder.
ERKAN AKÇAY (Manisa) - Putperestlik yapma.
ORHAN ATALAY (Devamla) - Eğer kendi eksikliğinizi, kendi ayıbınızı, kusurunuzu görmüyor da sadece sallıyorsanız, bilesiniz ki bu millet bildiği yoldan şaşmayacak, kimi seçeceğine kendisi karar vermiş, karar verdiğinin arkasında durmaya devam edecek.
Değerli arkadaşlarım, gensorunun üçüncü bölümü Adalet Bakanımızla ilgilidir.
LEVENT GÖK (Ankara) - Nihayet konuya geldin Orhancığım.
ORHAN ATALAY (Devamla) - HDP de gayet iyi bilir ki 1924'lerde, 1925'lerde başlayıp AK PARTİ iktidarına kadar olan süreçte gerçekten "Kürt sorunu" dediğimiz sorunu yaratan bir iklim vardı. "Bu sorunu baldıran zehri dahi olsa içmeye ve çözmeye razıyım." diyen güçlü siyasi bir lider ortaya çıktı ve 2012'lerin sonundan itibaren de "çözüm süreci" dediğimiz yeni bir süreç başladı. Çünkü bu süreçten önce yaşanan hadiseleri incelediğimizde, sadece ve sadece güvenlik bürokrasisine teslim edilmiş, öldüre öldüre bitirileceği söylenmiş, asla ve kata bu problemi demokratik, siyasi bir alana çekme cesareti gösterilememiş, Özal'dan Demirel'e kadar, Erdal İnönü'den diğer başbakanlara kadar bir dizi teşebbüslerde bulunulmuş ama ne yazık ki başarılamamıştır.
AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Erdal Bey'i unutma, Erdal İnönü'yü.
ORHAN ATALAY (Devamla) - Değerli arkadaşlar, Kürt sorununu ortaya çıkaran şey, esas itibarıyla, eskilerin ifadesiyle "tedip, tenkil, tehcir ve temsil"di yani asimilasyondu. Cumhuriyet Halk Partisinin yirmi yedi yıllık iktidarı döneminde Kürtleri asimile etmek gibi bir hedefi vardı; bunu İsmet İnönü de söyledi, Nihat Erim de söyledi, biraz önce burada adı geçen Mahmut Esat Bozkurt da söyledi. Bunu gizlemenizin anlamı yok. O dönemde antropoloji çalışmaları yapıldı, insanların kafatasları ölçüldü ama ilk kez AK PARTİ döneminde bu problemi biz gerçekten temel insan hak ve hürriyetleri bağlamında ve zemininde çözmek gibi bir irade ortaya koyduk.
ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) - Ne oldu?
ORHAN ATALAY (Devamla) - Çözüm süreci, Başbakanımızın dediği gibi, bu coğrafyada son yüzyılın en büyük başarısıydı.
UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) - Ne oldu? Ne oldu?
ORHAN ATALAY (Devamla) - Bugün de tek çözüm yolu ancak ve ancak o şekilde gerçekleşir. Ancak, Kandil başından itibaren bu çözüm sürecini zehirlemeye devam etti.
ERKAN AKÇAY (Manisa) - Utanır insan ya. Yazıklar olsun size!
ORHAN ATALAY (Devamla) - Gezi Parkı eylemlerinden sonra Kandil ile Geziciler ve uluslararası aktörler el ele vererek AK PARTİ'yi iktidardan düşürüp tekrar bu ülkeyi bir Mısır'a, bir Suriye'ye, bir Irak'a çevirmek için uğraşıp durdular ama her defasında, dediğim gibi, bu milletin tercih etmiş olduğu, seçmiş olduğu AK PARTİ'nin çelik iradesine çarptı ve paramparça oldu.
Değerli arkadaşlar, HDP'ye buradan bir çağrıda bulunuyorum: HDP Kandil'in siyasi sözcülüğünü bırakıp Kürt halkının ne istediğine kulak vermek zorundadır. Kürt halkı öz yönetim istemiyor. Burada, halk direnişi diye bir direnişten söz edilemez. Halkın istediği tek şey var; bu coğrafyada bütün kardeşleriyle, bin yıllık kardeşleriyle birlikte yaşama iradesidir. Kürt halkının tek istediği şey "Size oy veren insanların evlerini başlarına yıkmayın." mesajını okumanızı istiyorlar. Kürt halkı huzur istiyor, Kürt halkı barış istiyor. Kürt halkı kendi diliyle, örfüyle, âdetiyle yaşamak istiyor. Kürt halkı kendi şehirlerini, kadim şehirlerini bir harabistana çeviren eşkıyanın kendi toplumlarından, kendi topraklarından, kendi şehirlerinden yok olup, çekilip gitmelerini istiyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Mikrofonunuzu açıyorum Sayın Atalay, tamamlayınız.
ORHAN ATALAY (Devamla) - Eğer biz bu Mecliste bize düşeni yaparsak, gerçekten herkesin eşitlik ve adalet duygularını tatmin edecek adam gibi bir anayasa yapabilirsek bu problemleri biz ancak o zaman sahici bir şekilde çözebiliriz. Bu yapılmadığı sürece, buna el atmadığımız sürece, ne yazık ki buraya çıkanlar Kandil'in sözcülüğünü yapmaya, oradaki teröristlerin sözcülüğünü yapmaya devam edecekler, şehitler gelmeye devam edecek. Bu, problemi çözmez. Problemin yeri, problemin mekânı burasıdır; aracı, gereci siyasettir. Buradan ve siyasetten gayrı yol yoktur arkadaşlar. Lütfen, bu gerçeği anlayıp, tarihin bu evrede bize yüklemiş olduğu geleceğe yürütecek bir anayasanın yapımına masadan kaçmadan katkıda bulunmaktır.
Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)