| Konu: | Yargı erkini baskı altına aldığı ve yönlendirdiği, kuvvetler ayrılığı ilkesine ve Anayasa'ya aykırı yaklaşımlarda bulunduğu iddiasıyla Adalet Bakanı Bekir Bozdağ hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergenin (11/3) ön görüşmesi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 66 |
| Tarih: | 04.04.2016 |
MHP GRUBU ADINA MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Aziz Türk milleti, saygıdeğer milletvekilleri; (11/3) esas numaralı Yargı Erkini Baskı Altına Aldığı ve Yönlendirdiği, Kuvvetler Ayrılığı İlkesine ve Anayasa'ya Aykırı Yaklaşımlarda Bulunduğu İddiasıyla Adalet Bakanı Sayın Bekir Bozdağ Hakkında Bir Gensoru Açılmasına İlişkin Önerge'yle ilgili olarak Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle Gazi Meclisi saygılarımla selamlıyorum.
Sözlerime başlamadan önce, Milliyetçi Hareket Partisinin kurucusu ve ilk Genel Başkanı, Türk dünyasının efsanevi lideri, her dönemde dürüst devlet adamı olarak hatırlanan ve yine Türk milletinin son Başbuğ'u Alparslan Türkeş'i vefatının 19'uncu yılında rahmet, minnet ve özlemle anıyorum.
Başbuğ Alparslan Türkeş'in "Ülküsüz insan, çamurdan farkı olmayan bir varlıktır." sözleri üzerinden, hayatını adadığı felsefesini ve mücadele gayesini her geçen gün daha iyi anlıyoruz. Ayrıca, yine, Başbuğ'umuzun "İnsanlar yoksulluğa, açlığa, susuzluğa tahammül ederler fakat adaletsizliğe, hor görülmeye, aşağılanmaya asla müsaade ve müsamaha etmezler." sözleri, günümüzde tekrar anlam kazanan önemli düşüncelerindendir.
Değerli milletvekilleri, Başbuğ Alparslan Türkeş'in de ifade ettiği gibi, adaletsizlik, yoksulluk ve açlıktan da önde gelen ve asla müsamaha gösterilemeyecek bir kavramdır. Yollar yapabilirsiniz, devlet kaynakları üzerinden insanlara ekmek, yemek ve hatta rant da dağıtabilirsiniz, bu tür durumları siyasi propagandanızın ana omurgası hâline de getirebilirsiniz ancak herkes için adaleti sağlayamadığınız sürece gerçek anlamda iktidar olamazsınız ve bu durumun hesabını da bir gün mutlaka verirsiniz.
HDP'nin vermiş olduğu gensoru açılması önergesinin art niyetli olduğu ve yine hiçbirimizi şaşırtmayacak şekilde, "Hükûmet" adı altında Türkiye Cumhuriyeti devletini küçük düşürmeye, terörle mücadelenin önünü kesmeye yönelik olduğu düşüncesindeyiz. Bize göre ise bu önergenin terörle mücadeleden kaynaklanan nedenlerle değil, terörle neden yeterince mücadele edilmediğiyle ilgili verilmesi gerekmektedir. Ancak, herkes tarafından bilinmelidir ki dolaylı veya doğrudan terör destekçiliği Milliyetçi Hareket Partisi olarak tarihimizin hiçbir noktasında bulunmamış ve bundan sonra da asla bulunmayacaktır. Milliyetçi Hareket Partisi olarak, devlet yönetimini elinde bulunduranların bize her türlü eziyetine rağmen, Türkiye Cumhuriyeti devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne kusursuz bağlılığımız ilanihaye devam edecektir.
AKP hükûmetlerinin terörle mücadele karnesi ortadadır. Terörle müzakere etmekten, terörle mütareke etmekten terörle mücadele etmeye fırsat bulamayan AKP hükûmetlerinin terörün kanlı ve kalleş yüzünü bir kez daha görünce aklı başına gelmiş, AKP Hükûmeti yeterince kararlı ve samimi olmasa da terörle mücadele etmeye girişmiştir. Bu şartlar altında, AKP'nin yarım ağız da olsa yaptığı terörle mücadeleyi akamete uğratacak bir yaklaşım en azından Milliyetçi Hareket Partisinden beklenmemelidir.
Sayın milletvekilleri, AKP hükûmetleri ve Adalet Bakanı Sayın Bekir Bozdağ'ın terörle mücadele başta olmak üzere adaletsizlik sicili ortadadır. AKP hükûmetleri tarafından yargı ve adalet mekanizmalarını bozmaya ve değiştirmeye yönelik olarak sürdürülen politikalar Türk milletinin hafızasından asla silinmeyecektir. HSYK ve Anayasa Mahkemesinin yapısı 2010 Anayasa referandumunda değişmişken AKP, 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturması sonrasında bu kurumlara kanun yoluyla müdahaleden kaçınmamıştır. Yine, "Balyoz", "Ergenekon" gibi isimlerle anılan sözde darbe teşebbüsleri kapsamında yürütülen operasyonlar sonucunda Hükûmet yetkililerince "Pardon." denilmiş ve sürecin sorumlusu olarak bugün AKP tarafından "paralel yapı" olarak adlandırılan, aslında AKP'nin üvey kardeşi, dönemin yavru iktidarı işaret edilmiştir.
Bugüne gelindiğinde, yargıya güven endeksi hiç olmadığı kadar düşmüş, âdeta yerlerde sürünmektedir. Müvekkiller tarafından basit bir boşanma davasında bile avukatlara "Hâkimi tanıyor musunuz?" gibi soruların sorulması, Türk yargı sisteminin içine düşürüldüğü durumu açıkça ortaya koymaktadır. AKP döneminde hâkim ve savcı sınavlarındaki fişleme ve kayırma iddiaları, "senin hâkimin, benim hâkimim" kavgaları, 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturması başta olmak üzere hemen hemen her kritik davada değiştirilen hâkimler, görevden alınan savcılar, içi boşaltılan ve uygulanamaz hâle getirilen kanunlar Türk adaletinin son durumunu ortaya koyması açısından hayati önem taşımaktadır. Hitler döneminde göreve atanan hâkimlere verilen "Bir davada karar vermeden önce 'Acaba benim yerimde Führer olsaydı nasıl karar verirdi?' diye düşünün ve kararınızı öylece verin." nasihati, Hükûmetin hayalindeki yargı sistemini en güzel şekilde özetlemektedir.
Bu vesileyle, sözde yeni Osmanlıcılara, kendi atbizimki de yaşanmışlık. biz de böyle yaşıyoz tongue emoticonadığı kadı tarafından yargılanan Fatih Sultan Mehmet'in adalete olan bağlılığını hatırlatmak isterim. Hepimizin bildiği gibi, Fatih Sultan Mehmet hakkında karar veren Kadı Hızır "Eğer padişahlığına güvenip de benim verdiğim karara karşı gelseydin, şu gördüğün topuzla senin kafanı ezer, seni oracıkta öldürürdüm." der. Kadının bu cümlelerine istinaden Büyük Sultan Fatih de "Eğer ki sen de benim padişahlığıma aldanıp farklı bir karar verseydin ben de senin kafanı kılıcımla koparırdım." sözlerini kullanır. Şimdi hep birlikte düşünelim: AKP Hükûmetinin on üç yıldır yürüttüğü adalet politikaları acaba Hitler'in sistemine mi yoksa Fatih Sultan Mehmet'in adaletine mi benzemektedir?
Kıymetli milletvekilleri, PKK terörü başta olmak üzere her türlü terör AKP hükûmetleri döneminde muhatap alınmış ve âdeta desteklenmiştir. PKK ve siyasi uzantılarıyla birlikte "çözüm" adı altında yürütülen ihanet sürecinin ağır sonuçlarını bugün millet olarak yaşamaktayız.
Diğer yandan, Suriye'de ortaya çıkan iç karışıklıklarda sırasıyla Özgür Suriye Ordusu, PYD ve IŞİD unsurları doğrudan muhatap alınmış, bu örgütlere mensup eli silahlı kişiler ülkemizde tedavi edilmiş, bu örgütlere altyapı desteği sağlanmış ve hatta ülkemizde toplantılar yapmalarına izin verilmiştir. PYD'nin sözde Başkanı Salih Müslim'in "Ankara'ya geliyoruz, İstanbul'a geliyoruz, Erdoğan'ın evine kadar gidiyoruz, konuşuyoruz, görüşüyoruz, sonra da arkamızdan 'terörist' diyorlar." sözleri, bu süreçte Hükûmetin içine düştüğü durumu açıkça ortaya koymaktadır.
AKP döneminde, terörle mücadeleye ilişkin mevzuat âdeta terörle mücadele edilmemek üzere tasarlanmış, güvenlik güçlerimizin ve yargının eli kolu bağlanarak terör ve teröristlere alan açılmıştır. Yeterli olmayan mevzuat sorununa bir de bu mevzuatın uygulanmaması sorunu eklenmiş, bu şekilde, doğrudan terör unsuru içeren eylemler, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet gibi basit sayılabilecek suçlara indirgenmiştir. Diğer yandan, Terörle Mücadele Kanunu yerine "çözüm" adı altındaki ihanet politikalarının uygulanması sonucunda, teröristler ellerindeki silahlarıyla askerî birliklerin önünden yürüyerek geçip gitmiş, bu durum ise Türk milletine "O dağlarda piknik yapılacak." sözleriyle anlatılmıştır.
AKP hükûmetlerinin "çözüm" adı altındaki ihanet icraatları sonucu Terörle Mücadele Kanunu'nda terörle mücadeleye yetki tanıyan veya terör suçlarına yönelik mücadele imkânı veren bir düzenleme ne yazık ki neredeyse kalmamıştır. Terörle Mücadele Kanunu'nun birçok maddesi zamanla yürürlükten kaldırılmış, yerlerine yeni düzenlemeler yapılmamış, kanun sistematiği bozularak teröristlerin mevzuat boşluğundan da yararlanması sağlanmıştır. Hâlihazırdaki hukuk düzenimiz içerisinde tutuksuz yargılanmakta olan bir teröristin Güvenpark'ta meydana gelen canlı bomba saldırısını gerçekleştirmesi sözlerimizde ne kadar halkı olduğumuzun önemli bir kanıtıdır.
Sayın milletvekilleri, gerçek anlamda bir terörle mücadele için öncelikli olarak samimiyet gereklidir. Bu samimiyetin de göstergesi, teröre karşı caydırıcı ve önleyici yasal düzenlemelerdir. Terör suçlarıyla ilgili mevzuatımız dağınık durumdadır, keyfî uygulama yapılmasına müsaittir. Konuya ilişkin mevzuatın tek bir temel kanun altında toplanması zaruret arz etmektedir. Devletin her dönemde ve her türlü teröre karşı kullanabileceği yeni bir terörle mücadele kanununa acilen ihtiyaç vardır. Ayrıca, bu kanunun Emniyet kuvvetlerine, Türk Silahlı Kuvvetlerine ve Türk yargısına terörle mücadelede yeterli yetki, etkinlik ve güç sağlayacak şekilde düzenlenmesi gerekmektedir.
Terör suçları olağanüstü durumlarda işlenen suçlar olduğundan, olağan durumların dışında, özelliğine göre müstakil düzenlemelerle cezalandırılmalı ve olağan dönem ile bu kanun, birbirine karışan yetkiler barındırmamalıdır. Terörle Mücadele Kanunu ile Türk Ceza Kanunu arasındaki uyumsuzluklar giderilmeli, basın-yayın organları aracılığıyla işlenen suçlar ve çocuk suçluların durumu da dâhil olmak üzere gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu, 1991 yılı şartlarında genelde kırsal bölgelerde faaliyet gösteren teröre karşı hazırlanmış olup bu kanunun, şehir merkezlerinde nitelikli ve üniversite mezunu, nitelikli ve belirli bir geliri olan terör yandaşlarına karşı mücadeleye de geniş imkânlar tanıyacak şekilde yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Bazı yeni terör suçları kanuna eklenmelidir. Kanunda tek maddede düzenlenen birçok suç ayrı ayrı düzenlenmeli ve bu şekilde kanuna açıklık getirilmelidir. Bir suçun terör amacıyla işlenmesi hâlinde ceza sınırlarının arttırılması sağlanmalı, bu noktada hâkimlere tanınan takdir hakkının boyutu yeniden gözden geçirilmelidir. Yürüttükleri görev nedeniyle terör örgütlerinin hedefi hâline gelen kamu görevlilerinin kimlikleri, fotoğraf ve faaliyetleriyle ilgili yayın yapılmasının -hiçbir terör örgütünün kamu görevlilerini hedef alamayacağı şekilde- engellenmesi şarttır. Terörle Mücadele Kanunu'nun 10'uncu maddesi yürürlükten kaldırıldığı için, tutanaklarda terörle mücadelede görev alan polis memurlarının isimlerine ve sicil numaralarına yer verilmektedir. Bu noktada, eskiden olduğu gibi, tutanağı düzenleyenlerin açık kimliklerine yer verilmemeli, kamu görevlileri korunmalıdır. Devlete yönelik işlenen suçların yargılanması için kurulan devlet güvenlik mahkemeleri gibi özel yetkili mahkemeler kapatıldığı için, yargılamayı yapacak makamlara hiçbir özel yargılama usulü bırakılmamıştır. En büyük sorunu terör olan bir devletin trafik mahkemeleri varken özel yetkili terör mahkemelerinin bulunmaması düşündürücüdür. Terör suçlarında arama, el koyma, bilgisayar kütüklerindeki aramayla ilgili genel düzenlemeler yeterli olmadığından bir mahkemenin verdiği arama veya el koyma kararları Türkiye genelinde infaz edilememektedir. Bu noktada, işlemin yapılacağı yer başsavcılığı veya mahkemesinin devreye girmesi usulünden vazgeçilmelidir. Örneğin, Ankara'daki bombalı saldırıda suç Ankara'da işlendiği hâlde, bütün deliller, suçu işleyen kişi ve irtibatlarının bağlantılı olduğu yer Gaziantep olduğundan, arama ve el koymalar süratle yapılamamış, suça karışan kişiler yurt dışına kaçmıştır. Bu ve benzeri durumlarda gerekli önlemlerin süratle alınabilmesi için terör suçlarına ilişkin soruşturmaların mümkün olduğunca tek noktadan yürütülmesini sağlayacak yasal düzenlemelere ihtiyaç duyulmaktadır.
Genel gözaltı süresi terör suçlarında da uygulanmakta olup, bu süre terör gibi çok kaynaklı karmaşık suçların soruşturulmasında genellikle yeterli olmamaktadır. Terör suçlarında gözaltı sürelerinin, genel usulden farklı olarak, en azından yarı oranında fazla uygulanması gerekmektedir.
Terörle Mücadele Kanunu'nun 5'inci maddesinin son fıkrası hükmü çocuklar hakkında uygulanamayacak şekilde düzenlendiği için terör suçundan yakalanan çocuklar genellikle tutuklanamamakta. Tutukluluk sürelerinin bir güne iki gün sayılıp yüksek tutulduğu, böylece terör suçu işleyen çocuklara yönelik etkili bir yaptırım olmadığından terör örgütlerinin bu nedenle çocukları kullandıkları önemli bir gerçektir. Kanunda yeni bir düzenlemeyle bu tür aksaklıkların önüne geçilerek çocuklarımızın terör örgütünün hedef kitlesi olmaktan kurtarılması acilen gerekmektedir.
Tüzel kişilerin suç sorumluluğu güvenlik tedbiriyle sınırlı tutulduğundan, tüzel kişilikler aracılığıyla işlenen terör suçlarında mahkemelere faaliyetten men ve fesih yetkisinin tanınması gerekmektedir.
Tüm bu mevzuat değişikliği ihtiyaçları yanında, ülkemizin baş belası terörün gerçek anlamda yok edilmesi isteniyorsa şeffaf ve kararlı bir terörle mücadele politikası olmalıdır. Terör örgütleri yan unsurları kesinlikle muhatap alınmamalıdır. Kaliteli istihbarat sağlanmalıdır. Teknolojik bilgi ve gelişmeler terör örgütlerine karşı kullanılmalıdır. Başka ülkelerin istihbaratlarıyla ülkemizin menfaatine olacak şekilde iş birliği yapılmalıdır. Jandarma ve polisin eğitim kalitesi artırılmalıdır. Kanundaki yetkiler tam olmalıdır. Terörü destekleyen ülkelere baskı uygulanmalıdır. Terör örgütünün silahlı unsurlarına karşı askerî ve silahlı güç kullanılmalı, uluslararası kamuoyunun terörle mücadele konusunda yeteri kadar propaganda yapılarak bilgi ve iknası sağlanmalıdır. Ancak bu gereklilikler yerine getirildiği takdirde olumlu sonuç elde edilebilecektir.
Türk milletinin ve ülkücü hareketin Başbuğ'u merhum Alparslan Türkeş uzun yıllar önce "Türkiye Büyük Millet Meclisi bana görev versin, bir yıl içinde bu terörü kökünden kazırım. Bunun için altı ay hazırlık ve altı ay icraat süresi yeterlidir." ifadelerini samimiyetle, benliğindeki vatan sevgisiyle ve terörle mücadelede kararlılığın önemini vurgulayarak dile getirmiştir. Böyle bir yetkisi olsaydı söylediklerini gerçekleştireceğine de kimsenin şüphesi olduğunu düşünmüyorum.
Sayın Hükûmet üyeleri, bırakın bir yılı, on dört yıldır tek başınıza iktidardasınız, hepinize soruyorum, terörü güçlendirmekten başka ne yaptınız? Bu aziz milletin her gün onlarca şehit haberi almasından öte neye sebep oldunuz? "Analar ağlamayacak." sözleriyle seçim kazanırken, "Anaların gözyaşı dindi." sloganlarıyla propaganda yaparken her gün onlarca ananın gözyaşı dökmesini kendinize nasıl açıklıyorsunuz?
Ben söyleyeyim neler yaptığınızı: Çuvallar dolusu paralar ile reklam filmleri çektiniz ve bu millete izlettirdiniz. Vatanımın bir köşesinde bayrağı yere düşürdünüz, ancak reklam filmlerinde göndere çektiniz. Vatanımın bir köşesinde binlerce anayı ağlattınız, ancak reklam filmlerinde gülümseyen annelerimizi kullandınız. Vatanımın bir köşesinde nöbet tutan askerimi koruyamadınız, ancak reklam filmlerinde gülen, oynayan asker figürü seyrettirdiniz. Evet, bu millete hiçbir zaman huzur ve refahı yaşatmadınız. Sadece ve sadece seyrettirdiniz. Ayrıca "Balık baştan kokar." sözünü hatırlatarak, Karma Komisyon bünyesinde bekleyen terör suçlarıyla ilgili dokunulmazlık dosyaları hakkında hâlen herhangi bir işlem de yapmadınız. Milliyetçi Hareket Partisinin 3 Mart 2016 tarihli başvurusu üzerine, AKP iktidarı âdeta kulaklarını kapatmış ve bizim haklı başvurumuzu görmezden gelmiştir. Sayın Başbakanın kameralar karşısında değil, Türkiye Büyük Millet Meclisinde meydan okumasını bekliyor, terör suçlarıyla ilgili dokunulmazlık dosyalarının işleme alınması adına yaptığımız başvuru hakkında acilen bir adım atılmasını buradan tekraren ifade ediyorum.
Değerli milletvekilleri, iktidarı elinde bulunduranlara ve buna rağmen adaletle muamele etmemeyi âdet hâline getirenlere Muaviye'nin deve kıssasını hatırlatmak isterim: Malumunuz, Hazreti Ali'nin taraftarlarının yoğun olduğu Kûfe'den birisi devesiyle Muaviye'nin egemen olduğu Şam'a gelmiş. Şam sokaklarında dolaşırken birisi ona yanaşarak "Ver o dişi deveyi bana." demiş. Tabii, tartışma büyümüş, Kûfe'den gelen adam "Bu deve benimdir, üstelik dişi değil, erkektir." diye itiraz ettiyse de anlaşamamış. Konu Muaviye'ye yansımış, halk meydanda toplanmış, Muaviye, Kûfe'den gelen ile Şam'da deveye sahip çıkan yerliyi dinledikten sonra kararını açıklamış: "Bu dişi deve Şamlınındır." demiş. Sonra, toplananlara dönmüş ve sormuş "Ey cemaat, bu dişi deve kimindir?", cemaat hep birlikte bağırmış: "Bu dişi deve Şamlınındır." Kûfeli şaşkın bir vaziyette devesinin ardından bakarken Muaviye onu yanına çağırarak şunları söylemiş: "Ey Kûfeli, dinle, sen de ben de biliyoruz ki bu deve senindir ve dişi değil, erkektir ama sen Kûfe'ye dönünce gördüklerini Ali'ye anlat ve de ki: 'Ey Ali, Muaviye'nin dişi deveyi erkek deveden ayırt edemeyen 10 bin adamı var.' Ayağını denk alsın!"
Mahkeme kadıya mülk değildir; bir gün, bu adaletsizlikleri yapanlar da bu koltuklardan inerler ve adaletsizliklerinin hesabını verirler. Bugün hiçe sayılan adaletin o gün geldiğinde adaleti hiçe sayanlara da lazım olacağı akıllardan hiç çıkarılmamalı, kulaklara küpe yapılmalıdır.
Sayın milletvekilleri, netice itibarıyla, ifade etmek gerekir ki, HDP'nin gensoru önergesi, özetle, âdeta "Niye terörle mücadele ediliyor?" anlamındaki yaklaşımı dolayısıyla tarafımızca kabul edilemez durumdadır. Bize göre, bir gensoru verilecekse "Niye terörle yeterince mücadele edilemiyor?" mahiyetinde bir gensoru verilmelidir.
Bu düşüncelerle, Gazi Meclisi ve yüce Türk milletini bir kere daha saygılarımla selamlıyor, vefatının 19'uncu seneidevriyesinde rahmetli Başbuğ'umuz Alparslan Türkeş Bey'i ve onun üzerinden tüm şehitlerimizi bir kere daha saygı, rahmet ve şükranla anıyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)