GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:65
Tarih:01.04.2016

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabii, insan haklarının, insan haklarıyla ilgili bir yasal düzenlemenin görüşüldüğü bu saatte, İstanbul'da Çağlayan Adliyesinde, 2 gazetecinin sadece kendi mesleklerini yerine getirdikleri için, halkın haber alma hakkıyla ilgili anayasal güvence altına alınmış olan bir sorumluluğu yerine getirdikleri için yargılandığı bir süreci buradan kınadığımızı ifade etmek istiyorum. Bu tablo ortadayken istediğimiz kadar bu Meclisten birtakım göstermelik, palyatif düzenlemeler içeren yasal düzenlemeler çıkaralım, hiç kimseyi, ne iç kamuoyunda ne dış kamuoyunda insan hakları konusunda, özgürlüklerin genişletilmesi konusunda "Türkiye'de iyi şeyler oluyor." iddiasına inandırmamız mümkün değil. Türkiye'de hiçbir dönemde olmadığı kadar düşünce ve ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, özellikle son dönemdeki, 2011 yılındaki AKP uygulamalarından sonra ağır tehdit altındadır. Bugün cezaevlerinde hâlâ 29 gazeteci bulunuyor ve Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütüne göre de Basın Özgürlüğü İndeksi'nde Türkiye 180 ülke arasında 149'uncu sırada. Yani, siz istediğiniz kadar, Amerika'ya gittiğinizde, işte "Tutuklu gazeteci yoktur. Basın özgürlüğü, insan hakları konusunda Türkiye'nin ilerisinde bir ülke yoktur." deyin, dünya bunlara bakmaz, önüne gelen bu rakamlara, önünde bulunan mevcut objektif kriterlere göre değerlendirme yapar.

Bakın, gazeteciler, uzun süredir, sadece görevlerini yerine getirdikleri pratik alanda da çok ciddi baskılara, sokak ortası işkencelere maruz kalıyorlar. Silvan'da, sokak ortasında kafasına silah dayatılan gazetecinin, muhabirin yaşadığı sıkıntıyı her biriniz izlemişsinizdir ancak o tabloya müdahale edilmediği için bugün Can Dündar ve Erdem Gül şahsında bir kez daha sanık sandalyesinde olması gerekenlerin yerine gazeteciler sanık sandalyesinde yer alıyorlar. Bunu kabul etmek mümkün değil. Özellikle basın özgürlüğünün bu gelmiş olduğu aşama itibarıyla da gazetecilerin her hafta ablukaların ve baskıların yaşandığı yerde haber nöbeti tutmaları ve oradan habercilik yapmalarını da çok değerli bir katkı olarak burada değerlendirmek gerekiyor.

Aynı şekilde yani düşünce ve ifade özgürlüğü hakkını kullanan akademisyenlerden tutalım aydın, yazarlara kadar herkes bu baskıcı, ceberut anlayışın uygulamalarıyla maalesef mağdur olmaya devam ediyor. "Ben barış istiyorum, savaş suçuna ortak olmuyorum." bildirisini imzalayan akademisyenlerin başına gelmeyen kalmadı. 1.128 akademisyenle ilgili toplu dosya konusunda burada sayısız konuşmalar yapıldı. Bakın, o süreçten bugüne kadar 25 akademisyen işten çıkarıldı. Burada, işte, iktidar partisinin grup başkan vekili de akademisyen, bu ülkenin Başbakanı da akademisyen. Bunu nereye koyuyorlar, bu tabloyu nasıl içselleştirebiliyorlar, doğrusu biz hayret ediyoruz. İnsanlar illa ki sizin ortaya koyduğunuz doğrultuda düşünmek, görüşlerini açıklamak zorunda mı? Sizin yaptığınız politikalara aykırı olan, o politikaları eleştiren bildiriler imzaladıklarında illa ki işten mi çıkarılmaları gerekiyor?

4 akademisyen istifa ettirildi, istifa etmek zorunda kaldı. 68 akademisyen yaşam hakkıyla ilgili tehdit edildi. 37 akademisyen görevden uzaklaştırıldı. İşte, 33 gözaltı ve ev baskını yapıldı. Yani, grup başkan vekilinin, milletvekili olarak burada olmasaydı, dile getirdiği bir görüşten dolayı, gece yarısı çocuklarının önünde evine baskın yapılıp gözaltına alındığını düşünün. Empati kurmadan bu sorunları anlamak mümkün değil. 4 akademisyen tutuklandı; Esra Mungan, Muzaffer Kaya, Kıvanç Ersoy ve Meral Camcı hâlâ tutuklu hâldeler ve cezaevine gönderildiklerinde çıplak aramaya tabi tutuldular. En son, biliyorsunuz, Sayın Başbakan da hem bu tutuklamayı hem bu uygulamanın yanlış olduğunu ifade etti ama ortada yanlışlık varsa bu yanlışlık akademisyenlerin hâlâ cezaevlerinde bulunmasıyla ilgili bir yanlışlıktır.

Dolayısıyla, düşünce, ifade ve basın özgürlüğü konusunda köklü birtakım demokratik reformlar yapmadan buraya getirdiğiniz yasal düzenlemelerle ne AB kriterlerine uyum sağlamamız mümkün ne de kimseyi kendimize inandırmamız mümkün diyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)